“Ne dinlesek?” diye soranlara, yılın ilk iki ayından yerli – yabancı karışık 55 albüm. Sıralama kronolojik.


9 OCAK: Brigid Mae Power – Songs For You
(BMP)

İrlandalı müzisyen Brigid Mae Power yeni albümü Songs For You’yu cover versiyonlara ayırmış. Bir önceki albümünde bir Tim Buckley yorumuyla bunu ipuçlarını veren Power; Roy Orbison, Neil Young, Cass McCombs, Bert Jansch gibi işinin ehli isimlerin şarkılarının yanı sıra bir de Television coverlıyor. Şarkılar hayatta olmayan babasının ona küçükken çaldıklarından seçilmiş. Bu da şarkılarla daha derin bir duygusal bağ kurabilmesini ve eforsuz şekilde çalıp söyleyebilmesini sağlamış. Ayrıca Ceramic Dog’dan bildiğimiz, sevdiğimiz basçı ve prodüktör Shahzad Ismaily de katkılarını sunmuş albüme. Soğuk havalarda evdeki huzur katsayınızı yukarı çekebilecek bir çalışma. 


10 OCAK: Lambrini Girls – Who Let The Dogs Out
(City Slang)

Lambrini Girls’ün yeni albümü âdeta “nefes almaya kimin ihtiyacı var?” benzeri bir motto ile yazılmış. Açılış şarkısı “Bad Apple”da polis şiddetini eleştiren ve bizim adımıza da sinirini çıkaran solist Phoebe Lunny bir an bile durmuyor ve ses telleri için bir küçük endişeleniyoruz. Albüm baştan sona kadın düşmanlığı, homofobi, kapitalist sistem, patriyarka, polis teşkilatının yolsuzlukları ve vahşiliği gibi temaların eleştirilerinden daha kişisel meselelere doğru gidiyor. Lambrini Girls bağırıp gitarlarına yüklendikçe içimizin yağları eriyor. Solist ve gitarist Lunny ve basçı Lilly Macieira ikilisinden oluşan grubun debut albümü yüksek sesli ve emin adımlarla giriyor punk sahnesine. Senenin ilk ayında çoktan pas geçilmemesi gereken bir güzellikle karşı karşıyayız, bizden söylemesi. 


10 OCAK: Skinner – New Wave Vaudeville
(Faction Records)

Gunge (2021), Commandeer Trainwreck (2022) ve Geek Punk (2024) EP’leri ardından baş gösteren ilk uzunçalarıyla listemize almadan edemediğimiz Skinner, Dublin menşeli  multi-enstrumentalist ve prodüktör Aaron Corcoran’ın liderliğinde bir proje. Vokallerde gözlemci sözlerini yarı spoken word, yarı slogan formatında döşediği New Wave Vaudevillain, 70’ler ve 80’lerin New York’uyla özdeşleşen No Wave akımından ve bunun karakteristiklerinden fazlasıyla beslendiğini hiç gizlemiyor. Buna rağmen fazlasıyla dans odaklı olup süresince akla sıkla “indie sleaze” tamlamasını getiren işte sıkça kullanılan bongo ritimleri kulakları tazeliyor, çılgın saksafon cümleleri ise kanı kaynatıyor. Hayatın gündelik engelleri içinde farklı ve özgün kalabilmenin değerini pekiştiren eğlenceli bir kayıt.


10 OCAK: Franz Ferdinand – The Human Fear
(Domino Recording / GRGDN Müzik)

Korkuların, endişelerin, bıkkınlıkların zamanında, Glasgow merkezli grup Franz Ferdinand bütün bu sorunlara iyimserliğiyle cevap veriyor. Bu sefer daha olgun ve daha az cüretkâr hâlde. Grubun altıncı albümü The Human Fear, akışında yer verdiği 11 şarkısıyla pozitif zevkleri Britpop etkisiyle sunuyor ama parçalarda onların erken yıllarıyla özdeşleşen punk coşkusunun belirgin bir kaybı var. Solist Alex Kapranos’un yaşamayı umursayan söz yazarlığı yerli yerinde olsa bile her şey olması gerekenden biraz fazla tatlı duyuluyor bu koleksiyonda.


17 OCAK: Kele – The Singing Winds Pt. 3
(Kola)

Dört bölümden oluşacak “The Elements” albüm serisinin üçüncüsü The Singing Winds Pt. 3, Bloc Party grubundan tanışık olduğumuz Londralı müzisyen Kele Okereke’nin karantina zamanı mutfağında pişenlerin bir diğer durağı. Enstrümantal elektronik tınılardan Güney Afrika dans estetiğine uzanan atmosferi, Kele’nin aşklarını, geçmişini, bunalmışlıklarını ortaya döküyor. O anlattıkça genişleyen parçalar sırtında birikenleri dökmüş ve rahat nefes almış bir karakter katıyor yolculuğa.


17 OCAK: Ela Minus – DÍA
(Domino Recording / GRGDN Müzik)

Kolombiyalı müzisyen Ela Minus; soğuk, kararlı, mücadeleci hâlde hayatı anlamlandırmak için ne yapacağını çok iyi biliyor: Onu yıkmak. Her şeyi parça parça etmenin özgürleştirici ve ait hissettiren yanını anlatan DÍA ile yalnızlık, acı, inanç, aşk gibi tüm yaşam deneyimlerini uğultulu synthlerin, cızırdayan robotik estetiğinin içine atıyor, yakıyor ve alevleriyle dans ediyor, ettiriyor. 10 parçalık bir elektronik isyana ses veren koleksiyon gecenin, cesaretin ve sahiden bir şeyler hissetmenin gücünü yaşatıyor. “Dizlerimin üstündeyim. Bir inanç bulamadım. Yine buradayım. Her şeyi kırılıncaya kadar büküyorum.”  


17 OCAK: Mac Miller – Balloonerism
(Warner Records Inc.)

Yedi yıl önce aramızdan ayrılan Mac Miller’ın Circles (2020) ardından arşivlerden çıkarılan ikinci albümü. Hayatının en karanlık dönemlerinde bile bu denli ayrı ve özel bir iş çıkartmış hâliyle öteki taraftan tekrar buruk ama emin bir selam çakan Malcolm James McCormick, Baloonerism üstünde GO:OD AM (2013) zamanları ve çoğunlukla 2014’te uğraşmış. Gişe gelirleri Pittsburgh’lü rapçinin adına şehrin genç müzisyenleri destek amaçlı kurulmuş fona gidecek aynı isimli bir kısa film eşliğinde, ölüm yıl dönümüden iki gün önce çıkan albüm, içeriği Mac’in ölümünden soyutlandığında da üzücü ve düşündürücü bir dinleti. Müzikal anlamda belki de en ruhani, “memento mori” işi. Bizi SZA, Thundercat gibilerinin on yıl öncesine götürmek işlevi de çok acayip. Buğulu ve bet yerleri olduğu kadar rahat ve havadar bir uzunçalar.


24 OCAK: FKA Twigs – EUSEXUA
(Young / GRGDN Müzik)

10 yıl kadar önceki debut albümüyle müzik âlemine tam anlamıyla bomba gibi giriş yapan Tahliah Barnett namıdiğer FKA Twigs; çok da etki yaratmayan oyunculuk kariyeri ve özel hayatıyla gündem olduğu haberlerle beraber 2019’dan beri, 2022’deki mixtape’ini saymazsak, resmî albüm işlerine ara vermişti. Geri dönüş ise gayet sağlam. Önceki albümlerden de “suç ortağı” Koreless’ın da katkılarıyla sanırız kariyerinin en sağlam işiyle karşımızda. Albüm her ne kadar pop hassasiyetleriyle kotarılmış olsa da elektronik müziğin son 30 yılından ve farklı türlerinden soundlarını alıyor ve bunu bayat tınlamadan da şarkılara yedirmeyi başarıyor. FKA Twigs olgunlaşmış, ne istediğini bilen biri gibi duyuluyor; bunu da kesinlikle 2025’de bolca duyacağımız bu şık albüme yansıtıyor. Keyifle tüketiniz.  


24 OCAK: Matt Berry – Heard Noises
(Witchazel)

It Crowd ve What We Do in The Shadows gibi dizilerle tanıdığımız oyuncu ve müzisyen Matt Berry’nin psikedelik tınıların merkezde olduğu diskografisinin 11. durağı Heard Noises, 60’lar California’sının parlak renklerini Berry’nin alışılmış melodi oyunları ve dönemin ruhunu yakalayan anlatımıyla zahmetsizce birleştiriyor. Koleksiyon, tekrara düştüğü yerlerde ise  The Shins’ten Eric D. Johnson, Phil Scragg, Rosie McDermott, Kitty Liv, Natasha Lyonne ve Berry’nin annesinin de içinde bulunduğu ve S. Club 60s Choir gibi konukların katkısıyla enerjisini sürdürüyor. Özellikle Kitty Liv’in yumuşak vokalleriyle ışıltılı bir 60’lar pop şarkısına dönüşen “I Gotta Limit” ve Natasha Lyonne’nun spoken-word performansıyla zenginleşen “I Entered as I Came” parçaları albümün öne çıkanlarından.


24 OCAK: Rose City Band – Sol Y Sombra
(Thrill Jockey)

Wooden Shjips ve Moon Duo’dan sonra Rose City Band ile de “ses“ getirmeye devam eden müzisyen Ripley Johnson, grupla beşinci albüm Sol Y Sombra’yı yayımladı. Fazla istikrarlı bir sounda sahip, neredeyse tek bir şarkı dinliyormuş hissine kapılmanızı sağlayabiliyor ama bu da kötü bir şey değil. Albümün yıldızı ise lap steel’deki Barry Walker. Şarkılara country rock ve Americana tadını veren en güçlü öge o albümdeki. Yolda, otobanda dinlemek için birebir. Adı gibi “güneşte de gölgede de” gideri var.


24 OCAK: Mogwai – The Bad Fire
(Rock Action Records)

Mogwai 30. yılında köklendiği yerden 11. kez bir albümle sesleniyor. İsmi Glasgow’da işçi sınıfının cehennem tanımıyla aynıThe Bad Fire, anlatım tavrını da buraya dayandırıyor. Koleksiyonun melankolik ve puslu hâli belirgin dünyası, dinleyiciyi derinlere indirmeyi görev edinmiş döngüsel synthleri, birbirine eklemlenmiş gitarları, aralara gizlenmiş vokali ile grubun yaşantısının enstrümantal bir anlatıcısı. Kapanış parçası “Fact Boy” ise umudu çağıran bir sonu ihmal etmemiş.


24 OCAK: David Allred – The Beautiful World
(Erased Tapes)

Bir aile dostu olan Lauren’in genç yaştaki intiharının ardından bünyesini saran tüm tortuları akıtmanın yolunu piyanosunun başına geçmekte bulmuş Portland’da yaşayan besteci David Allred. 11 parçalık albüm müzisyenin terapi alanındaki çalışmalarına, kendiyle uzlaşma çabalarına ve derinlere serpilmiş mizah kırıntılarına temas ediyor. Allred’in de albümün merkezi noktası olarak tanımladığı “Oh Lauren” ile kederlenip, onu takip eden “The Door”un synth sarmallarında kaybolmak tesiri yüksek bir dinleyiş deneyimini beraberinde getiriyor.


24 OCAK: Waldo’s Gift – Malcolm’s Law 
(Severn Songs)

Bristol çıkışlı Waldo’s Gift, doğaçlama seanslarından filizlenen müzikal üretimlerinde progresif rock, caz, drum’n’bass, noise gibi ayrıksı yaklaşımları eforsuzca bir araya getiriyor. Gitar-bas-davul üçlüsünün, Ishmael Ensemble’ın kurucusu olduğu Severn Songs etiketiyle yayımlanan albümdeki tüm parçalar canlı kaydedilmiş. Davulcu James Vine, albüm hakkında “Hepimiz fiziksel olabilecek çalabileceğimiz şeylerin sınırında geziyoruz. Eğlence de tam olarak buradan geliyor.” demiş. Grupla geçtiğimiz yıl ODTÜ 28. Rock Şenliği’nde gerçekleşen ilk Türkiye konseri öncesinde yaptığımız röportaj da meraklısı için burada.


31 OCAK: The Weeknd – Hurry Up Tomorrow
(Republic Records)

“Ama yine de The Weeknd’i öldürmek istiyorum.” Duygusunu bu cümleden alan After Hours üçlemesinin son halkası Hurry Up Tomorrow, The Weekend personasına bir cenaze töreni niteliğinde. Bu isimle yayımladığı son albüm, şöhret olmanın gerçekliğine inmekten korkmayan, depresif ve karanlık ama aynı zamanda parıltılı synth-pop sesleri, retro R&B tonlarının, kadifemsi vokallere karıştığı kişisel bir anlatı. Florence + the Machine, Lana Del Rey, Travis Scott, Justice gibi isimlerin de parçası olduğu 22 şarkılık hikâye, günah çıkarıyor, yüzleşiyor ve Abel Tesfaye’ye yol açıyor. 


31 OCAK: L.S. Dunes – Violet
(Fantasy Records)

Pandeminin ortasında, post-hardcore sahnesinin yıldızları Anthony Green, Frank Iero, Travis Stever ve Tucker Rule, yaratıcı bir çıkış yolu arayışıyla bir araya geldi. L.S. Dunes, bir süpergrup olmanın ötesine geçip, ilk albümleri Past Lives’tan sonra kendine has bir dinamik yaratmayı başarmıştı. Daha çiğ bir enerjiye sahip olan ikinci albümi Violet, epik yapısında daha pozitif ve tutkulu bir bakış açısı ediniyor kendine. “Machines” gibi parçalar, ağır ağır büyüyerek devasa nakaratlara ulaşırken, önceki albüm Old Wounds’un gergin yapısı yeni albümün tansiyonuna da karışıyor. Anthony Green’in her an patlamaya hazır sesi, Frank Iero’nun karmaşık gitarları ve ritim bölümü arasındaki uyumlu işbirliği ise grubun güçlü kimyasının bir meyvesi.


31 OCAK: Shoukran – İhtimal
(Tantana Records)

2016’dan beri Gözyaşı Çetesi’ne bahşettiği besteciliği ve şarkı söyleyişi ile tanıdığımız Şükran Pınar Balcı, solo kariyerine sakin ama emin bir adımla başladı. İki yıl önceki Bina konserinde kimi orijinallerinin ucundan tattırdığı şarkılarını, gitarı eşliğinde Dalyan deltasında üretmeye devam etmişti. Devamını Ayyuka’dan Özgür Yılmaz ve seçili işler için de kurucu-çeteci Umut Arabacı ile son şekline getirdiği İhtimal, Balcı’nın -albümün kapağıyla alakası olmasa da- en çıplak hâli. “Sır”, “Matem”, daha olmamış anıları özleten klas folk numarası “Nar Bahçesi”, albüme ismini veren hipnoz etkili şarkı…  Gözyaşı Çetesi’nden “Gel”in ters köşe yorumunu da grubun sevenleri mutlaka bir dinlemeli. Akustik-elektrik, psych-folk gibi tanımlanabilecek işte Yılmaz’la birlikte bazı parçalarda Nirvana akorlarında takılıp odayı karartıyor, bazılarında ise çöllere götürüyorlar. Ilık havası, atmosferi ve yıllardır katman katman kanal içinden sıyrılarak ön cepheden seslenen birini bu kadar öz ve “tek” duymanın cazibesi albüm süresince tazeliğini yitirmiyor.


31 OCAK: Bonnie Prince Billy – The Purple Bird
(No Quarter)

Son 30 yılın en çalışkan müzisyen ve bestecilerinden biri Bonnie Prince Billy. Bu kadar sık ve kaliteli albümler yayımlayan bir isimden beklentileriniz bellidir, sizi şaşırtması zordur. Billy yine de bunu başarıyor. Yeni albümü country sularında yüzerken, aralarda Britanya folk’una da kolları çarpıyor. Genelde prodüktör kullanmazken, daha önce Johnny Cash ile de çalışmış David Ferguson’u olaya dâhil etmesi, konuk şarkı yazarları; New Spawn Ranch Singers’ın harika geri vokalleri, alıştığımız sounduna göre daha parlak ve temiz bir yaklaşım ve tabii ki harika şarkılar derken albümün müzisyenin diskografisinde kendini gösteren bir yere sahip olacağı kesin. Özellikle 1980’den bir The Clark Sisters cover’ı olan “Is My Living in Vain?”, Bonnie Prince Billy külliyatının nadide parçalarından biri oldu bile bizce şimdiden. 


31 OCAK: Cymande – Renascence
(Cymande / BMG)

Londra’nın eski soul funk sahnesinden kendi içinde devasa bir müessese olan Cymande’nin kesintili de olsa 50 yıllık ömürlerindeki altıncı stüdyo albümü. Hâlen Patrick Patterson – Steve Scipio ikilisinin yönetiminde akan ekibin 2012’deki ikinci bir araya gelişlerinden beri çıkardıkları en vurucu uzunçalarla geri dönüşünü damdan çatıdan haykıran orkestra, konuklu parçaları eksik etmeyip kalan alanı gülümseten boplar, demli jamler ve balladlara bırakmış. Destansı olmayı hedeflemiş albümle muhteşem geri dönüşlerini bayadır hazırlamış ekibin seçkisi, alıştığımız tınılarına kıyasla daha ağırbaşlı: Perküsyon ve yaylıları nasıl böyle uydurdular, flütler, tüm o desenler… Hâlâ baki sorunlara dair büyük sualler sorarken groove’dan alıkoymuyorlar. Leziz. Jazzie B.’li ”How We Roll” ve “Coltrane” hepten hayret ettiren parçalarından. 


31 OCAK: Fadi Tabbal – I recognize you from my sketches
(Ruptured Records)

Lübnanlı müzisyen, prodüktör ve ses teknisyeni Fadi Tabbal’ın altıncı stüdyo albümü. Gitar, synthesizer ve kaset bantlarından oluşan ses paletiyle sınırların hepten yok olduğu manzaralar inşa ediyor bu koleksiyonda Tabbal. Hafıza, kimlik ve kişisel gelişim gibi temaları kurcaladığı kompozisyonları, eşine az rastlanır bir pürüzsüzlük ile bir döngü yaratıyor. Atmosferik olduğu kadar duygusal, kişinin kendi içinde farklı köşelerle temas etmesini sağlayan bir albüm.  


31 OCAK: Maribou State – Hallucinating Love
(Ninja Tune / GRGDN Müzik)

Chris Davids ve Liam Ivory ikilisi, yedi yıl aradan sonra iyileştirici yeni albümleriyle geri döndü. Tazecik, ışıl ışıl, çiçekli hâlde. Pandemi, anksiyete, kronik uykusuzluk ve Chris’in chiari malformasyonu (beyincik sarkması) teşhisi konulduğu dönemle birlikte kaygı dolu hislerin içinde pişen koleksiyonun arzusu iyi hissetmek. Yazı çağrıştıran hafif synthlerin, rol çalmayan davulların, ipeksi vokallerin funk sesler içerisinde yeşillendiği Hallucinating Love, umudu çağırabilmeyi başarmış. 


7 ŞUBAT: Squid – Cowards
(Warp Records)

Her işiyle övgü dolu cümlelerle kulaklarını çınlattığımız gruplardan biri Squid. 2019’daki Town Centre EP’sinden bu yana modern grup müziğine getirdikleri yaklaşımın onları çağdaşlarından farklı bir yere konumlandırdığına şüphe yok. Eğilip bükülmekten hiç korkmayan bir grup olduklarını, kendini tekrarlama fikrine karşı bir alerji geliştirdiklerini çoktandır biliyoruz. Marta Salogni ve Grace Banks’in prodüksiyonunu üstlendiği üçüncü Squid albümünün de karşı koyması pek mümkün olmayan bir çekim gücü var. Artık keşfeden değil; taradıkları geniş mi geniş alanın ücra köşelerinde kararlı kazılarını sürdürmeye devam eden bir grubu dinlemek büyük bir konfor. Yaylı dörtlüleri ve konuk müzisyenler; dibini asla bulamadığımız için tekrar dönmenin şart olduğu kuyulara dalıp çıkan bu kurgunun bütünlüğüne dikkate değer katkılar yapmış. Dinledikçe damaktaki tadı kabaracak, referanslarını kurcaladıkça yeni anlamlar kazanacak şarkılardan oluşuyor Cowards. Yine de yer yer eski usul freakout anlarını da arattığını söylemeli.


7 ŞUBAT: Rats On Rafts – Deep Below
(Fire Records)

Rotterdam merkezli post-punk grubu Rats On Rafts, diskografilerinin dördüncü durağı olan Deep Below ile iyiden iyiye tekinsiz arazilere dalıyor. Grubun şimdiye kadarki en melankolik ve buğulu dinletisinin toplamı dokuz şarkı. Umutsuzluk anlarına tutunabilmek için kendisine hipnotik synth sesleri, yankılı vokaller ve döngüsel gitarlardan başlayıp; yaşam, yabancılaşma, iklim krizi ve ruhu tüketen politik başlıklara uzanan bir harita çiziyor. Kan basıncını düşüren bu gri yapısının yanında, kasları gevşetip rahatlama veren bir koleksiyon.


7 ŞUBAT: Sharon Van Etten & The Attachment Theory – Sharon Van Etten & The Attachment Theory
(Jagjaguwar)

Sharon van Etten ve grubu The Attachment Theory’nin ilk defa tam anlamıyla bir iş birliği içinde yaptıkları albümü “Bunca zaman nerelerdeydi?” dedirtiyor. Van Etten’ın kendini bir anlamda teslim ettiği, yapım sürecinde yeni fikirlere ve enerjilere açık olduğu albümün zenginliğinden ve tazeliğinden anlaşılıyor. Yer yer tekrarlayan akorlar, güçlü vokaller, synthesizer konusunda elini korkak alıştırmaması ve şarkıların verdiği büyük “anthem” hissiyle seksenleri hatırlatan proje müzisyenin artık ustalaştığı indie folk evreninden bir kopma sunuyor. Hem yıllardır birbirlerini tanıyan sanatçıların birbirini anladığının ve daha ileriye taşıyabileceğinin hem de konfor alanlarının bir tık dışında ne kadar güzel işler çıkarabileceklerinin iyi bir örneği Sharon Van Etten & The Attachment Theory.


7 ŞUBAT: Moses Yoofee Trio – MYT
(LEITER)

2020’de kurulduktan sonra Berlin caz sahnesinde bir şehir efsanesine evrilen Moses Yoofee Trio, 2024’te German Jazz Prize’ın prestijli Yılın En İyi Canlı Performansı ödülünü kazandı. Grubun yolu ilk uzunçaları, Nils Frahm’ın kurucusu olduğu plak şirketi LEITER aracılığıyla yayımlandı. Piyano-bas-davul kurulumuyla her şarkıda kıvrımları dallanıp budaklanan patikalara rehberlik ediyorlar. The Bad Plus ya da Go-Go Penguin gibi gruplara ilgi duyuyorsanız ıskalamayın. Üçlünün Babylon Picks serisi kapsamında 13 Mart’ta vereceği ilk İstanbul konserinin biletleri de burada.


7 ŞUBAT: Ceylan Ertem – Sana Rağmen
(Jaya Records)

Ceylan Ertem, diskografisinin altıncı durağında uzun soluklu bir deneyim yaşatacak. Nitekim tam 20 parçadan oluşan albüm, iki bölüm hâlinde yayımlanıyor. Geçmişle geleceği, gelenekle yeniliği aynı potada eriten koleksiyonun ilk yarısı, Ceylan Ertem’in müzikal kimliğini sürekli yeniden inşa eden ve sınırlarını genişleten bir sanatçı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Beste ya da icralarıyla albüme katkıda bulunan isimler arasında Sena Şener, Mabel Matiz, Ediz Hafızoğlu, Duygu Soylu, Cihan Mürtezaoğlu ve Sezen Aksu da var. Devamı için beklemedeyiz.


7 ŞUBAT: Heartworms – Glutton for Punishment
(Speedy Wunderground / PIAS)

Kısmetinin nacizane etiketle kesişmesi ile ufkumuzda kara bir kutup yıldızı olma yolunda ilerleyen Josephine Orme ilk resmî albümüyle listemize girmese olmazdı. Dan Carey’nin bizzat gözettiği prodüksiyonu hırslı ve yoğun ama bir o kadar da net. Keskin bir işçilik var, özellikle synth ve ritim katmanlarında. Hafiften dance-punk ve grunge etkileri de mevcut, fakat alabildiğine gotik noir bir atmosferdeyiz. Şarkılar karamsar ama oldukça coşkun. Bu, yakın zamanda havacılığa tutulmuş Orme’nin militer estetiğinden de kaynaklanıyor. Jojo’nun vokal üslubundaki git-geller, bazen hangisine tutunsanız emin olamamanıza sebep veriyor. Yine de bu onun yolculuğuna atılmaktan sizi alıkoymasın. Albümün motorik ihtişamı “Warplane”, yaylı süslemeleri ve gerek cerrahi vuruşlarla, gerek yaratanına acınmayan crash zilleriyle koleksiyonun en dile dolanan, zihne bulaşan parçası -esiri olduk. 


7 ŞUBAT: FACS – Wish Defense
(Trouble In Mind Records)

Chicago’nun karanlık post-punk sahnesinin dikkat çekici isimlerinden FACS, altıncı albümünde eski gitarist / yeni basçı Jonathan Van Herik’in dönüşüyle yine gergin, hipnotik ve katmanlı bir ses dünyası kuruyor. İsmiyle hayali bir öz-savunmayı çağrıştıran albüm, içe dönük bir hesaplaşma ve benlik sorgusuyla dolu. Girdap gibi ritimler gerilimi yükseltirken, itiraf niteliğindeki sözler bu yoğun atmosferin içinde bir tür rahatlama ve şeffaflık sunuyor. Mayıs 2024’te Electrical Audio’da Steve Albini eşliğinde kaydedilmeye başlanan albüm, Albini’nin vefatıyla Sanford Parker tarafından tamamlanmış; son miksler ise Albini’nin notlarına sadık kalınarak John Congleton’ın elinden çıkma. 


14 ŞUBAT: Tokyo Bliss – Japanese Funk, Boogie & City Pop from King Records 1974-88
(Wewantsounds)

Funk Tide ve Tokyo Glow gibi popüler toplamaların küratörü, plak dükkânı sahibi ve selector DJ Notoya, bu kez zaman makinesinin başlangıç noktasını 1970’lerin ikinci yarısına sabitleyip King Records arşivlerine dalıyor. Kıvrak groove’larla son yıllarda tekrar revaçta olan city pop janrının Japonya dışında pek tanınmamış isimlerinden güzellikleri bir araya getiren toplamada yer alan 10 parça, King Records ekibi tarafından remaster edilmiş. Kapak görseli de Manuel Sepulveda imzalı.


14 ŞUBAT: Marshall Allen – New Dawn
(Week-End Records)

Marshall Allen rehberliğinde Sun Ra Arkestra’nın zamansız ruhunu günümüze taşıyan, kozmik bir serüven. 99 yaşındaki Allen, saksafonu ile galaktik bir keşif alanı yaratırken, albüm bir bilinç akışı formunda ilerliyor. Meditatif pasajlar ve sarmal senkoplar arasında süzülen bu kayıt, spiritüel caz alanında hâlâ yeni titreşimler yakalamanın mümkün olduğunu kanıtlıyor. New Dawn bir vedadan çok, sonsuz bir devinimin ifadesi gibi; geçmişi onurlandırırken yeni ufuklara açılmaktan çekinmeyen bir ses evreni. Albüme ismini veren parça da Neneh Cherry eşlikli.


14 ŞUBAT: Mantar – Post Apocalyptic Depression
(Metal Blade Records)

Almanya’nın Bremen şehrinden seslenen sludge metal ikilisi MANTAR, üç yıllık aranın ardından yeni bir albümle aramızda. Otoritelere göre diskografilerinin zirve noktası olan Pain Is Forever And This Is The End albümünün ihtişamının ardından beklentilerin aksine kaseti başa sarıyor ve yolculuklarının ilk yıllarındaki çiğ, suratın tam ortasına atılmış bir yumruk tadındaki sound’a dönüyor ikili. Açılış parçası “Absolute Ghost”un feedback’li introsuyla ile sanki MANTAR stüdyosunda yerimizi alıyoruz ve 12 şarkılık bu performansa onlarla birlikte ter atarak eşlik ediyoruz. (Bu parantezi Erinç Sakarya’nın “Church of Suck”taki davul partisyonları için açtık, kapıyoruz.)


14 ŞUBAT: Horsegirl – Phonetics On and On
(Matador Records / GRGDN Müzik)

“Horsegirl’ün yeni albümü nasıl bu kadar iyi?” sorusunun pek çok yanıtı olabilir. Mesela prodüktör koltuğunda deha Cate Le Bon’un oturmasından bahsedebiliriz. Ya da Chicago çıkışlı üçlünün onlardan daha önce hiç duymadığımız kadar yalın besteler ve dürüst sözlerle bir dönüş yapmış olmasından… Ağızdan çıkan her cümle kadar, onları takip eden “da da da” ve “la la la”lar da anlamı uzatıp şarkıların duygusunu içinize işliyor. Kalabalık bir ses dünyasından ziyade sanki her gitar yürüyüşüne, her keman dokunuşuna, solist Penelope Lowenstein’in her sözcüğüne ayrı bir köşe verilmiş gibi. Bu sadelikteki güzelliği fark etmek hiç uzun sürmüyor.


14 ŞUBAT: Barnyard Beehive
(Numero Group)

ABD’de country’nin sesinin duyulduğu en önemli mecra olan Nashville merkezli radyo programı Grand Ole Opry; Tammy Wynette, Loretta Lynn, Dolly Parton gibi birçok ismi şöhrete ulaşmasına önemli katkıda bulunmuştu. Elimizdeki yeni toplama ise yolu Opry’den geçse de onlar kadar şanslı olamamış, büyük kariyerler edinememiş, köşede kalmış şarkıcıların performanslarından oluşuyor. 1960’lı, 1970’li yıllardan seçilen şarkılar outlaw dışındaki country tarzlarının biraz gözden düştüğü dönemlerden hâliyle. Ama yine de gerçekten güzel sesler var. Şan-şöhret ile unutulmak arasındaki ince çizgiyi hayal ettiriyor insana. 


14 ŞUBAT: Fantastic Twins – Suite of Rooms
(House of Slessor)

Fransız prodüktör ve besteci Julienne Dessagne, Yunan mitolojisindeki Theseus ve Minotaur efsanesinden ilham alan yeni Fantastic Twins koleksiyonunda hem vintage film müziği estetiğinden hem de onunla özdeşleşen leftfield techno geleneklerinden besleniyor. Müzisyenin Méandres adlı bir dans performansı için yaptığı besteleri yeniden düzenleyerek oluşturduğu Suite of Rooms, modüler enstrümanlar ve özgün ses işçiliğiyle bir labirentin içinde kaybolmayı müthiş bir keyfe çeviriyor.


14 ŞUBAT: Bartees Strange – Horror
(4AD / GRGDN Müzik)

Korkularla yüzleşmenin kolay olduğunu kim söyleyebilir ki? Hele ki bu duyguyla büyüdüysen. Yeni Bartes Strange albümü, yaşamı boyunca içinde dolaştığı korkuları dengelemiş, üstesinden gelmiş, yenilerine alan açmış olduğu yerden adını alarak; ağırlıklı olarak düşük tempolu melodilerden örülmüş bir anlatıya fırlatıyor. 12 şarkılık Horror, temasına uygun şekilde müzisyenin hikâyesini keşfetmeye izin veren hip hop, rock, R&B dokunuşları arasında gezinen kişisel bir manifesto. Yüzleşiyor, isyan ediyor, bağlanmanın mümkünlüğünü sorguluyor.  


14 ŞUBAT: Richard Dawson – End of the Middle
(Weird World / Domino Recordings / GRGDN Müzik)

Newcastle çıkışlı folkçu Richard Dawson yeni albümünde, bu kadar düşük profil bir kayıt sürecine bu kadar iyi fikri nasıl sıkıştırabildiği sorusunu sorduruyor ve heyecanını yaşattırıyor dinleyicisine. Arada gök gürlemesi gibi şarkılara dâhil olan nefesliler dışında, akustik gitar, davul ve vokalden oluşan albüm; Dawson’ın kendini kasmadan, “iyi” olmaya çalışmadan söylediği harika vokal melodileri ve dinamizmiyle yılın ilk haftalarının şaşırtıcı derece iyi albümlerinden biri. Her ne kadar Britanya folk türüne ait olsa da ABD çıkışlı  lo-fi indie çalışmaları, Daniel Johnston gibilerini de hatırlatıyor.  


14 ŞUBAT: Thala – Avalanche 
(Fire Records)

Berlin’de yaşayan müzisyen Thala,  ilk albümü Adolescense’in ardından Avalanche ile daha taşkın ve cesur bir enerjiye yönelmiş. Elektronik dokunuşlarla shoegaze, dream-pop ve grunge türleri arasında serbestçe salınan müzisyen; bu kez katmanlı melodilerle, bazen hırçın gitarlarında, bazen de synthesizer seslerinin puslu atmosferinde kayboluyor. Bir büyüme hikâyesini sorgusuz sualsiz bir dürüstlükle anlatan albümün teması için Thala, “yüzeydeki gülümsemelerin ardındaki duygusal fırtına” demiş.


14 ŞUBAT: Kelela – In The Blue Light
(Warp Records)

Elektronik R&B tınıları eşliğinde yarattığı davetkâr anlatılar ile her albümünde büyük heyecan yaşatan Kelela, bu kez özel bir konser albümüyle karşımızda. Amerikalı müzisyenin New York’un meşhur caz kulübü The Blue Note’ta Mayıs 2024’te gerçekleştirdiği konser serisinde yapılan kayıtlar, Kelela diskografisinden aşina olduğumuz parçaları ilk kez akustik kurgularıyla dinleme imkânı sunuyor. 12 şarkıdan oluşan albümde, Joni Mitchell’dan “Furry Sings The Blues”a yapılmış şık bir cover da yer almakta.


21 ŞUBAT: Cici Arthur – Way Through
(Western Vinyl) 

Toronto’da yaşayan üç müzisyen Joseph Shabason, Chris A. Cummings ve Thom Gill’in Cici Arthur adıyla kaydettiği ilk albüm. Pandemide mesleğini kaybetmesinin ardından yıllara dayanan tutkusunu önceliklendirip müziği hayatının merkezine koyan Cummings’in besteciliği ve vokal stili, Way Through koleksiyonunun temelini oluşturuyor. Müzisyenin bisiklet yolculuklarındaki düşünce akışlarından yansımalarla şekillenen albüm, pürüzsüz bir kurgu yaratarak dinleyeni başka bir zamana götürüyor. Yolunuz neşeden de geçiyor, kabulleniş anlarından da, melankoliden de.


21 ŞUBAT: Tim Hecker – Shards
(Kranky)

Derinlikli, yoğun ve zamanlar ötesi kompozisyonlarıyla tanınan Tim Hecker, geride kalan beş yılda çeşitli film ve dizi projeleri için bestelediği fakat kullanılmayan parçaları tek albümde topladı. Müzisyenin Luzifer, La Tour, Infinity Pool gibi yapımlar için yaptığı bestelerden oluşan Shards, bu ayrıksı ruh hâllerinden izler taşıyan parçalarla bağımsız bir bütünlük yaratmayı başarıyor. Kırık melodileri, yoğun drone katmanları ve sinematik yükselişleriyle derinlemesine dalındığı vakit tadı artan albümlerden.


21 ŞUBAT: Wrekmeister Harmonies – Flowers in the Spring
(Thrill Jockey)

Wrekmeister Harmonies’in yeni albümü, karanlık folk ve drone tınılarının içine gömülü, sabır gerektiren bir içsel yolculuk sunuyor. JR Robinson ve Esther Shaw’un minimalist ama derinlikli yaklaşımı, pastoral bir hüzün ile ürkütücü bir tansiyon arasında gidip geliyor. Zamanın yavaşladığı anlarla dolu albümün genel atmosferi varoluşsal bir ağırlık taşıyor. Flowers in the Spring, dinleyicisini dikkatle ve sabırla keşfetmeye çağıran, çiçeklerin açtığı kadar solduğu bir mevsimin müzikal çıktısı gibi.


21 ŞUBAT: Baths – Gut
(Basement’s Basement)

Will Wiesenfeld namıdiğer Baths’in hem hikâye anlatıcılığı hem bestelerinde çok istikrarlı, neredeyse ısrarcı bir his var. Albümün açılış parçası “Eyewall”da tekrarlayan “Beni dinleyecek sabrı bulabilir misin? Soruyorum, soruyorum” dizesinde sadece şarkıda konuşan kişi değil âdeta müzisyen dinleyicisine doğru bir rica var. Çoğunda canlı davullar duyduğumuz albümün keman, çello, viyolanın uğradığı zengin bir yaylı bölümü de var. 11 şarkı boyunca bir sonraki ânı tahmin etmek epey güç. Nitekim Gut’ı dinlerken, bazen beklemediğimiz derecede bir dürüstlük bazen beklemediğimiz bir ritimde bir davul yürüyüşüyle bazen de beklemediğimiz bir gitar sesiyle karşılaşıyoruz. Elektronik müziğe taze bir yaklaşım ve içinize işleyen tarzda bir dürüstlük için Baths’in yeni albümünü radarınızdan kaçmasın.


21 ŞUBAT: John Glacier – Like A Ribbon
(Young / GRGDN Müzik)

Yılın şu âna kadarki en güzel sürprizi. İngiltere, Hackney’den seslenen Jamaika kökenli John Glacier, ki ismi çok farklı beklenti yaratsa da kendisi alımlı bir hanımefendi, ilk albümüyle Britanya rap sahnesinin en dikkat çekici isimlerinden biri olmayı başarıyor. Müziğe pandemiden bir süre önce GarageBand ve Logic kurcalayarak başlayan Glacier daha çok spoken word tadındaki vokallerini çok iyi düşünülmüş, taze, orijinal altyapılarla destekliyor. Müziğinde trip-hop, post punk hatta grunge atmosferi de bulabiliyorsunuz. Prodüktör Kwes Darko’nun da katkısını unutmayalım. Bundan 20 yıl öncesinde, MIA’in çıkışını yaptığında hissettiğimiz heyecanı yaşatıyor bize. Şimdiden yılın en iyi albümlerinden biri. Gerisini de merakla bekleyeceğiz.


21 ŞUBAT: Seu Jorge –  Baile à la Baiana
(Cafune / Black Service)

Seu Jorge, klasik gitarıyla Portekizce David Bowie coverları yaparak hayatımıza gireli çok oldu. Sonrasında da kendi orijinal müzikleriyle pozitif bir imajı oldu hep. Yeni albümüyle çok da beklemediğimiz, gürültülü bir disko, funk tarzları denemiş. Groove’lar iyi çalışıyor, nefesliler sıkı, Jorge’nin vokali yine belirleyici. Ama albüm baştan sona tüketilirken sıradanlaşmaya başlayabiliyor. Yine de dans ettirme kapasitesi yüksek, işçiliği üst düzey zaman dışı bir yapım.


28 ŞUBAT: Marie Davidson – City of Clowns
(DEEWEE & Because Music)

Sónar Istanbul’un heyecan uyandıran konuklarından Marie Davidson, City of Clowns ile şehrin soğuk betonlarına kazınmış bir ses günlüğü sunuyor. Endüstriyel vuruşlar, büyülü synth katmanları ve spoken-word pasajlarla örülü bu albüm, modern hayatın tekinsiz ritmine karşı hem bir başkaldırı hem de onunla zorunlu bir dans. Davidson’ın vokalleri, bir anlatıcı ve bir gözlemci arasında gidip gelirken, şarkılar boyunca mekanik ritimlerle insan dokunuşu arasındaki gerilimi hissettiriyor. 10 şarkılık albüm, bir anlamda Marie Davidson için dans pistlerine dönüşü simgeliyor. Tabii ki punk’ın ham enerjisini de içinde taşıyarak. 


28 ŞUBAT: bdrmm – Microtonic
(Rock Action Records)

Yeni bdrmm koleksiyonu Microtonic, grubun her albümle işi bir adım ileri taşımaya, hatta yön değiştirip farklı kalıplara sığmaya istekli olduğunun mükemmel bir örneği. Synthesizer departmanındaki yoğunluğuyla dikkat çeken albüm, ekibin şu âna kadar yayımladıklarına kıyasla çok daha elektronik ve dans müziği odaklı. Pandemiden ağzımızda tadı kalan bir pesimizmle, distopik bir atmosferde dinleyeni biraz depresif yaparken aynı anda da sabahlara kadar kendini kaybettirip dans ettirebilecek nitelikte bir iş. “Dikkat dağınıklığı, spazmlar, terör, ölüm …Hepsi oldu.” diye giden açılış parçası bütün albümün modunun iyi bir özeti. İskoç grubu 15 Mayıs’ta Blind sahnesinde dinleyeceğimizi de hatırlatalım.


28 ŞUBAT: Grup Ses & Gökalp K – Grup Ses / Gökalp K
(Souk Records)

Grup Ses ve Gökalp K’nın 2022’den bu yana hazırlıklarını sürdürdüğü ortak albümleri nihayet yeryüzüne inişini gerçekleştirdi. Albüm boyunca takip ederken kan ter içinde bırakan kurguları ve beklenmedik geçişlerle, hip hop’tan krautrock’a kadar geniş bir skalada dolanıyor ikili. Zamanın aşındırdığı seslerin yeni bağlamlarda yeniden hayat bulduğu bir deneyim sunan albümde melodik hatlar ve ritmik yapılar sabit bir zemine oturmaktan kaçınıyor. İkiliye çeşitli prodüktör ve MC konuklarının da eşlik ettiği koleksiyon, kulüp müziğine dair alışılagelmiş sınırları tam anlamıyla yok ederek zamansız bir groove paleti yaratıyor.


28 ŞUBAT: David Grubbs – Whistle from Above
(Drag City)

Pandemi dünyada birçok insana feleğini şaşırtsa da bazı müzisyenler için fırsat olduğu da doğru. ABD’li gitarist David Grubbs hayatında en çok gitar çaldığı bu dönemin mahsullerini bizlerle paylaşıyor yeni albümünde. Sekiz sene aradan sonra ilk albümü olan Whistle from Above melodiden çok atmosfere, dokunuşlara ağırlık veren; usta işi enstrümental bir yapıt. Jim O’Rourke ile olan eski grubu Gastr del Sol’un toplaması için şarkı seçimleriyle uğraşırken de, bu “ikili” yaklaşımın sihrini tekrar hissederken yeni albümünde de ekürilerini özenle seçmiş Grubbs. Whistle from Above zaman dışı bir albüm. Sese, gitara, atmosferik işlere meraklı dinleyiciler çok sevecektir. 


28 ŞUBAT: Panda Bear – Sinister Grift
(Domino Recordings / GRGDN Müzik)

Animal Collective üyesi Panda Bear (Noah Lennox), pastel rüyalara ortak ettiği Buoys isimli son solo albümünü 2019’da yayımlamıştı. Bu albümü Sonic Boom ortaklığıyla kaydettiği Reset koleksiyonu ve Isn’t It Now? isimli bir Animal Collective uzunçaları takip etti. Önceki işlerine kıyasla daha çiğ ve doğrudan bir sonik üslup benimsediği yeni albümü, müzisyenin grup arkadaşı Josh “Deakin” Dibb tarafından kaydedilmiş. Her Panda Bear albümünde olduğu gibi yine en ufak bir pürüze çarpmadan, tökezlemeden ilerleyen bir akış söz konusu. Noah Lennox ile yeni albümü üzerine sohbetimiz, önümüzdeki günlerde yayımlanacak Bant Mag. Mart-Nisan 2025 sayısında.


28 ŞUBAT: Yazz Ahmed – A Paradise In The Hold
(Night Time Stories)

Şiirler, inci dalgıçlarının şarkıları, Arap kadınlarının hikâyeleri, Bahreyn’e çağıran melodilerle konuşan A Paradise In The Hold; caz dokuları eşliğinde kimlik, kendilik ve kadınlığa dair hikâyelerin anlatıcısı. Natacha Atlas ve Brigitte Beraha’ya da denk gelebileceğiniz koleksiyon hakkında “Kültürel kimliğimi arama, kurmak ve şimdi nihayet benimseme ve kutlama çabası” diyen İngiliz-Bahreynli trompetçi Yazz Ahmed, bu süreçte yaptığı keşifleriyle kökleri dallanıp budaklanan bir albüm atmosferi yaratmayı başarmış.


28 ŞUBAT: Ichiko Aoba – Luminescent Creatures
(hermine)

Ichiko Aoba dünyanın her yerinde; havada, suda, toprakta çiçekli adımlarla dolaşıyor. Ryukyu Adaları’ndan ilham alan Luminescent Creatures, dünya kadar yuvarlak. Anlatmak için hangi kelimeyi seçsek büyük kaçacak albümün sadeliğine. 11 parça, ruhani vokalleri, kırgın hâli, sarmalan piyanoları, elektronik dokunuşlarıyla dinleyeni yaşamın güzelliğine cesaretlendiren ninniler niteliğinde. Gerçek ile rüya arasında, hafifçe süzülen var oluşlar için.


28 ŞUBAT: Cloakroom – Last Leg of the Human Table
(Closed Casket Activities)

Shoegaze üçlüsü Cloakroom’un dördüncü stüdyo albümü Last Leg of the Human Table, yeni keşif yolları açıyor gruba. Açılışı yapan “The Pilot” distortion dolu riffleri ve metalik uğultularıyla slowcore etkisi taşırken, albümün en beklenmedik anlarından biri olan ve Doyle Martin’in nazik vokallerine sahip “Bad Larry” ise dream pop ve folk dokunuşlarıyla bambaşka bir noktaya yöneliyor. Bunca farklı ses dünyasını bir araya getirmenin oluşturacağı dağınıklık riskine rağmen Cloakroom bu unsurları kendi dillerinde, onlarla özdeşleşen puslu atmosferi kaybetmeden ustalıkla sahipleniyor.


28 ŞUBAT: Kum – Sana Yazmadığım Şarkılar
(Warner Music Türkiye)

Kum, bu kez kaybolmuş anıların melodisini yazıyor. Sana Yazmadığım Şarkılar, hafıza ve unutma arasındaki gerilimi keşfe çıkan bir şarkılar bütünü. Lo-fi bir estetikle örtülen minimal gitar melodileri ve reverb havuzuna batırılmış vokaller, zamansız ve mekânsız bir duygu alanına sürüklüyor dinleyeni. Geleneksel şarkı yapılarının bilinçli bir şekilde muğlaklaştığı anlarla birlikte hem rock hem rap unsurlarını Kum usulünde bir araya getiriyor bu sekiz parçalık yolculuk.


28 ŞUBAT: DJ Strawberry – Playground
(YUKU Music)

Üretimlerine Berlin’de devam eden DJ Strawberry, kısa aralıklarla yeni harikalar savurmaya devam ediyor. Bu kez yapıbozumcu bir yaklaşımla breakbeat ve footwork unsurlarının iç içe geçtiği bir ses deneyimi yaratmış. Bu alabildiğine katmanlı prodüksiyon yaklaşımında algoritmaların rastlantısallığı da belirleyici bir rol oynuyor. Playground, DJ Strawberry’nin elektronik müzikte kimi geleneklere sadık kalarak yeni arayışlar yapmaya devam ettiği diskografisinin en çarpıcı işlerinden biri. Kendini tekrar eden yapıları yeri gelince kırarak ya da bir durup nefeslenmenize alan tanıyarak beyin damarlarınızı bir mikserde çalkalamak ister gibi bir hâli var. 


28 ŞUBAT: Sezgin İnceel – Kaktüs, Kedi vs.
(Bağımsız)

Sezgin İnceel’in bir hikâye anlatıcısı gibi şekillendirdiği yeni albümü, kendi içinde yaptığı kazıların bir çıktısı olsa da her birimizle doğrudan konuşabilen cümlelerle dolu. Müzisyenin tabiriyle, sekiz parçalık albüm “ötekileştirmeye karşı bir direniş ve kendi kimliğiyle var olmanın manifestosu.” İki parçada Nuri Harun Ateş’in de mikrofon başına geçtiği albümün yaratım sürecinde İnceel’e ilham verenler Sara Ahmed, Shirin Neshat, RuPaul’s Drag Race ve Arkadaş Z. Özger olmuş. Yalnızca bu karışım bile Kaktüs, Kedi vs. albümünün kapısından dalmak için yeterli, değil mi!


28 ŞUBAT: DARKSIDE – Nothing
(Matador Records / GRGDN Müzik)

Dave Harrington ve Nicolás Jaar ikilisinin dört yıllık sessizliğini bozan üçüncü Darkside albümü Nothing, ismine inat yoğun bir enerjiye sahip. Albüm, şimdiye kadarki en doğaçlama hissiyatlı Darkside kaydı olabilir. Özellikle jam ruhunu ivmelendiren Tlacael Esparza’nın katılımıyla ritimler çok daha dağınık ve özgür dokunuşlar barındırıyor. Akışta bazı tanıdık sesler duyulsa da Psychic’in sisli atmosferini bekleyenler için Nothing başta daha funky hissettirebilir. Eski Darkside işlerine kıyasla kusursuzluğu daha az dert edinen albüm, grubun yıllardır üzerine inşa ettiği sesi burada iyice rahatına bırakmış gibi… Şimdilik kulaklıklarda, yaz gelince açık havada döndürmelik.  

  1. SEDAT PAKAY’ın gözünden: JAMES BALDWIN ve İstanbul 

    Brooklyn Public Library’de 30 Mart’a dek ziyarete açık olan ve James Baldwin’in İstanbul’daki yaşantısını belgeleyen fotoğraf sergisini geziyoruz.

  2. Ortak anıların sıcaklığında: CHELSEA RYOKO WONG

    "Kendimi zihinsel olarak resmin içine yerleştirebildiğimde, orada olmak istediğim sahneleri üretebilmeme yardım ediyor.”

  3. Karşılaşmaların kıymeti: SONSUZLUK DEDİĞİN 6 GÜN

    Sadi Güran'ın yazıp çizdiği "Sonsuzluk Dediğin 6 Gün" isimli grafik romanla tanışmanız için kelimenin tam anlamıyla sabırsızlanıyoruz.

  4. Havada hep bir müzik var: TWIN PEAKS ve unutulmayacak karakterleri

    İlk bölümü 8 Nisan 1990’da yayımlanan "Twin Peaks"i 35. yaşında, unutulmaz karakterleri arasında dolaşarak anıyoruz.

  5. Kahramanın “sentetik doğal” yolculuğu: PANDA BEAR ve Sinister Grift

    Panda Bear ile yeni albümünün ortaya çıktığı koşulları ve pürüzsüz bir şarkı akışı hazırlamanın inceliklerini konuştuk.

  6. Dev bir arka plan, küçük ölçekli cereyanlar: CICI ARTHUR ve Way Through

    Chris A. Cummings ve Joseph Shabason’la Cici Arthur’un nasıl hayat bulduğunu, aralarındaki yaratıcı dinamikleri ve şarkılara sızan ayrıksı duygu durumlarını konuştuk. 

  7. WARHAUS: Teenage Kicks

    Warhaus, müzisyenlerin büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri kurcaladığımız Teenage Kicks serimize konuk oldu.

  8. Duygudurum: CEYLAN ERTEM – Sana Rağmen

    Sana Rağmen albümünün 7 Şubat’ta yayımlanan ilk kısmının his haritasını çıkardık.

  9. DAREDEVIL geri döndü. Bu kez hiç olmadığı kadar gerçek.

    Adaletin anlamını her gün sorgulayan biri geri döndü. Daredevil burada. Ve sadece yumruklarını değil; sarsıcı bir dönüşümü de getiriyor.

  10. Her şeyin mümkünlüğüne: UNIVERSAL LANGUAGE

    Matthew Rankin'in yönettiği Universal Language, zamanın da mekânın da iç içe geçtiği gerçeküstü sayılabilecek bir dünya kuruyor.

  11. BÉJART BALLET: Presbytère Yolu’ndan İstanbul’a 

    Béjart Ballet'nin Lozan’daki stüdyosunda artistik direktör Julien Favreau ve bale eğitmeni Siner Boquin ile konuştuk.

  12. Küçükken nasıl oynardınız? 

    Oyun; sen ne zaman istersen, nasıl istersen, zorunda olmadan yaptığın her şey olabilir.

  13. hmmm? - TESS ROBY

    Duygu durumları, mekânlar, zamanlar ve kaydedilenlere dair sorular sorduk. Kanadalı fotoğrafçı ve müzisyen Tess Roby arşivinden fotoğraflarla yanıtladı.

  14. Merhaba sevgili kaygılarımız: KUTSAL

    "Zamanında içinden çıkamayacağımızı sandığımız herhangi bir duruma başkası girdiğinde, onu en doğru anlayan ve en iyi telkin eden biz oluruz. Seyircinin çoğu bunu hissediyor."

  15. Hazzı ve hikâyeleri kutlamaya davet: NADINE MIGESEL ile Queer Joy üzerine

    "Kuir varoluşun doğrulanması için belirli bir görünüme ya da kimliğe sahip olmak gerekmiyor. Herkesin kendi hikâyesi var ve bu hikâyelerin paylaşılmaya değer olduğuna inanıyorum."

  16. 55 ALBÜM: Ocak - Şubat 2025 best of

    “Ne dinlesek?” diye soranlara, yılın ilk iki ayından yerli – yabancı karışık 55 albüm.

  17. Künye

    .