Lu Records etiketiyle yayınlanan “A Nightmare on Clawhammer Banjo” üzerine…


Özgün Semerci, ilk albümü Bulandı Sularım’dan sonra banjonun başrolünde olduğu yeni albümü A Nightmare on Clawhammer Banjo ile üç yıl aradan sonra tekrar dinleyici karşısına geçiyor. Kendisiyle yeni albümü, üretim süreci ve motivasyonu üzerine konuştuk.

“İçinde lirik ifadenin az olduğu bir albüm üretirken bazı hislere, resimlere, kokulara takılıp kalmam ve oradan hiç ayrılmamam gerektiğini hissediyordum. En azından beni bunların beslediğine emindim.”

Özgün nasılsın? Üç sene aradan sonra ikinci albümün A Nightmare on Clawhammer Banjo sonunda çıktı! Neler hissediyorsun?
Çok mutluyum, heyecanlıyım da. Nokta koyabilmiş olmak her zaman iyi hissettiriyor. Ürettiğimiz şeye dönüp baktığımda “Daha fazlası yok, ben tamamım”  diyebilmek ve yola devam edebilmek çok güzel.

İlk albümün Bulandı Sularım’da kulağımıza çalınan banjo, ikinci albümünde başrolü kimselere kaptırmamış. Öyle ki Türkiye’de yayınlanan ilk banjo albümü oldu A Nightmare on Clawhammer Banjo. Bize banjoya olan ilginin nasıl başladığından, kullandığın çalma tekniğinden bahsedebilir misin?
Banjo sesinin ilk kulağıma çalınması Country Hits kaset serisine ve pazar günü western film kuşağına kadar dayanıyor. Ancak enstrümanın kendisiyle buluşmam 5-6 yıl kadar önce bir punk kaydında kullanmak için Tünel’den bir banjo almamla oldu. O kaydı hiç yapamadık çünkü artık gece gündüz banjo öğrenmeye çalışıyordum. İlk yıllar klasik “finger roll patterns” denilen ve parmaklara çelik penalar takılarak çalınan bluegrass kalıpları çalıştım. Ancak tüm bu kalıplar yeterince pratik yapıp, kas hafızana kazınıp sonunda çalabilmeye başladığında biraz tekdüze hale geliyordu. Clawhammer tekniği çalışmaya başlamam Pete Seeger ve Wade Ward gibi ustalarla tanışmamla oldu. Bu çalış tekniği bana daha özgür bir ifade alanı tanımladı. Clawhammer ismi elin pençe şeklinde tutulup tellere vurarak çalınmasından geliyor. Afrikalılara ait olan bu teknik aynı zamanda banjonun bilinen anlamda ilk çalım tekniği. 

Kendini sözler yerine enstrümanlarla anlatmayı tercih ettiğin bir albüm olmuş bu albüm. Bunun planlı bir nedeni var mı?
Can Aydınoğlu ile çaldığımız melodiler çoğalmıştı ve kendi içinde de bir bütün gibiydi. Bu yüzden bunu ayrı bir albüm olarak yayınlamamız gerektiğini düşündük. İnsan rahat üretebildiği, ürettiğini de sevebildiği bir kanal bulunca orada daha fazla kalmak ve durduğu yeri de işaretlemek istiyor tekrar geri dönmek için. Albümün genelinin enstrümantal olmasının sebebi şarkıları çaldığımız o ilk anın işaretlenmesi aslında. Çok yakın zamanda sözlü şarkıları da kaydediyor olacağız.

Albümün üretim sürecinde seni besleyen şeyler nelerdi? Albüme bir şekilde etkisi olduğunu düşündüğün müzik dışı elementler arasında hangileri öne çıkıyor?
İçinde lirik ifadenin az olduğu bir albüm üretirken bazı hislere, resimlere, kokulara takılıp kalmam ve oradan hiç ayrılmamam gerektiğini hissediyordum. En azından beni bunların beslediğine emindim. Hep içimi kemiren o duyguya, o mutlu korkuya ya da o resme aralıksız bakabilmemde albümün prodüktörleri Kerem Brumend ve Baran Gencer’in büyük desteği oldu. Teknik kayıt detayları bir kenara bu his bütünlüğünde hep onları ve Can’ı arkamda hissettim. Bu albüm bir kabusun sabahı, gördüklerini unutmak üzere olduğun o son an.

Albüm adını yeni yeni duymaya başladığımız genç plak şirketi Lu Records’tan çıktı. Lu Records’la yolun nasıl kesişti?
Bu yılın mayıs ayında kurulan ve ilk olarak Kelebekler filminin soundtrack’ini yayınlayan Lu Records’un kurucusu, aynı zamanda Gevende’nin sesi Ahmet Kenan Bilgiç’le uzun yıllardır birbirimizi tanıyoruz.  Ahmet’e albümün kaba halini ilk yolladığımda hayalim Ahmet’in istediği bir şarkıya kendine has vokalini / dilini vermesiydi. Albüm için yola ilk çıktığımızdan beri bu albümde Ahmet’in sesini duymayı çok istemiştim. Ama sonraki süreçte bundan çok daha fazlası oldu. Lu Records ekibi de buna inandı ve albüm hepimiz için ortak bir hal aldı. Sonunda albüm Lu Records’tan yayınlandı ve bence harika oldu.

Genel anlamda insanı yükselten bir auraya, yüksek bir tempoya sahip A Nightmare on Clawhammer Banjo. Sen albümün üretim sürecindeyken ne gibi duygular içindeydin?
Yüksek tempo, abartılmış yoğun hisler ve “Çalabildiğin kadar hızlı çal. İyi olan budur” durumu tam da bir müzisyen hikâyesi değil belki. Ama sanırım bu artık kendi açımdan geri alamayacağım ya da almak istemeyeceğim bir öğreti. Bunun yanında bir müzik dinleyicisi olarak müzikle kurduğum bağ, müzisyen olarak müzikle kurduğum bağdan daha kuvvetli. Keşke ilk Nirvana dinlediğimde içime dolan yoğunluğu ve şiddeti müzik yaparken de hissedebilsem. Albüm üretim sürecinde de bu farkındalıktaydım. Ve o “şiddetin ne hoş ne güzel şefkatin” durumunun peşine hep beraber düştük. Büyük oranda da başardık diyebilirim. Bu albümü dinlerken bazen sevdiğim bir punk şarkısını dinlermiş gibi hissediyorum.

Second grubundan sadık punk dinleyicilerinin bu albüme verdiği tepkiler nasıl oldu?
Hepsi beğendi sağolsunlar ama tabi beklentileri daha farklı. Bizi yıllar içinde hiç bıkmadan destekledikleri için onlara büyük bir teşekkür borçluyum. 2019 grubun 20. yılı olacak ve yeni şarkılardan oluşan bir albüm hazırlıklarına başladık yine Kerem ve Baran ile beraber. Güzel sürprizlerimiz olacak.

Son olarak albümün canlı performansları için nasıl bir kurgu planladığından bahseder misin?
Canlı performanslarımızın bir planı, bir akışı var ancak o an ne hissediyorsak onu çalmaya da çok açık. Albümde 2 şarkıda mızıka çalan Ali Somay da bize katıldı. Artık 3 kişi çalacağız ve Ali’nin yüksek enerjisiyle bize çok şey katacağını biliyorum.

Image
  1. Kuzey Afrika’nın yeraltı müzik sahnesinde yeni şifa seremonileri: “Contemporary Ceremonies”

    Fransız fotoğrafçı Celine Meunier’in Kuzey Afrika ülkelerindeki yeraltı müzik sahnesini, bu sahnede kendi arayışlarını ve sorgulamalarını müziksel üretimleri üzerinden gerçekleştiren müzisyenleri fotoğrafladığı serisi Contemporary Ceremonies, bize yabancı olduğu kadar benzerlikler de yakalayabileceğimiz bir alt kültüre pencere açıyor.

  2. Alternatif poster aslından daha güzel: Berkay Dağlar

    “Her filme farklı yaklaşmaya çalışıyorum. O filmin ortaya koyduğu veya koyması gereken reklamı nedir ona bakıyorum. Biraz da içgüdüsel…”

  3. 80’lerin asi gençliğinden ikinci baharındaki “gerçek” kadınlara: Visible Girls Revisited

    Anita Corbin’le geçmişin alt kültürlerinden bugünün toplumsal cinsiyet baskılarına uzanan sohbetimize hoşgeldiniz.

  4. Aklımdakiler: Mabel Matiz

    Türkçe pop müziğinin sınırlarını geniş bir ilham ağından çıkardığı yeni sesler ve orijinal stiliyle genişleten, bu yazı ise dördüncü stüdyo albümü Maya ile açan Mabel Matiz hem albüme hem de hayatına dokunan eş, dost ve iş arkadaşlarının aklındakileri soruları cevaplıyor.

  5. Aklımdakiler: Hazal Yılmaz (@anlamarama)

    Hazal Yılmaz’ın hikâyeleri ve denemelerinden bir araya gelen ilk kitabı "Anlam Arama" Mayıs 2018’de Karakarga Yayınları aracılığıyla ilk baskısını yaptı ve geride bıraktığımız yaza damgasını vuranlardan oldu. Kitap, ilk haftanın sonunda 4. baskıya girmişti. İkinci kitabının hazırlıklarını tamamlamak üzere olan Hazal Yılmaz’la konuşacak tabii ki çok şey var ve bu defa ona soruları gezgin yazarın ailesi ilan ettiği arkadaşları, sevdikleri, ilham kaynakları ve dokundukları soruyor.

  6. “Artık biz gazeteciler, iş insanı olmak durumdayız.”: NEVŞİN MENGÜ ve ÖZGÜR MUMCU

    Televizyon haberciliğine getirdiği yenilikçi ve kendine has üslubuyla tanıdığımız Nevşin Mengü, kariyerinin çarpıcı anları, 2009 yılında düzenlenen İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerini takip ettiği son kitabı "İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı?"nın macerası ve haberciliğin yanı sıra sporcu ve vegan kimliğiyle Özgür Mumcu’nun karşısında.

  7. A’dan Z’ye: Spider-Man

    Foto muhabirliğinden holding yönetimine, Green Goblin’den Venom’a; Spider-Man’e dair her şey.

  8. Şehre geniş bir ses skalası yayılıyor: Red Bull Music Festival İstanbul

    Beş gün sürecek ve farklı ufukları kesiştirecek Red Bull Music Festival İstanbul yaklaşıyor...

  9. Bir kabusun sabahında: Özgün Semerci

    Lu Records etiketiyle yayınlanan “A Nightmare on Clawhammer Banjo” üzerine...

  10. Lagos – Londra treni son hızda: Afrobeat’in bugüne yansımaları

    28. Akbank Caz Festivali, zengin programında geniş bir modern Afrobeat seçkisine de yer veriyor. Karl Hector & the Malcouns, Nubya Garcia ve Bixiga 70 gibi isimleri dinleyeceğimiz festival öncesinde, Afrobeat’in uzun soluklu yolculuğunun bugünkü yansımalarına bir bakıyoruz.

  11. Yunan Yeni Dalgası’nın süperstarı: Yorgos Lanthimos

    Yorgos Lanthimos, huzurumuzu kaçırmak üzere geri dönüyor. Yönetmenin son filmi The Favourite, Ağustos sonunda Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaparken Yunan yönetmeni dünya sinemasına tanıtan Kyonotodas, Türkiye’de ilk kez 17 Ağustos’ta vizyona girdi ve 23 Eylül’e kadar izlenebilecek. Lanthimos’un satirik, donuk ve provokatif filmografisini hatırlamak için ideal günlerden geçiyoruz sonuç olarak.

  12. Görünür olma zamanı: Sinema ve televizyon tarihinde trans karakterler ve trans oyuncular

    Scarlett Johansson’un trans bir erkeği canlandıracağı duyurulduktan sonra yoğun bir tepkiyle karşılaşması da gösteriyor ki, artık trans bireylerin sözde görünür olduğu bir sinema ve televizyon dünyasına razı değiliz. Trans karakterlerin transfobik bir bakış açısıyla yazılmadığı ve trans oyuncular tarafından canlandırıldığı filmler ve diziler beklentisindeyiz.

  13. A yüzü B yüzü: Javier Bardem

    En son Temmuz ayında Türkiye sinemalarına da uğrayan Escobar ile karşımıza çıkan Javier Bardem’in kariyeri ve kişisel özellikleri, münazara bağımlısı ikili Binnaz Saktanber ve Melikşah Altuntaş’ı A Yüzü B Yüzü’nde bir kez daha karşı karşıya getirdi.

  14. “Yaralı bir ruhla yaşadığımız kısa bir yolculuk”: Gürcan Keltek ve “Gulyabani”

    Yeni filmi "Gulyabani"nin dünya prömiyerini Ağustos ayında, geçtiğimiz sene "Meteorlar" filmiyle iki ödülle birden döndüğü Locarno Film Festivali’nde yapan Gürcan Keltek'in, yöntemleri, fikirleri ve duygularına yönelik anlattıklarına kulak vermek de fazlaca kafa açıcı ve ilham verici.

  15. Puslu travmalar atlası: “Sharp Objects”

    Geçtiğimiz yılın en önemli televizyon olaylarından Big Little Lies’a imza attıktan sonra bir kez daha çarpıcı bir mini dizi ile karşımıza çıkan Jean-Marc Vallee’nin kapkara ve vurucu televizyon tecrübesi Sharp Objects, tüyleri diken diken eden sekiz bölümle akılları baştan aldı.

  16. Alternatif kimlikler: Kült ve komünler üzerine belgeseller

    2018 yapımı belgesel Wild Wild Country, Osho öğretilerini takip eden bir grup müridin karıştığı politik skandalları ele almasıyla büyük ses getirdi. Kült ve komünlerin, ortak bir yaşam ülküsünün ötesinde tarihsel ve siyasi süreçlerle organik bir ilişki içinde olduğunu bize hatırlatması sebebiyle bu belgeselden ilham alarak farklı zaman dilimlerinde farklı amaçlarla ortaya çıkan komün ve kültleri, tarihsel bağlamıyla birlikte inceleyen belgesellerden bir derleme hazırladık.

  17. İştah kabartan emsalsiz serüven: Pir-i Lezzet

    Lezzet duyusunun tasvirine bu kadar kafa yoran, yer ayıran ve bunu layıkıyla yapan çok az roman vardır. 2017’nin Ekim ayında April Yayınları etiketiyle yayınlanan "Pir’i Lezzet", sıfır pişmanlık ve tam takır zevkten ibaret.

  18. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler