Hazal Yılmaz’ın hikâyeleri ve denemelerinden bir araya gelen ilk kitabı Anlam Arama Mayıs 2018’de Karakarga Yayınları aracılığıyla ilk baskısını yaptı ve geride bıraktığımız yaza damgasını vuranlardan oldu. Kitap, ilk haftanın sonunda 4. baskıya girmişti. İkinci kitabının hazırlıklarını tamamlamak üzere olan Hazal Yılmaz’la konuşacak tabii ki çok şey var ve bu defa ona soruları gezgin yazarın ailesi ilan ettiği arkadaşları, sevdikleri, ilham kaynakları ve dokundukları soruyor. 


Hazal Yılmaz, yaşadıklarını, gördüklerini ve yaşayıp gördüklerinin ona düşündürdüklerini yazmanın hayatı anlamlandırmanın yolu olduğuna inanıyor; bir “oto-terapi”, bir tür kendini sağaltma yöntemi aynı zamanda.

Yıllar içinde blogger olarak türlü üretimine tanıklık ettik; ilham dolu dünya gezme rehberi Çok Gezenler Kulübü’nü kurdu, Urban Confessions adını verdiği web sitesi ve sosyal medya kanalları üzerinden yazılarıyla çok sayıda insanla buluştu. Devir ne kadar değişirse değişsin sabit kalan şeylerden biri, kelimeleri tutkuyla kullandığınızda başkalarına dokunabilmeniz. Hazal Yılmaz’ın sahip olduğu diri, sorgulayıcı, samimi sesin kaynağı da bu tutkudan geliyor, sanki yazmak onun için varoluşsal, hayat denkleminden çıkarılması imkânsız olan bir eylem.

Hazal Yılmaz’ın hikâyeleri ve denemelerinden bir araya gelen ilk kitabı Anlam Arama Mayıs 2018’de Karakarga Yayınları aracılığıyla ilk baskısını yaptı ve geride bıraktığımız yaza damgasını vuranlardan oldu. Kitap, ilk haftanın sonunda 4. baskıya girmişti. Hazal Yılmaz’la konuşacak tabii ki çok şey var ve bu defa ona soruları gezgin yazarın ailesi ilan ettiği arkadaşları, sevdikleri, ilham kaynakları ve dokundukları soruyor.

Image

M. K. Perker (@mkperker)
İkinci kitap ne zaman geliyor?
İlk kitapla gelen tepkiler bana ikinci, üçüncü, dördüncü kitabı yazmak için çok büyük heyecan verdi! Bu kitabın başarısından bahsediliyorsa bunun en önemli sebeplerinden biri de yayınevi Karakarga ve sensin Perker. Roman, hikâye, şiir gibi hiçbir kategoriye girmeyen bu denemelere inandığınız için! Dünya bize evet, hadi diyen, yeniden, risk almaktan korkmayan insanlar olduğunda ne kadar umutlu bir yer. İkinci kitap hazır, editlerine başladım. Umarım Kasım’daki kitap fuarına yetişiyoruz!

Kalben (@kalbenben)
Kadın dilinde özgürleşebildiğin, hikâyelerini sansürlemeden paylaşabildiğin için çok mutluyum. Bize bu cesaret konusunda seni besleyen bir sır verebilir misin?
Sağlam, sevmekten korkmayan, birlikte olmayı seçmiş kadınların arasında büyüdüm. Dolayısıyla kadın olmak benim için yaşama, şartlar ne olursa olsun en güzel haliyle katılmak demek. Birbirleriyle değil haksızlıkla, eşitsizlikle savaşan bu kadınlar, mükemmelliğin başkalarına kıyasla değil, kendi içimizde erişebileceğimiz ve her gün gelişen bi organizma olduğunu öğretti. En önemli içsel mücadelemiz her durum ve şartta değişebilen hislerimizle, tehdit altındayken verdiğimiz tepkilerimizle olmalı. Egomu eğitmek için çok çalışıyorum.

Elif Tanverdi (@cizenbayan)
Kitabını okurken kendimden o kadar çok şey buldum ki. Çok yoğun hissettiğim, adını koyamadığım yenilgilerimi, korkularımı hatta köşelerimi görünür kıldın bana. Hayattaki o kesseler acımaz duruşuna tezat aslında ne kadar da kırılgansın satır aralarında. Hayran olunası bir cesaretle çırılçıplak soyunmuşsun okuyucu karşısında. Bu bir terapi biçimi mi? Yazmak senin için ne ifade ediyor?
Bazen kendimi senin gözünden izleyebilecek bir icat bulunsun istiyorum. Kırılırım diye kelimelerini saklamasan, sansürsüz tanışsak…nasıl biriyim? Kesseler acıyor aslında ama acıyla başetmenin yolunu buldum. O da yazmak. Yazmak benim için barışmak. Kendimle, geçmişimle, seninle, şimdiyle ve geleceğimle. Bir tür oto-terapi olmanın ötesinde acayip bir tutku da. Bazen dans pistinin ortasında buluyor kelimeler beni, bir kenara oturup not almaya başlıyorum, bazen oturduğum sandalyede gündüz düşlerine dalıyorum, bazen de gecenin köründe bilgisayar başına kuruluyorum. Uyumadan, yemeden, içmeden oluyor da yazmadan duramıyorum!  

Image

Begüm Toprak (@begumtoprak)
Juan Carlos Onetti’nin bir sözü vardır; “Edebiyat uzun bir itiraftır.” Bu kitapta epey bir itiraflarla dolu. Yazarken çekindiğin veya ilk kez itiraf ettiğin (kendine veya bizlere) bir şeyler oldu mu?
Off bu soru! Olmaz mı? Kitapta ve hayatta en çok gerçekten sevmeyi bilip bilmediğimi sorguluyorum. Heyecana düşmeyi, maceraya atlamayı, bilinmeze koşmayı fütursuzca yapıyorum ama sevmek, uçakta yanındaki koltuğa, tek başına gerindiğin yatağa, hayallerinin ortasına birini davet etmek “nasılsa sonu gelecek” korkusuyla tünüyor hayatıma. Sahip ve ait olmadan sevmeyi, birini hayatımıza kendi istediğimiz şekliyle değil, tüm zaafları, inançları, eksikleriyle dahil etmeyi becerebilecek miyiz? İkinci kitapta cevap aradığım sorulardan biri de bu.

Aslı Seven (@asli_seven)
Bu kitap bana bir göç hikâyesi gibi nüfuz etti. Hem süregelen bir göc, bir diyasporalaşma halinin/anının belgeseli, hem de temelinde göçebe bir varoluşu tanımlar gibi, şehirlere, insanlara, küçük alışkanlıklara, hem ilişkilenmeye, hem ilişkilenmeme haline dair… Direnç ve arzu arasında gidip gelir gibi… Göçebelik insanın kendi kimliğine dair sahip olduğu fikirlere, imgelere de bir mesafeden bakmayı gerektirir ya, merak ediyorum, yazı senin için hiçbir noktada vazgeçilebilir olur mu? Yerine koyabilsen koyabileceğin ya da koymak isteyebileceğin veya yerine koymadan, yanına koymak istediğin neler var bugün?
Her yazan için böyle mi bilemiyorum ama, bir kitap yazmak, kitabı olan bir yazarım demek, bu kitabı okuyanlardan gelen ikinci kitap için sabırsızlanıyoruz tepkileri ya başaramazsam, ya bütün yapıp yapabileceğim buysa endişesini de yanında getiriyor. Sen yazarken sadece kendinin değil, okuyan insanın sırrını, hüznünü, korkusunu da taşıyorsun satırlarda. Okuyucu kendini içine koyduğunda başka bir anlam kazanıyor kitap. Bu anlamda yazmak büyük bir sorumluluk. Ben yazmaya asla küsmeyeceğimi düşünüyorum ama günlükler ötesine gitmeyen karalamalar da yapabilirim… Kendimi eğitmek için okumaya, anlamaya devam etmem şart. Ama bunların yanında biraz daha doğayla ilişki kurduğum bir hayata dahil olmak istiyorum. Sadece beynimi değil, elimi, bedenimi de çalıştırdığım uğraşlar edinmeliyim.

Gamze Yalçın (@_gamzeyalcin_)
Seninle birkaç yıl önce yollarımız Bonjuk Bay’de kesişmişti. Muhteşem dostlarla çevrili çok özel bir tanışmaydı benim için ve birkaç gün önce de Fusion Festivali için Berlin’e birlikte geldiğim sevgili Elif Tanverdi’nin elindeki Anlam Arama kitabında adeta gökyüzünde buluştuk. Kitabını yol boyunca okudum, İlk kez hayatımda uçuş boyunca bir kitabı okuyup bitirmeyi başardım. Güldüm, ağladım, hüzünlendim, Ege’yi özledim, Londra’ya gelmek seninle sohbet etmek istedim… Anlaşılan yolda olanla yolların kesişmesi için yolda olmak gerekiyor. Bize yollarından, yollarında kesiştiğin yolcularından, akışlarından, gördüğün renklerden ve en çok da yollarda ânı yakalamanın muhteşem hafifliğinden bahseder misin?
Oruç Aruoba’nın bir sözü vardır: “Yol iki yer arası değildir, yer iki yol arasıdır.” Benim için de ev çıkarken kapı, pencere kilitli mi diye kontrol ettiğin yer değil. En sevdiklerine gel dediğin, olur da canın yalnız kalmak isterse ücraya çekildiğin, yuvarlak masa etrafında kahkahaların ya da gözyaşlarının birleştiği, çıplak ayakla gezdiğin, ne kadar uzağa gitsen de hep seni beklediğini bildiğin mesken, ev. Bazen de sadece bir insan, köpek, ağaç, kanal kenarında boş olmasını umduğun şezlong. Belki de bu yüzden üç gün diye gittiğim yerlerde haftalarca kalıyorum. Yolda, tüm mecburiyetlerini geride bırakmış, olmak istediği insana değil, olduğuna yaklaşmış çoğunluklarla tanışıyorum. Dünyada kendimizi yalnız hissettiğimizde, grupların, -izm’lerin içine dalmaya meyilli olduğumuzu düşünüyorum. Bu da otantik kendimizi kaybetmemize sebep oluyor. Çoğunluk olmak benim için bu anlamda farklı bir anlam taşıyor. Kendimize, isteklerimize, istemediklerimize ne kadar sadık kalırsak, o kadar sağlam kalabalıklar yaratabiliriz.

Image

Zeynep Erekli (@zerekli)
Metinlerin çoğunlukla iç dünyan, yaşadıkların, beklentilerin, seni mutlu edenler ve düş kırıklıkların ekseninde, çok kişisel bir noktadan doğuyor. Senin hakkında bildiğimiz iki temel şey; yazıyla kendini ifade ettiğin, sağalttığın ve çok seyahat ettiğin. Bu ikisi iç içe geçmiş vaziyette. İnsan şunu merak ediyor: Seyahat ettiğin coğrafyalar, duygu ve düşüncelerini, yani yazılarını doğrudan etkiliyor mu? Sözgelimi büyük bir hayal kırıklığı Avrupa’da daha acı verirken, güney yarımkürede daha hızlı iyileşiyor olabilir mi? 
Birlikte doğmanın, büyümenin, acıları ve neşeleri paylaşmanın bize getirdiği bir yuva duygusu var. Ben bunu Akdeniz ile, uzun ve kalkılmayan sofralarda, bazen o sofralarda akan gözyaşlarıyla, bu sofrada konuşulan her şey aramızda kalacak, şerefe! diye tokuşturulan kadehlerle özdeşleştiriyorum. Sanırım ondan Akdeniz’e, Ege’ye bakan manzaralarda daha kolaylaşıyor kendim olmak, içimi dökmek. Belki de bundan uzun vadede kurduğum hayallerde hep birlikte yaşayacağımız bir komün hayatı var. Dünyanın pek çok yanına dağılmış “biz” sonunda oraları, o yollarda edindiğimiz aileleri de içimizde ve yanımızda taşıyarak yuvamıza, birbirimize kavuşacağız.

Dilan Bozyel (@dilanbozyel)
Gezegendeki yolculuklarında şu ana kadar kaç kişiyle tanıştığını saydın mı hiç bilmiyorum ama merakım ise şöyle; Anlam Arama cümlelerinin Türkiyeliler dışında en çok hangi ülkenin insanları tarafından okunmasını hayal ediyorsun?
Her gittiğim ülkede, şehirde, bir aile bırakıyorum. Geride bırakmanın eksikliği yok ama, tanışmışlığın tamamlanmışlığı var. Bu ailelerin hepsini kapsayacak, sarılmak kadar evrensel bir dil olsa, o dilde yazabilmeyi çok isterdim. Bizi birbirimize, kültürümüze bağlayan diller aynı şekilde ayrılmamıza da sebep. Ne üzücü.

Ece Çelebioğlu (@ecemen)
Dün neden korkuyordun? Bugün en çok kim için sevindin? Yarın için ne umudun var?
Dün o adam bana gel dese, her şeyi bırakıp yanına koşacağını bildiğim için çok korkuyordum. Ama demedi.
Bugün uzun süredir ilk kez ağlayan bir arkadaşımın yanında oturduğum, gözyaşlarını paylaştığım, birlikte ağladığımız için sevindim.
Yarın adaletin altı harften ibaret olduğu bir dünyada hala nefes almaya, canımız istediği için dans etmeye, kahkaha atabilmeye devam edeceğimize umudum var.

Barkın Özdemir (@barkinozdemir)
Son zamanlardaki en büyük hedefin ilk kitabını basmaktı, bunu da başardın. Şimdi sıradaki hedefler, hayaller neler? Hazal yine hangi sürprizlerle karşımıza çıkacak, gelecekteki Hazal’dan biraz bahsedebilir misin?
Bilemiyorum, en güzeli de bu değil mi? Kararsız değilim ama durum ve şartlara göre kendimi yeniden kurgulamakta zorlanmıyorum. Şu an Londra’dayım, yarın Güney Amerika’da yaşıyor olabilirim. Bugün modern zamanda yaşadığımız ilişkileri konu alan bir kitap yazıyorum, çok yakında alternatif bir rehber yaratmak için ülke ülke geziyor olabilirim. Tek bildiğim üretmekten, merak etmekten asla vazgeçmeyeceğim.

Tanem Sivar (@tanemsivar)
Kelimelerle dans eden bir kadın oldun hep ama kelimelerin senin için kifayetsiz kaldığı yerler nereler oldu ya da oluyor? 
Ölenin arkasından, yasta kalanlara ne diyeceğimi bilemiyorum en çok. Evi toplamak, bulaşıkları yıkamak, herkes gittiğinde sessizce birinin yanında oturmak rolünü seçiyorum.

Burkay Adalığ (@meleklerinpayi)
Son kitabında Anlam Arama diyorsun ancak en büyük kayıplardan, en ufacık detaylara kadar hayatta yaşadığın her anın kendi içinde bir anlam taşıdığının çok bilincindesin. Hayatını ve hayallerini gerek sosyal medyada gerek kitabında tüm çıplaklığıyla adeta katartik bir ruh haliyle bizlere sunuyorsun. Peki gerçekten her şeyi biliyor muyuz? Sende kalan ve bunu kimseyle paylaş(a)mam dediğin ne var?
Hikâyelerimin çoğu muhatabıyla konuşul(a)mamış benim. Babamla ölmeyi, beni terk eden adamla birlikteliği, âşık olduğumla gelecek hayallerimizi, bir yere, insana ait olmak isteyenle köksüzlüğü paylaşamamışsam, yazıyorum. Okundukça da anlıyorum ki, hepimizin ortak noktası bu: dünyaya haykırdıklarımızı, istediğimiz insana fısıldayamamak.

Bengi Ünsal (@bengiunsal)
Anlam arama ismi nerden geliyor? 
Yaşadığımız dünyada olanlarda bir anlam aramak ve çoğu zaman bulamamaktan.

Image
Image
Image

Bahar Akıncı (@baharakinci)
Hangi filmdeki hangi karakterin hayatının senin hayatın olmasını isterdin? Neden?
Offf! Çok! Call me By Your Name’de Timothée Chalamet’nin canlandırdığı Elio’nun ailesine doğmuş gibi hissettim kendimi, Amelie’nin hayatla kurduğu ilişkideki pek çok oyunu ben de kendi kendime oynadım, The Motorcycle Diaries’de Gael García Bernal’ın hayatını ekrana taşıdığı Ernesto “Che” Guevara’nın motorunun arkasında yola düşmek istedim onunla, Before Sunrise’daki gibi bir aşka düşmeyi hep düşlüyorum.

Onur Yüksel (@onuryuksel)
Kitabı bitirdiğimde, hikâyenin burada bitmeyip devam edeceğini hissettim. Senin daha yazacağın bizim okuyacağımız sayfalar var mı?
Romantik komedilerde iki kişinin öpüştüğü anda krediler başlar, mutlu son olur ya ben hep sonrasında olanları düşünürüm. Ondan sanırım biraz arkası yarın gibi bitirdim kitabı. Hayatın da öyle olduğuna inanıyorum çünkü. Asla bitmeyecek, sonu olmayan bocalamalar, hayaller, anlar toplamı. İkinci kitap birincinin kaldığı yerden başlıyor biraz, bu sefer de ilişkilerle yüzleşiyor.

Oylum Yüksel (@loylum)
İstanbul’dan Londra’ya taşınırken yanında götürmek istediğin ama bavula sığmadığı için götüremediğin şey nedir?
Son yıllarda New York’tan Sydney’e kadar, dünyanın dört bir yanına dağılan seçilmiş ailem. Eşyaları değil de insanları çok özlüyorum.

  1. Kuzey Afrika’nın yeraltı müzik sahnesinde yeni şifa seremonileri: “Contemporary Ceremonies”

    Fransız fotoğrafçı Celine Meunier’in Kuzey Afrika ülkelerindeki yeraltı müzik sahnesini, bu sahnede kendi arayışlarını ve sorgulamalarını müziksel üretimleri üzerinden gerçekleştiren müzisyenleri fotoğrafladığı serisi Contemporary Ceremonies, bize yabancı olduğu kadar benzerlikler de yakalayabileceğimiz bir alt kültüre pencere açıyor.

  2. Alternatif poster aslından daha güzel: Berkay Dağlar

    “Her filme farklı yaklaşmaya çalışıyorum. O filmin ortaya koyduğu veya koyması gereken reklamı nedir ona bakıyorum. Biraz da içgüdüsel…”

  3. 80’lerin asi gençliğinden ikinci baharındaki “gerçek” kadınlara: Visible Girls Revisited

    Anita Corbin’le geçmişin alt kültürlerinden bugünün toplumsal cinsiyet baskılarına uzanan sohbetimize hoşgeldiniz.

  4. Aklımdakiler: Mabel Matiz

    Türkçe pop müziğinin sınırlarını geniş bir ilham ağından çıkardığı yeni sesler ve orijinal stiliyle genişleten, bu yazı ise dördüncü stüdyo albümü Maya ile açan Mabel Matiz hem albüme hem de hayatına dokunan eş, dost ve iş arkadaşlarının aklındakileri soruları cevaplıyor.

  5. Aklımdakiler: Hazal Yılmaz (@anlamarama)

    Hazal Yılmaz’ın hikâyeleri ve denemelerinden bir araya gelen ilk kitabı "Anlam Arama" Mayıs 2018’de Karakarga Yayınları aracılığıyla ilk baskısını yaptı ve geride bıraktığımız yaza damgasını vuranlardan oldu. Kitap, ilk haftanın sonunda 4. baskıya girmişti. İkinci kitabının hazırlıklarını tamamlamak üzere olan Hazal Yılmaz’la konuşacak tabii ki çok şey var ve bu defa ona soruları gezgin yazarın ailesi ilan ettiği arkadaşları, sevdikleri, ilham kaynakları ve dokundukları soruyor.

  6. “Artık biz gazeteciler, iş insanı olmak durumdayız.”: NEVŞİN MENGÜ ve ÖZGÜR MUMCU

    Televizyon haberciliğine getirdiği yenilikçi ve kendine has üslubuyla tanıdığımız Nevşin Mengü, kariyerinin çarpıcı anları, 2009 yılında düzenlenen İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerini takip ettiği son kitabı "İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı?"nın macerası ve haberciliğin yanı sıra sporcu ve vegan kimliğiyle Özgür Mumcu’nun karşısında.

  7. A’dan Z’ye: Spider-Man

    Foto muhabirliğinden holding yönetimine, Green Goblin’den Venom’a; Spider-Man’e dair her şey.

  8. Şehre geniş bir ses skalası yayılıyor: Red Bull Music Festival İstanbul

    Beş gün sürecek ve farklı ufukları kesiştirecek Red Bull Music Festival İstanbul yaklaşıyor...

  9. Bir kabusun sabahında: Özgün Semerci

    Lu Records etiketiyle yayınlanan “A Nightmare on Clawhammer Banjo” üzerine...

  10. Lagos – Londra treni son hızda: Afrobeat’in bugüne yansımaları

    28. Akbank Caz Festivali, zengin programında geniş bir modern Afrobeat seçkisine de yer veriyor. Karl Hector & the Malcouns, Nubya Garcia ve Bixiga 70 gibi isimleri dinleyeceğimiz festival öncesinde, Afrobeat’in uzun soluklu yolculuğunun bugünkü yansımalarına bir bakıyoruz.

  11. Yunan Yeni Dalgası’nın süperstarı: Yorgos Lanthimos

    Yorgos Lanthimos, huzurumuzu kaçırmak üzere geri dönüyor. Yönetmenin son filmi The Favourite, Ağustos sonunda Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaparken Yunan yönetmeni dünya sinemasına tanıtan Kyonotodas, Türkiye’de ilk kez 17 Ağustos’ta vizyona girdi ve 23 Eylül’e kadar izlenebilecek. Lanthimos’un satirik, donuk ve provokatif filmografisini hatırlamak için ideal günlerden geçiyoruz sonuç olarak.

  12. Görünür olma zamanı: Sinema ve televizyon tarihinde trans karakterler ve trans oyuncular

    Scarlett Johansson’un trans bir erkeği canlandıracağı duyurulduktan sonra yoğun bir tepkiyle karşılaşması da gösteriyor ki, artık trans bireylerin sözde görünür olduğu bir sinema ve televizyon dünyasına razı değiliz. Trans karakterlerin transfobik bir bakış açısıyla yazılmadığı ve trans oyuncular tarafından canlandırıldığı filmler ve diziler beklentisindeyiz.

  13. A yüzü B yüzü: Javier Bardem

    En son Temmuz ayında Türkiye sinemalarına da uğrayan Escobar ile karşımıza çıkan Javier Bardem’in kariyeri ve kişisel özellikleri, münazara bağımlısı ikili Binnaz Saktanber ve Melikşah Altuntaş’ı A Yüzü B Yüzü’nde bir kez daha karşı karşıya getirdi.

  14. “Yaralı bir ruhla yaşadığımız kısa bir yolculuk”: Gürcan Keltek ve “Gulyabani”

    Yeni filmi "Gulyabani"nin dünya prömiyerini Ağustos ayında, geçtiğimiz sene "Meteorlar" filmiyle iki ödülle birden döndüğü Locarno Film Festivali’nde yapan Gürcan Keltek'in, yöntemleri, fikirleri ve duygularına yönelik anlattıklarına kulak vermek de fazlaca kafa açıcı ve ilham verici.

  15. Puslu travmalar atlası: “Sharp Objects”

    Geçtiğimiz yılın en önemli televizyon olaylarından Big Little Lies’a imza attıktan sonra bir kez daha çarpıcı bir mini dizi ile karşımıza çıkan Jean-Marc Vallee’nin kapkara ve vurucu televizyon tecrübesi Sharp Objects, tüyleri diken diken eden sekiz bölümle akılları baştan aldı.

  16. Alternatif kimlikler: Kült ve komünler üzerine belgeseller

    2018 yapımı belgesel Wild Wild Country, Osho öğretilerini takip eden bir grup müridin karıştığı politik skandalları ele almasıyla büyük ses getirdi. Kült ve komünlerin, ortak bir yaşam ülküsünün ötesinde tarihsel ve siyasi süreçlerle organik bir ilişki içinde olduğunu bize hatırlatması sebebiyle bu belgeselden ilham alarak farklı zaman dilimlerinde farklı amaçlarla ortaya çıkan komün ve kültleri, tarihsel bağlamıyla birlikte inceleyen belgesellerden bir derleme hazırladık.

  17. İştah kabartan emsalsiz serüven: Pir-i Lezzet

    Lezzet duyusunun tasvirine bu kadar kafa yoran, yer ayıran ve bunu layıkıyla yapan çok az roman vardır. 2017’nin Ekim ayında April Yayınları etiketiyle yayınlanan "Pir’i Lezzet", sıfır pişmanlık ve tam takır zevkten ibaret.

  18. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler