New York’un ışıkları parıldarken, gölgelerde gerçek savaş yaşanıyor. Adaletin anlamını her gün sorgulayan biri geri döndü. Daredevil burada. Ve sadece yumruklarını değil; sarsıcı bir dönüşümü de getiriyor.
4 Mart’ta Disney+’ta yayına başlayan Daredevil: Born Again, Marvel evreninin fan favorisi karakterlerinden Matt Murdock / Daredevil ile yeniden Hell’s Kitchen sokaklarına götürüyor izleyiciyi. 2015–2018 aralığında yayımlanan Daredevil dizilerinin ardından gözü yollarda kalan fanlar için büyük bir heyecan dalgası yaratan yapım, “Born Again” ismiyle de Frank Miller ve David Mazzucchelli ikilisinin kült çizgi roman serisine selam çakıyor.
Dizinin yaratıcısı Dario Scardapane, yapımcısı Sana Amanat ve başrol oyuncuları Charlie Cox ve Vincent D’Onofrio ile Daredevil: Born Again’i konuşma fırsatı yakaladık.
Video: Deniz Bankal
Evet, kemikler kırılacak

Marvel’ın dizi ve film dünyasındaki sık değişim dalgaları içinde Daredevil: Born Again, şehrin nabzını tutmaya devam edecek mi? Bunu anlamak için yönetmenler Justin Benson ve Aaron Moorehad ile yapım ekibinden Brad Winderbaum’un kapısını çaldık.
Marvel televizyonu, son yıllarda dev bir evrim geçirdi. Peki ya Daredevil: Born Again bu değişim rüzgârlarına nasıl ayak uydurdu? “Başlangıçta planlanan altı bölümle ilerledik ve bunlar izleyiciler üzerinde beklenenden daha iyi bir test sonucu verdi. Ancak içimizde hep bir his vardı: Daha fazlasını yapabiliriz. Daha büyük, daha derin bir hikâye anlatabiliriz” diyor yapımcılar. Born Again sadece bir ad öbeği değil, dizinin tam anlamıyla yaratıcı bir yeniden doğuşunun içinde olduğunu anlatan bir sembol.
Daredevil, sert gerçekçilikle tanımlanan bir karakterdi. Ancak şimdi, çoklu evrenlerin ve tanrıların olduğu bir dünyada yer alıyor. Onun hikâyesini anlatırken sokakların gerçeğini nasıl koruyorsunuz?
Brad Winderbaum: Bence çizgi romanlara dönüp bakmak önemli. Bu serileri yaratan zihinler zaten bizim için büyük bir yaratıcı altyapı oluşturdu. Marvel’da büyük çaplı kozmik olayların yaşandığı dönemlerde, Daredevil’ın en ikonik hikayelerinin anlatıldığı zamanlar da oldu. Ama kimse onları birbiriyle çarpıştırmayı beklemiyordu.
Evet, Daredevil bazı büyük çaplı Marvel crossoverlarında yer aldı, ancak her zaman bir sokak kahramanı olarak kaldı. Onun hikâyesini okumamızın sebebi, bir paralel evrende uzaylılarla savaşması değil. İnsanlar Daredevil çizgi romanlarını açtığında, New York’un karanlık köşelerinde geçen daha gerçekçi, daha sert aksiyon hikâyeleri görmek istiyorlar.
Bu yüzden, üzerimizde onu uzaya göndermek ya da MCU’nun en uç noktalarına taşımak gibi bir baskı hissetmiyoruz. Dario’nun oluşturduğu dünyada, New York âdeta bir orta çağ krallığı gibi güç mücadeleleriyle dolu. Ve bu dünya, hikâyeyi anlatmak için fazlasıyla geniş bir alan sunuyor.
Bir süper kahraman hikâyesinin sınırları nasıl belirlenir? Özellikle, Daredevil gibi derin köklere sahip bir karakteri ekrana taşırken… İşte bu, Justin Benson ve Aaron Moorhead’in kendilerine sorduğu en büyük sorulardan biri olmuş. Moon Knight ve Loki gibi dizilerin ardından Daredevil: Born Again’i yönetmek, onlar için alışılmışın dışında bir deneyime dönüşmüş
“Moon Knight ve Loki’de mitolojilerle oynuyorduk.” diyor Moorehead ve ekliyor: “Büyük, eski hikâyelerden beslenen, görkemli ve stilize bir dünya kuruyorduk. Daredevil ise tamamen günümüz New York’unun içinde nefes alan, sokak seviyesinde bir karakter. Bu yüzden, daha gerçekçi, daha indie bir yaklaşım benimsemek zorundaydık. İzleyicinin kendisini o ânın içinde hissetmesi gerekiyordu. Abartılı bir anlatım, dizinin ruhundan çalardı.”
Marvel evreninde bazı karakterler ilahi güçlere sahipken, bazıları sadece sokakların kaosuyla savaşıyor. Daredevil bu ikinci gruptan. Dizinin yapımcılarından Brad Winderbaum, “Daredevil, New York’un bir parçası. O bir süper kahraman değil; bir şehrin ruhunu temsil eden bir figür.” diyor. “Bir Daredevil çizgi romanı açtığınızda Thor’u orada görmek istemezsiniz. Onun yerine, karanlık sokaklar, gri ahlaki alanlar ve Matt Murdock’un iç sıkıştırıcı ikilemlerini görmek istersiniz. Ve bunu, yeni dizide doya doya deneyimleyeceksiniz.”

New York için neredeyse Daredevil’in yancısı diyebiliriz. Born Again’e dâhil ettiğiniz New York’a özgü deneyimler nelerdi?
Aaron Moorehad: Dizinin bir New York hikâyesi olması bizi çok heyecanlandırdı. Gerçekten New York sokaklarında çekim yapabildik. Biz Los Angeles’ta yaşıyoruz ve burası film çekmek için fazlasıyla ideal bir yer. New York’ta çekim yapmanın ise farklı kuralları var. Örneğin insanlar sete girip çıkabiliyor ve onları durduramıyorsunuz. Bu yüzden, kamera arkası görüntülerinde oldukça ilginç New York anları yakalayabiliyorsunuz. Ama özellikle yapmak istediğimiz şeylerden biri de “gerçek New York”u göstermekti. Nitekim Marvel da bu konuda bizimle aynı fikirdeydi.
Bu nedenle, yakın arkadaşlarımız olan Sean ve Cass’in belgesel yapım şirketi Variate Productions ile çalıştık. Bizimle birlikte, şehrin nabzını nasıl yakalayabileceğimiz üzerinde çalıştılar. Şehrin olaylardan nasıl etkilendiğini göstermek istedik. Ve bunu yaparken onların imza niteliğindeki belgesel tarzını kullandık. Böylece olayların gerçekten yaşanıyormuş gibi hissedilmesini sağladık. Çünkü baş karakterlerden öte, her New Yorkluyu etkileyen bir hikâye anlatmak istedik. Harika bir soru, bunu çok fazla konuşma fırsatımız olmamıştı. Ama evet, New York ve New Yorklular dizinin büyük bir parçası.
Dizinin baş karakterleri Matt Murdock ve Wilson Fisk, adalet anlayışları arasındaki farkı yıllar boyu çizgi romanlarda, dizilerde ve filmlerde sergiledi. Ancak Born Again bölümlerinde göreceğimiz, ikisinin de karanlık taraflarıyla nasıl hesaplaştığı olacak: “Matt için şiddet, adaletin bir aracı. Ama her yumruğu, ruhunu biraz daha kaybettirdiğini bilerek atıyor. Wilson Fisk içinse şiddet, gücün kendisi. Adalet umurunda değil.”
Yani bu, klasik “kahraman ve kötü adam” hikâyesi değil; içinde çelişkiler barındıran bir karakterin hikâyesi. Daredevil: Born Again, gri tonlarla dolu bir dünyada, “haklı olmak için ne kadar ileri gidebilirsin?” sorusunu soruyor.
Benson ve Moorehead, karakterlerin bu yönlerini Charlie Cox ve Vincent D’Onofrio ile keşfetmenin keyfini çıkarmış belli ki. “Vincent bize Fisk’in ellerindeki tik hareketini anlattığında ağzımız açık kaldı.” diyor Benson. “Karakteri bu kadar derinlemesine düşünen oyuncularla çalışmak inanılmaz. Onların içgüdülerini takip etmek bizim için en büyük avantajdı.”

Diziye dair en büyük ödül neydi? “En insani ve en incelikli süper kahramanlardan birinin hikâyesini anlatabilmek.” diyor Moorehead. “Daredevil, sadece yumruk atan bir kahraman değil. O bir hukukçu, bir inanç adamı, çelişkilerle dolu bir insan. Onun dövüşü fiziksellikle sınırlanamaz; ahlaki bir mücadele de içeriyor. İşte onu diğer kahramanlardan ayıran da bu.”
Bu noktada, Daredevil’ın düşmanlarına karşı geliştirdiği savaş tarzının da Moorehead ve Benson için bir başka yaratıcı meydan okuma olduğu açık. Marvel evreninde süper kahraman dövüşleri sık sık stilize edilir; Daredevil ise tam anlamıyla bir sokak savaşçısı.
Marvel dizilerinin aksiyona doymuş izleyicisi için bir soru daha var hâliyle: Bu dizi yeterince kemik kıracak mı? “Dizide bolca aksiyon var, ancak her bir şiddet sahnesi bir amaca hizmet ediyor. Gereksiz kavga sahneleri yerine, hikâyeyi ve karakter gelişimini destekleyen sahneler oluşturduk. Her yumruk bir anlam taşımalı, her darbeyle güç dengesi değişmelidir.“


Aksiyon sahneleri konusunda Marvel, kalitenin nicelikten daha önemli olduğunu bu sefer daha da fazla vurguluyor gibi. Kısacası: Kemikler kırılacak, ama bunu boş yere yapmayacaklar.
Diziyi bir karakter draması olarak tanımlıyorsunuz. Ama dürüst olalım, hayranlar aynı zamanda heyecan dozu yüksek aksiyon sahneleri de görmek istiyor. Derinliği dövüş sahneleriyle nasıl dengelediniz?
Brad Winderbaum: Dizi aksiyon dolu, yoğun ve zaman zaman şiddet içeriyor. Ancak hiçbir şiddet sahnesini hafife almıyoruz. Hiçbiri rastgele değil. Daredevil: Born Again’de her aksiyon sekansı karakter gelişimini ilerletmek ve hikâyeyi anlatmak için tasarlandı. Ayrıca her biri bir bedel getiriyor, bazen çok büyük bir bedel. Dizide şiddet, gücün el değiştirmesiyle ilgili ve her bölümde bu güç değişimini daha dinamik yollarla işliyoruz.
Dövüş sahneleri için her karakterin kendine özgü bir tarzı olduğu söyleniyor. Bu karakter farklılıkları aksiyon koreografisini nasıl etkiledi?
Aaron Moorehad: Sektörün bu konudaki en iyileriyle çalışıyoruz. İkinci yönetmenimiz Phil Silvera aynı zamanda bizim aksiyon yönetmenimiz. Her şey tam olarak doğru bir yerde. Onun için motive edilmemiş tek bir yumruk bile yok. O bir düşünür, ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum?
Daredevil’ın hem oldukça sert hem de öldürmeyen biri olarak bilindiğini düşünürsek, bu onun dövüş sahnelerini oldukça ilginç kılıyor. Sadece ellerini ve bazen de copunu kullanarak dövüşüyor. Phil, bütün bunları yaparken Daredevil’ın ilkelerini korumasını sağlamak için yollar buluyor. Yani, Daredevil birine vurduğunda, o kişi kolay kolay yerden kalkmıyor. O gerçekten tehlikeli bir rakip. Aynı zamanda, biraz teatral bir yanı da var çünkü görünüşü bir şeytanı andırıyor ve kötüleri korkutmak istiyor.
Bunun yanında, Frank Castle gibi karakterler var. O tamamen acımasız ve insanları aşırı şiddet içeren yollarla öldürmesiyle tanınıyor. Bu yüzden, dövüşlerin bakış açısını ve kamera dilimizi karakterlerin temel felsefelerinden yola çıkarak belirliyoruz. Onların o anda ne yapmak istediklerine odaklanıyoruz. Çünkü sadece dövüşmek için dövüşmek pek ilgi çekici değil. Ancak, birinin amacının karşısındaki kişiyi öldürmek olmadığı durumlar, dövüşü daha ilginç hâle getiriyor. Biz de dövüş sahnelerini bu temele göre tasarlamaya çalışıyoruz.
Justin Benson: Evet, bu konuda pek fazla konuşmadık ama Phil Silvera ile çalışmanın en ilginç yanlarından biri şu: Diyelim ki Aaron ve ben onun bir dublör sahnesini izliyoruz ve bir yumruğun, bir tekmenin ya da herhangi bir hareketin neden yapıldığını soruyoruz. Aldığımız yanıt çoğu zaman, Charlie Cox ile yaptığı bir sohbetin ve onun çizgi romanlara dair okuyucu olarak görüşlerinin bir sentezi oluyor.
Bu gerçekten inanılmaz çünkü yıllardır bu karakter hakkında derinlemesine düşünen Charlie’nin felsefesini ve Phil’in çocukluk hayranlığından gelen çizgi roman aksiyonunu bir araya getiriyor. Bu, dublör koreografisini oluşturmanın çok güzel ve bilgilendirici bir yolu.
Aaron Moorehad: Evet, genellikle böyle sahneleri izlediğimizde, içinde inanılmaz derecede fazla detay barındırdığını fark ediyoruz. Justin’in deyimiyle, bu tam bir “yaratıcılık şöleni”. Çünkü burada çok ilginç ve gerçekçi karakterler var; dövüş sahnelerimiz asla yalnızca bir yumruk atışına indirgenmemeli. Her sahnenin arkasında insani bir motivasyon ve derinlik olmalı.
Gözleri göremeyen ama dünyayı herkesten daha net gören biri. Öldürmeyi reddeden ama şiddetin en saf hâliyle var olduğu bir dünyada savaşan bir kahraman. Daredevil: Born Again, tam da bu ikilemlerin üzerine inşa edilmiş bir dizi. Ve bu hikâyeyi anlatmak, ekip için sokakların tozuna bulanmış, yumrukların gölgelerde yankılandığı bir tutku projesi olmuş belli ki.
Born Again, sadece Daredevil’ın değil, adaletin de gölgelerden yükselişi. New York sokaklarında yankılanan bir çığlık. Daredevil geri döndü. Ve bu kez hiç olmadığı kadar gerçek.