Sadi Güran’ın yazıp çizdiği, bizim de yıllardır büyük bir heyecanla hem yaratım sürecine tanık olduğumuz hem de gözümüz yollarda beklediğimiz Sonsuzluk Dediğin 6 Gün isimli grafik romanla tanışmanız için kelimenin tam anlamıyla sabırsızlanıyoruz. Bu hikâyede yıllardır yanında olan bir karakter ile kendi distopyasında bir serüvene ortak ediyor Sadi. “Kendi distopyası”na bir vurgu yapalım; insanlık neredeyse yeryüzünden silindiği bu anlatının fonunda Sadi’nin yaşantısından mekânlar, coğrafyalar var. Anlatı fantastik unsurlar barındırsa da karakterlerimizin içinde nefes almaya çalıştığı koşullar da hiç yabancı gelmeyecektir. 

Sonsuzluk Dediğin 6 Gün, mart ayının sonlarında Nada Kitap etiketiyle yayımlanacak. Öncesinde Sadi’den hikâyenin nasıl şekillendiğini ve yaratıcı tercihlerinin ardındakileri dinledik. 


“Ben zaten günlük hayatta çoğunlukla gördüğüm, hissettiğim şekilde anlattım oraları. Başkalarıyla iletişim hâlinde olmadığım zamanlarda zaten o distopyada yaşıyorum bence.” 

Matruşka gibi bir hikâye anlatmışsın Sadi. Baştan finali gördüğünü düşündürse de hayrete düşürmek de gecikmiyor; hem üslubun hem stilinin çeşitlendiği bir serüvenle okuyucunun ayağını yerden kesiyor. Ne kadar zamanda çıktı senden bu macera? Bir yandan çizerek mi tamamladın yoksa önce zihninde beliren patikaya sadık mı kaldın?

O kadar mutluyum ki bu hislerin için. Öncelikle Barbaros karakterini yaklaşık 15-16 yıldır çiziyorum. Kafamdaki hikâyesi hep insanlığın yok olduğu bir dünyada tek başına takılması üzerineydi. (Aslında çocukluğumdan beri fantezimdi. Sonra büyüyünce bu fanteziyi Barbaros’a yükledim.) Bu okuduğun macera 2022 civarı Kabak Kök kampta bir gece gördüğüm rüyanın etkisiyle sabah takır takır yazmamla ortaya çıktı. Genel hikâye belliydi ama detayları biraz da kitapta gördüğünüz lokasyonlara tekrar giderek çıkarttım. Bazıları da yıllar içinde yazdığım ama asla kitaplaştıramadığım başka küçük hikâyelerin bu kitaba yedirilmesiyle çıktı.

Kaptan 88 ile geçirdiğin sürecin sence Sonsuzluk Dediğin 6 Gün’e nasıl etkileri / yansımaları oldu? 

Kaptan 88, grafik roman yapmak konusunda üzerimdeki ölü toprağını attı. Uzun ve çok emek isteyen bir macera ve o disiplini tekrar deneyimlemek, elim sıcakken Barbaros’un hikâyesine odaklanmak için güzel bir kamçı oldu. Bence bu kitabın ilk tohumları olan Bant’ın ilk yıllarındaki kısa çizgi hikâyelerim ve sonrasında gelen Netame ile baya yoğurdum kendimi ama zaman içinde Hey Jüpiter portrelerim gibi başka ifade yollarına kaymıştım ki şimdi tekrar bu formda hikâyelerimi anlatmak istiyorum.

Bzvidd’lerin görünüşü konusunda ne gibi referanslarla çalıştın? Kâğıda ilk düşüşlerinde neye benziyorlardı? Nasıl hikayeler karıştırdın, nasıl araştırmalar yaptın hikayeleştirme sürecinde? 

Aaahh Belinda (1986) filminde Güzin Özipek’in çocuklara söylediği ürkütücü “Dunganga” şarkısından geliyorlar biraz. Bzvidd’ler ilk nasıl aklıma düştülerse, ilk eskizlerini nasıl yaptıysam kitaptakiler de onlar. Sanki hep görmüşüm gibi çıktılar. Dünyanın bugün geldiği noktadaki hislerimin birebir yansıması. Gölge tiyatrosundaki Aziz’in hikâyesi de Şems’in yolculuklarını okurken karşılaştığım bir karakterden esinlendi.

Okuyucunun hiç çaba göstermek zorunda kalmadan içine dalabildiği bir atmosferi var kitabın. Bence tipografi de bu konuda çok büyük rol oynuyor. Harflerin çoğunlukla panellere sıkıştırılmamış hâlde ortalıkta salınması, fantastik dokunun bulanıklığına çok yakışmış. Metinlerle ilgili tercihlerin nasıl şekillendi? Kendin yazmaya kendini ikna etmen gerekti mi?

Eskiden beri bir sayfanın başına oturduğumda o sayfayı tamamen resmetmeyi seviyorum. Yani orada gördüğün bir portreyi çiziyorsam o kelimeyi de çizmem gerekiyormuş gibi geliyor ve ancak öyle içime siniyor. Kendi kitabımı yapmaya başladığımda da elbette her bir kelime oradaki bir figür oldu benim için.

Senin rotalarında vuku bulan bir distopyadayız. Bu kitabın yaratım süreci, mahalleni ya da sık gittiğin yerleri, mekânları algılayışında yeni kapılar açtı mı sence? 

Biraz şizofrence gelecek ama ben zaten günlük hayatta çoğunlukla gördüğüm, hissettiğim şekilde anlattım oraları. Başkalarıyla iletişim hâlinde olmadığım zamanlarda zaten o distopyada yaşıyorum bence. Bu kitabın bende açtığı kapı ise artık bir yerlere gideceksem, “orada nasıl maceralar geçer” gözüyle gideceğim, kesin.

Kadıköy’ü insanlardan (başka ve daha masum bir sebeple diyelim) arındırılmış hâlde bulsan ilk nereye gider, ne yapardın? Boğa’yı boyamak ne zaman gelirdi aklına sence?

Boğayı net boyarım zaten ama asıl madem ortada kimse yok Süreyya Operası’na girip sahnede bıcır bıcır bir şeyler anlatırım ya da bağıra bağıra şarkı söylerim.

Arada Küçük İskender, Sylvia Plath gibi şair ve yazarların kulaklarını çınlatıyoruz; Blade Runner, Aaahh Belinda gibi filmlere selamlar da var. Peki Sonsuzluk Dediğin 6 Gün’le aynı ruhu paylaştığını düşündüğün şeyler listesi çıkarmanı istesek…

O kadar çok şey var ki hayranlıkla, içinde benzer hisleri paylaştığım. Ama filtresiz ilk aklıma gelenleri sıralayayım:

My own private Idaho
Slowdive
Station Eleven
The Million Dollar Hotel
Cocteau Twins
Wristcutters A Love story

Sonsuzluğu sorgulayan bu hikâyenin zamanla nasıl bir ilişki kuracağını düşünüyorsun? Atıyorum bundan 30 yıl sonra ilk kez bu kitabı okuyacak birinin neler hissetmesini hayal edersin?

Bilge Karasu’nun, Tezer Özlü’nün kitaplarını okurken dönemlerinin toplumsal yapılarını, hislerini duyumsarsın ya; 30 yıl sonra bu kitapla karşılaşan biri çıkıp “O yıllarda ne kadar yalnızlaştırılmış insanlar.” der herhâlde. Bu yalnızlaşmada tutunabileceğin insanlarla karşılaşmanın kıymetini biraz yansıtabildiysem ne mutlu bana.

Sonsuzluk Dediğin 6 Gün için kitabın ötesine geçecek planların var mı? Ben “Faika” gölge oyunu için elimden geleni yapmaya hazırım, aklında olsun.

Of ne kadar güzel olur! Bunu bir düşünelim.

Öncelikle Barbaros ve Aziz’in ayrı ya da beraber başka maceralarına da dalmak en büyük isteğim. Bir yerlere gideceksem oralarda yaşatmak hikâyeleri… Bir de (bence her çizerin rüyası) bu karakterlerin oyuncaklarının olması. Bakalım zaman ne gösterecek. Onun dışında telefonumla çektiğim bir video da makineyle çektiğim bir fotoğraf da bu kitabın dünyasını devam ettiriyormuş gibi geliyor bana. Dediğim gibi o distopyada yaşamaya devam.

  1. SEDAT PAKAY’ın gözünden: JAMES BALDWIN ve İstanbul 

    Brooklyn Public Library’de 30 Mart’a dek ziyarete açık olan ve James Baldwin’in İstanbul’daki yaşantısını belgeleyen fotoğraf sergisini geziyoruz.

  2. Ortak anıların sıcaklığında: CHELSEA RYOKO WONG

    "Kendimi zihinsel olarak resmin içine yerleştirebildiğimde, orada olmak istediğim sahneleri üretebilmeme yardım ediyor.”

  3. Karşılaşmaların kıymeti: SONSUZLUK DEDİĞİN 6 GÜN

    Sadi Güran'ın yazıp çizdiği "Sonsuzluk Dediğin 6 Gün" isimli grafik romanla tanışmanız için kelimenin tam anlamıyla sabırsızlanıyoruz.

  4. Havada hep bir müzik var: TWIN PEAKS ve unutulmayacak karakterleri

    İlk bölümü 8 Nisan 1990’da yayımlanan "Twin Peaks"i 35. yaşında, unutulmaz karakterleri arasında dolaşarak anıyoruz.

  5. Kahramanın “sentetik doğal” yolculuğu: PANDA BEAR ve Sinister Grift

    Panda Bear ile yeni albümünün ortaya çıktığı koşulları ve pürüzsüz bir şarkı akışı hazırlamanın inceliklerini konuştuk.

  6. Dev bir arka plan, küçük ölçekli cereyanlar: CICI ARTHUR ve Way Through

    Chris A. Cummings ve Joseph Shabason’la Cici Arthur’un nasıl hayat bulduğunu, aralarındaki yaratıcı dinamikleri ve şarkılara sızan ayrıksı duygu durumlarını konuştuk. 

  7. WARHAUS: Teenage Kicks

    Warhaus, müzisyenlerin büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri kurcaladığımız Teenage Kicks serimize konuk oldu.

  8. Duygudurum: CEYLAN ERTEM – Sana Rağmen

    Sana Rağmen albümünün 7 Şubat’ta yayımlanan ilk kısmının his haritasını çıkardık.

  9. DAREDEVIL geri döndü. Bu kez hiç olmadığı kadar gerçek.

    Adaletin anlamını her gün sorgulayan biri geri döndü. Daredevil burada. Ve sadece yumruklarını değil; sarsıcı bir dönüşümü de getiriyor.

  10. Her şeyin mümkünlüğüne: UNIVERSAL LANGUAGE

    Matthew Rankin'in yönettiği Universal Language, zamanın da mekânın da iç içe geçtiği gerçeküstü sayılabilecek bir dünya kuruyor.

  11. BÉJART BALLET: Presbytère Yolu’ndan İstanbul’a 

    Béjart Ballet'nin Lozan’daki stüdyosunda artistik direktör Julien Favreau ve bale eğitmeni Siner Boquin ile konuştuk.

  12. Küçükken nasıl oynardınız? 

    Oyun; sen ne zaman istersen, nasıl istersen, zorunda olmadan yaptığın her şey olabilir.

  13. hmmm? - TESS ROBY

    Duygu durumları, mekânlar, zamanlar ve kaydedilenlere dair sorular sorduk. Kanadalı fotoğrafçı ve müzisyen Tess Roby arşivinden fotoğraflarla yanıtladı.

  14. Merhaba sevgili kaygılarımız: KUTSAL

    "Zamanında içinden çıkamayacağımızı sandığımız herhangi bir duruma başkası girdiğinde, onu en doğru anlayan ve en iyi telkin eden biz oluruz. Seyircinin çoğu bunu hissediyor."

  15. Hazzı ve hikâyeleri kutlamaya davet: NADINE MIGESEL ile Queer Joy üzerine

    "Kuir varoluşun doğrulanması için belirli bir görünüme ya da kimliğe sahip olmak gerekmiyor. Herkesin kendi hikâyesi var ve bu hikâyelerin paylaşılmaya değer olduğuna inanıyorum."

  16. 55 ALBÜM: Ocak - Şubat 2025 best of

    “Ne dinlesek?” diye soranlara, yılın ilk iki ayından yerli – yabancı karışık 55 albüm.

  17. Künye

    .