İnsan neyle yaşar: Kabahatliler #ayuff2023

Yazı: Eray Yıldız

Dünya prömiyerini bu yıl Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde gerçekleştiren Rodrigo Moreno imzalı Los delincuentes / Kabahatliler, Türkiye’de ilk kez Ayvalık Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Çeşitli tür ve biçimsel tercihlerin ustaca harmanlandığı film, Arjantin’in önemli yönetmenlerinden Moreno’nun Our Nighttime Story’den beş yıl sonra geri dönüşünü müjdeliyor. Sistemden her anlamda alacağı olan iki karakterinin dünyası arasında sıklıkla gidip gelen Kabahatliler, dikkatlice kullandığı tam üç saatlik süresi boyunca, işlerimizin kölesi olduğumuz bir hayatın yaşanmaya değer olup olmadığını tartışmaya açıyor.

Zaman dilimi ve mekân 

Arjantin’de herhangi bir zamandayız. Belirli bir döneme referans veren bir anlatıdansa Moreno, izlediğimiz hikâyenin dünyanın her yerinde ve her zaman yaşanabileceği fikrini benimsiyor. Filmde kullanılan cep telefonları, banka araç ve gereçleri ile mekân tasarımı gibi eşyalar üzerinden ancak tahmin yürütebileceğimiz bir zaman diliminde geçen filmi, kapitalizmin insanın hayatını cehenneme çevirdiği ilk günden bugüne tüm “modern zamanlar”a yazılmış bir anekdot olarak görmek mümkün.

Konu nedir?

Emekliliğine kadar her gün her saat çalışsa bile bir ömürlük emeğinin karşılığını asla alamayacağını fark eden banka saymanı Moran’ı izliyoruz. Çalıştığı bankada sıklıkla kasaya girip çıkan ve her gün yüklü miktarda parayı sayması gereken Moran, bir gün tüm o paraları alıp kaçmayı planlıyor. Geleceğe dair hiçbir umudu yok. 20 küsür yıl her gün bu bankaya gelip gittikten sonra saçma bir meblağ ile emekli olmak mı yoksa hırsızlık yaptıktan sonra teslim olup hapisten çıkınca çalıp sakladığı parayla başka bir hayat yaşamak mı? Film bu soruyu ortaya attıktan sonra Moran’ın bankadaki iş arkadaşı ve kendisi hapisteyken parayı saklamasını teklif ettiği Roman’la tanışıyoruz. Roman bu teklifi çekinerek de olsa kabul ediyor. Her şey planladıkları gibi gitse de film esas ilgilendiği meseleye, hiç hesaba katmadıkları o “küçük detaya” doğru emin adımlarla geliyor: Bizi dönüştüren ve başka birisi yapan zaman.

İlk intiba? 

Cannes’daki ilk gösteriminden bu yana övgülere boğulan Kabahatliler, yaşamak için çalışmak zorunda oluşumuzun karşısına, hiçbir şey yapmadan da insan olunabileceğine dair basit bir önermeyi koyuyor. Çalışmaya karşı durmak, şehre karşı doğa, topluma karşı bireysellik. Kapitalist hayatın bizi savurduğu noktaları trajikomik hatta bazen absürt anlarla gösteren Moreno’nun derdi bu naif zıtlıklar gibi gözükse de bir bütün olarak “anlamı” ve tutarlı olmayı da irdeleyen, kendi üzerine düşünen bir sinema yapıyor. Bir an için suç filmlerine has o soğukkanlı, hızlı kesmelerle dolu soruşturmaları izlerken; bir anda Yunan Tuhaf Dalgası’nı andıran, sıradanlığı yücelten bir rejide buluyoruz kendimizi. Film bolca sahip olduğu vakti, karakterlerini olduğu kadar bir film olarak kendisini de başkalaştıran, farklı sinema anlayışlarına uğrayıp orada bir süre kalabileceği şekilde kullanıyor.

Teslim olup hapse girmeden önce Moran âşık olduğu kadına bir noktada şöyle söylüyor: “Şehirde insanlarla karşılaştığında sana sordukları ilk soru ‘Ne iş yapıyorsun?’ oluyor.” İnsan yaşamının, basamakları çıkılan bir kariyere indirgenmesine, şehrin keşmekeşinde başka yerlerde kaçırdıklarımıza dair ilk kez izlediğimiz bir fikir değil bu belki ama izleyici olarak dikkati korumanın giderek zorlaştığı bu çağda üç saat gibi korkutucu bir süreyi çoğunlukla çaktırmayan, dediklerindense yaptıklarıyla öne çıkan bir film Kabahatliler

En çok neyi sevdin?

Aynı film içinde bir sürü başka film izlemeyi sevdim. Bir suç gerilimi olarak başlayıp karakterlerine ve motivasyona iyice alıştırdıktan sonra onlarla oynaması, geçirdikleri evrimi çeşitli anlatı unsurlarıyla sunması, yepyeni bir şey anlatmasa da kolaya kaçan bir sistem eleştirisi hatasına düşmeden riskler alabilmesiyle 2023 sineması içinde akılda kalacak işlerden biri. 

En az neyi sevdin?

Filmin pek de gerekli bulmadığım şekilde iki parçaya bölünmesi. Sinemada ekrana yazıyla başlık atmak suretiyle yapılan epizodik anlatımı, eğer zaman ya da mekânsal olarak izleyiciyi yeni bir anlam dünyasına taşımıyor ya da önceki bölüme paralel başka bir gerçekliğe evrilmiyorsa yabancılaştıran bir tercih olarak görüyorum. Bu film özelinde de zaten sürekli kılık değiştiren ve bir yerden sonra bu numarasını bilinçli olarak açık ederken, neden ikiye bölündüğü sorusu bende muamma olarak kalacak.  

Kimler sever?  

Anaakım ve klasik anlatının antitezi olarak ortaya çıkan, günlük sıradana ve “öylesineliğe” övgünün kalesi Fransız Yeni Dalgası’nı sevenleri buraya rahatlıkla alabiliriz.