Alper Canıgüz ile beşinci kitabı Kan ve Gül, 1990’lar, Nirvana ve romanın detayları üzerine.


Alper Canıgüz, 2000 yılından bu yana belli aralıklarla hayatımızı güzelleştiriyor. On yedi yılda beş kitap, yani ortalama 3,4 yılda bir yapıyor bunu. Son kitabı Kan ve Gül de bir istisna değil; belki bugüne kadar yazdığı en karanlık roman ama başından sonuna kadar Canıgüz estetiğinin tüm özelliklerini taşıyor. Sizi içine çekmesi iki satır sürüyor, dilbazlığıyla büyülüyor, gülmekten kırıp geçiriyor, sayfalardan kan damlıyor (evet bir cinayet var), olay örgüsü olması gerektiği gibi tam bir Arap saçı, tansiyon ve meraksa hiç düşmüyor. Bunlar Canıgüz’ün her romanına damga vuran, başarısını borçlu olduğu özellikleri. Kan ve Gül’de bunların hepsinden ziyadesiyle olduğu gibi fazlası da, farklılıkları da var. Öncelikle kitaptaki tüm gerçeküstü olaylar, son derece gerçek başka olaylar ve mekânlar içerisinde cereyan ediyor. Kahramanımız Aziz bir zaman yolculuğuna maruz kalıyor ve kendisini 1994 yılında, Kurt Cobain’in intiharından bir kaç ay öncesinde buluyor. Aziz hayatının o dönemindeki bir hatayı düzeltmek için 1994 yılında dolanırken tanıklık ettiği, gördüğü, duyduğu gerçek haberler, olaylar ve girip çıktığı mekânlarla o döneme biz de tanıklık ediyoruz. Canıgüz bizi Aziz üzerinden kendi 1990’larının nostaljisinde dolaştırırken bir yandan da günümüzdeki karanlık Türkiye tablosunun temel atış törenine şahit oluyoruz.

Kan ve Gül’ün diğer Canıgüz romanlarından bir ayıracı daha var, o da müzikle olan yoğun, eğlenceli ve doğrudan bağları. Kitabın ismini İskender Doğan’ın meşhur şarkısından aldığı yetmiyormuş gibi kendisi de romanda karşımıza bir kurgu karakter olarak çıkıyor. Romanın müzikle olan diğer ve önemli bir bağıysa bölüm isimlerinin hepsinin birer Nirvana şarkısı ismi taşıyor olması. Smells Like Teen Spirit, All Apologies, Territorial Pissings ve daha niceleri… Tamam size şimdilik bu kadarını anlattık. Kan ve Gül, Canıgüz dünyasını seven ve bilen herkesin beklentilerini fazlasıyla karşılıyor, hatta fazlası var. Müzikle içli dışlı. Hadiseler bir zaman yolculuğu ve bir cinayet etrafında cereyan ediyor. Gündem dokundurmaları var. Sonunda da nefis bir twist var gibi gibi… Daha fazlası April Yayıncılık‘tan çıkan kitabın sayfalarında. Kitaba dair detaylarsa yazarla gerçekleştirdiğimiz röportajda.  

“Türkiye 90’lara dönmesin” denilen bir dönemde, sen kendi 1990’larına dönen bir roman yazmaya karar verdin. Gerçekten de Kan ve Gül senin 1990’larını mı anlatıyor? 

Büyük ölçüde, evet. O yıllarda hakikaten de Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciydim ve benzeri bir sosyallik içinde, kitapta sözü edilen türden tartışmalar dönerdi aramızda.

Kitap sanrısal mı, gerçek mi olduğu muallak bir zaman yolculuğu etrafında ilerliyor. Kitabın büyük çoğunluğu 1994 senesinde geçiyor ve kitabın o dönemi yoğun bir şekilde anlatma derdi olmasa da, o tarihlerde gerçekleşmiş kimi gerçek olaylar ve o döneme ait gerçek mekân ve tasvirler var. Yazım aşamasındayken yoğun bir dönem araştırmasına giriştin mi? Yoksa daha çok kendi anılarını hatırladığın, yokladığın bir süreç miydi bu?

Çoğu hatırladığım olaylar elbette ancak tarihler konusunda hata yapmamak için araştırma da yaptım. O araştırmaları yaparken bazı başka önemli olaylar çıktı karşıma, bunların bir kısmı da kitapta yerini buldu.

Kitapta yadsınamaz bir Nirvana damgası var. Bölüm isimleri ve hikâyemizin Kurt Cobain ölüm tarihine yakın zamanlarda cereyan etmesi ve bunun vurgulanması gibi… Kaçınılmaz bir şekilde şu soruları sormak istiyorum: Yazım aşamasında çok Nirvana dinledin mi?

Dinledim epeyce, evet. Başka şeyler de dinledim ama, nedense, ekseriyetle de klasik caz parçaları.

Kurt Cobian öldüğünde sen ne yapmıştın? Üzerinde herhangi bir etkisi olmuş muydu?

Çok üzülmüştüm ben de pek çok kişi gibi. Bir de şöyle bir durum vardı, hatırlayacaksınız, Cobain intiharından kısa bir süre önce Roma’da aşırı dozdan hastanelik olmuştu ve hakkında öldüğü haberleri çıkmıştı. Hemen ardından kurtulduğunu öğrenip rahat bir nefes almıştık ki bu sefer geri dönüşü olmayacak bir yolu seçip beynini dağıttı. Bu da ekstradan karanlık bir ruh hali oluşturmuştu pek çok kişinin üzerinde.

Bölümlere Nirvana parçalarını isim olarak verirken parça isimlerinin o bölüme uygunluğu mu yoksa parçaların taşıdığı hissiyatların mı daha büyük rollü oldu? Bu isim verme işleminin bir matematiği var mıydı?

Parça isimlerinin bölüme uygunluğunu esas aldım sadece ama bazı bölümlerde hissiyat olarak da hikâyeye denk düştüğünü düşündüm, The Man Who Sold the World ya da All Apologies gibi…

Kitapta farklı bir isimle olsa da bir cameo yapıyorsun. O yıllarda gerçekten de okul kantininde ilk kitabın üzerine çalışıyor muydun?

Evet evet, her zaman üzerinde düşündüğüm bir “eserim” olurdu. Tabii Oğullar ve Rencide Ruhlar değildi o eser; bunu küçük bir şaka olarak koydum kitaba.

Image
Image

Müzikle haşır neşir bir kitap Kan ve Gül… Kitaba eşlik edecek on parçalık bir soundtrack yapacak olsaydın?

Bu soru hakikaten çok hoş bir sürpriz oldu. Doğrusu bölüm başlıklarına Nirvana şarkılarından önce bazı Türkçe şarkı adları vermeyi düşünüyordum. On değil on üç şarkı olacak ama izninizle, o alternatif listeyi bölüm bölüm paylaşayım sizinle.

1. Sensiz Yıllarda / Ajda Pekkan

2. Tam Ortasındayım / MFÖ

3. Fikrimin İnce Gülü / İncesaz

4. Hep Böyle Kal / Erol Evgin

5. Bir Sana Bir De Bana / BaBa ZuLa

6. Her Şeyi Yak / Duman

7. Sevda Kuşun Kanadında / Cem Karaca

8. Tek Başına / Fikret Kızılok

9. Seni Her Gördüğümde / Erkin Koray

10. Arap Saçı / Erkin Koray

11. Son Bir Defa / Ayten Alpman

12. Unutama Beni / Esmeray

13. Güle Güle Sana / Selçuk Ural

Aziz geçmişte dolanırken, günümüzün Türkiye’sinin karanlık tablosuna giden yolu da gözlemliyor sanki. Kürt siyasilerin tutuklanmasında, okul kampüsündeki siyasi muhabbetler, Nurettin’le olan sohbetinde, sahildeki ateş başındaki kafası güzel ekiple olan muhabbette görebiliyoruz bunu. Sanki Aziz fırtınadan önceki sessizlikte dolanıyor gibi…

Öyle bir yorum mümkün hakikaten de. Tuhaf olanı, bütün o olayların Kurt Cobain’in ölümünden önceki kırk güne baktığımda karşıma çıkmasıydı; özel olarak kovalamadım yani. Bu da bana şunu düşündürüyor; çok, çok ama çok uzun süredir rahat yüzü görememiş bir toplumuz. Zannediyorum, Cumhuriyet tarihindeki hangi kırk günü ele alsanız birkaç travmatik olaya rastlayacaksınızdır.

Hem bu sebepten, hem de aslında sert ve hüzünlü bir aşk hikâyesi olmasından ötürü Kan ve Gül’ün bugüne kadarki en karanlık kitabın olduğunu düşünüyorum, katılır mısın buna?

Galiba öyle. Şenol Bezci de, Kan ve Gül ile ilgili postdergi.com’da çıkan ve benim çok hoşuma giden yazısında aynı noktayı vurguladı. Eh, yaş da var tabii artık; onun da etkisi olacak.

İskender Doğan’la tanışıklığın var mı? Yani ister istemez merak ediyor insan, neden İskender Doğan? Ve acaba kendisi durumdan, kitaptan haberdar mı?

Kendisiyle kitabı yazdıktan sonra ilk olarak telefonla irtibat kurdum. Bir kez de yüz yüze görüştük, sohbet ettik. Son derece nazik davrandı ve kitabı da memnuniyetle karşıladı. Hakikaten de son derece özel ve hâzâ beyefendi bir insan kendisi.

Sırada ne var? Yeni bir Alper Kamu romanı beklemeli miyiz?

Üçüncü Alper Kamu hikâyesi üzerinde çalışıyorum, evet. Şimdilik adı Kıyamet Park olacak diye düşünüyorum. Hedefim bir yıl içinde bitirmek. Bakalım başarabilecek miyim?

Son olarak, son kitabın ve sıradaki kitabın dışında neler var gündeminde, nelerle meşgulsün ya da neler yapmaktan keyif alıyorsun?

Ne yalan söyleyeyim, pek fazla bir şey yapamıyorum. Bir türlü tam olarak kurtulamadığım bir sakatlık geçirdim ayağımdan, haftanın üç günü fizik tedavideyim. Akşamları da eski Columbo bölümlerini seyrediyorum. Her bölümde oynayan aktörlerin hayatlarını araştırıyorum internetten. Çoğu şimdi ölmüş o insanları izlerken, ben sizi hâlâ hatırlıyorum diye düşünüyorum. Bunun çok sağlıklı bir ruh hali olmayabileceği gibi bir kuşku da taşıyorum içimde.

Image
  1. Geçmiş ve geleneğin modern gerçeklikle imtihanı: Awazu Kiyoshi

    Los Angeles County Museum of Art’da geçtiğimiz 2016-2017 mayıs arasında gerçekleşen Awazu Kiyoshi, Graphic Design: Summoning the Outdated sergisinden yola çıkarak Japon grafik tasarım tarihinin önemli figürlerinden olan Awazu Kiyoshi’nin hayatına göz atıyoruz.

  2. Parıldayan dünya ve onun büyülü mensupları: Jonah Samson

    Kanadalı fotoğraf sanatçısı ve yazar Jonah Samson’la traji-komik yaşamdan, favori yazarı Beckett’tan ve geçmişin hazinelerinden bahsettik.

  3. Davul, hafıza ve doğaçlama: Cevdet Erek ve Murat Ertel

    Cevdet Erek ve Murat Ertel’den, Subtext etiketiyle yayınlanan Davul albümünden yola çıkarak enstrümana, geleneğe ve özgür çalıma dair nefis bir sohbet.

  4. A’dan Z’ye: Chris Cornell

    Bir başka efsanenin ardından...

  5. Takibe alın: Yakın ve uzak diyarlardan etkileyici plak şirketleri

    Kahire’den Buenos Aires’e, Bant Mag. ekibinin favori plak şirketlerinden bir seçki.

  6. Görkemli bir ses bahçesi ve onun usta bahçıvanları: Nik Bärtsch’s Ronin

    13 Temmuz’da İstanbul Caz Festivali kapsamında Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatı yakalayacağımız Ronin’in kurucu üyesi Nik Bärtsch’la zen-funk, empatik müzik üretimi ve yaklaşan İstanbul konseri üzerine sohbet ettik.

  7. “İstanbul’a âşık olmayacak bir sanatçı düşünemiyorum bile!”: Christian McBride

    24. İstanbul Caz Festivali kapsamında 10 Temmuz’da yeni projesi New Jawn Quartet’la Sultan Park’ta, 11 Temmuz’daysa Joshua Redman, Kandace Springs ve TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’yla aynı sahneyi paylaşarak Zorlu PSM’de izleyeceğimiz usta caz basçısıyla, İstanbul ziyareti öncesi ufak bir sohbet ettik.

  8. Yaratıcı riskler almak: Bill Laurance

    Snarky Puppy klavyecisi Bill Laurance, 24. İstanbul Caz Festivali öncesinde sorularımızı yanıtladı.

  9. Pişmanlıklar, deneyimler, hikâyeler: Talihsiz grup isimleri

    Anlam ya da yazılışlarıyla müzisyenlerin başlarını ağrıtmış isim tercihleri...

  10. Eskiye özlem: Altın Gün

    3 Hürel, Barış Manço, Zafer Dilek ve nicesinin şarkılarını yorumlayarak “Altın Gün’leştiren” Hollandalı grupla tanışın.

  11. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  12. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (40-21)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  13. 70. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (20-1)

    Karşınızda en zayıftan en iyiye, bu yılki Cannes’ın tüm yarışma filmleri ve yan bölümlerden seçmece lezzetler.

  14. Kameranın netlemediği kahramanların sineması: Josh ve Benny Safdie kardeşler

    Geçtiğimiz mayıs ayında Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında son filmleri Good Time’la fırtına gibi esen New Yorklu yönetmen kardeşler Josh ve Benny Safdie, beyaz perdede yoksunluğun resmini çizmeye devam ediyor.

  15. Duyan duymayana anlatsın: Hangi podcaste nereden başlamalı?

    Radyo programının dijital kardeşi podcast 2000’li yılların ortalarından bu yana giderek artan bir kitle tarafından hem tüketiliyor hem üretiliyor. Çoğu yayın internet okyanusunda akıntılara kapılıp hızla kaybolsa da bazıları kısa sürede kült efsaneler haline geliyor. Son yılların öne çıkan podcastlerinden bir seçki karşınızda.

  16. Müzik, aşk ve cinayete bandırılmış bir roman: Kan ve Gül

    Alper Canıgüz ile beşinci kitabı Kan ve Gül, 1990’lar, Nirvana ve romanın detayları üzerine.

  17. Futbol sahası karaborsalarından global kültür kalesine: Rusya Streetwear

    Streetwear kültürünün en başından, şu anda kazanmış olduğu popülerliğe kadar uzanan bir yol haritası.

  18. Sporun tasarım kupasını gururla kaldırmak: Tiempo Legend 7

    Rusya'nın başkenti Moskova'da lansmanı yapılan Tiempo Legend 7, hem sporcu ihtiyaçlarına getirdiği yenilikçi bakış hem de gündelik hayatımıza kazandıracağı yenilikler bakımından fazlasıyla heyecan ve merak uyandırdı.

  19. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler