Earth’ün acımasızca yükselen sesi ve çok sevdiği döngüleri.


Üzerinde barındığımız dünya, döngüleri takip eder (bir yılda 365 gün); uzun, sakin bir tekrar söz konusu. Grup Earth’ün dünyasıysa döngüleri takip eden müziğin yaratıcısıdır, tek bir motif ve müzikal fikrin üzerinden şarkılar yaratıp, onu en derinliklerine kadar işler.

1989’da Washington’ın Olympia şehrinde Dylan Carlson tarafından kurulan Earth’ün kökleri dönemin en itibarlı müzisyenlerine dayanıyor. Grubun ilk hâlinde yer alan üyelerden basçı Slim Moon, daha sonra Kill Rock Stars plak şirketini kurdu. Yine grubun aynı dönemdeki davulcusu Joe Preston, sonradan Melvins’e katıldı. Bir zamanlar Kurt Cobain’le ev arkadaşı olan Carlson ise en çok Cobain’le olan ilişkisiyle biliniyor. Hattâ kendisinin bir kötü ünü de, Cobain’in kendini öldürmek için kullandığı silahı satın almış olması.

Kuruluşunun ilk yıllarında Earth “dron metal” olarak bilinen, uzun, uyumsuz seslerden oluşan minimal enstrümantal şarkılara tekabül eden müzik türünün öncülüğünü yaptı. 1993’te çıkarttığı Earth 2: Special Low-Frequency Version albümü, bu türü tanımlayıcı nitelikte. Albümün çıkışının ardından kısa bir süre sonra Carlson’ın eroin bağımlılığı ve onu takiben ortaya çıkan sağlık sorunları kendisini müzikten çekilmesine ve tabii Earth’ün de 1996 ve 2005 yılları arasında sessiz kalmasına sebep oldu. Bu sessizliğin ardından grubun ilk hâlinden yalnızca Carlson’la dönen Earth, törpüleyici distorsiyondan vazgeçerek caz ve country dokunuşları olan ve güzel ya da melodik bile denebilecek daha temiz bir müzik yaptı. 2008 yılının The Bees Made Honey in the Lion’s Skull’ı ise yeni model Earth’ün hem eskisi kadar yenilikçi olduğunu kanıtladı hem de eleştirmenlerin beğenisini topladı. Geçen yıl çıkan Primitive and Deadly’de ses yine yükseldi ve acımasızlaştı. Yani, Earth döngüsünü tamamladı diyebiliriz.

Carlson, 28 Şubat Borusan Müzik Evi konseri öncesinde Bant Mag.’la konuştu.


Earth’ün kökenlerine baktığımızda, zamanında Olympia sahnesinin inanılmaz üretken ve verimli olduğunu görüyoruz. O neydi sizce?
Aslında, Seattle mesela büyük bir şehir. Ama Olympia küçük bir kasaba ve yapacak çok fazla şeyin olmadığı bu bölgelerde bir sürü insanın aklı yaratıcı fikirlerle dolu olur. Şimdi bu her şeyin anlık yaşandığı, her şeye online ulaşabildiğin ve Amazon’dan sipariş verebildiğin dönemde düşününce komik geliyor insana. Ama o zamanlar ilgi alanlarının peşinden gitmek için bayağı kendi yöntemlerini bulmak zorundaydın; bizzat arayarak ya da şans eseri plak dükkânlarından bir şeyler bulmak gibi. Özellikle küçük bir yerdeysen daha çok araman gerekiyordu.

Erken dönem kayıtlarınızda Kuzeybatı Pasifik bölgesinin genel tonu belirlediği çok rahat görülüyor. Bulunduğunuz konum ve çevreniz ortaya çıkan işi etkiliyor mu?
Eskiden çok fazla etkilerdi. Ama şimdi Seattle dışında çok fazla zaman geçiriyorum. Şimdi bir de kendime çalışmak için doğru zihinsel çevreyi daha kolay oluşturduğumu düşünüyorum. Sanırım son birkaç yıldır içli dışlı olduğum çevreler de değişti, işimi etkileyen çevre her zaman yaşadığım yer olmuyor.

Earth, uzun bir aranın ardından sessizliğini bozduğunda, proje Earth’ü bizim için Earth yapan sedadan çok uzaktı. Hiç Earth’ten ayrılmayı düşündünüz mü? Yoksa bu size doğal ya da mantıklı bir uzantı gibi mi hissettirdi?
Aslında tekrar çalmaya başladığımda, Earth’ün müziğini yapmaya niyetim yoktu, hattâ profesyonel anlamda müzik yapmaya da niyetlenmiyordum. Çalıyordum çünkü sadece tekrar çalmak istemiştim, o kadar. Sonra “Yeniden Earth konserleri olmayacak mı?” diye sorular almaya başladım. Ben de konuyla ilgili düşünmeye başladım, aklımda başka şeyler de vardı. O zaman Earth’le yaptığımız müzik pek çok yönden farklı olsa da, benim için aynı öğeleri barındırıyordu. Benim şarkı yazma şeklim pek de değişmemişti. En başından beri, her seferinde daha farklı bir kayıt ortaya çıkarmak istedim. Aynı şeyi tekrar tekrar kaydetmenin mantığını bir türlü anlayamıyorum. Benim için daha yavaş tempolar, uzun şarkılar ve tekrar eden motifler olduğu sürece, ki her seferinde o yöne kayıyorum, o zaman o teknikleri keşfetmek için çok fazla da alanınız var demektir. Ben kendimi bildim bileli müziğe açım. Her tür müziği dinledim, her tür müzikten etkilendim. “Earth” ismini de bu yüzden hâlâ kullanıyorum sanırım.

Earth’ün verdiği bu ara boyunca, müzikten tamamen uzaklaştınız mı?
Hiçbir şey yapmadım ki. Gitarım bile yoktu. Los Angeles’ta bazı rave partilerinde güvenlik olarak ve bir plak dükkânı zincirinde çalışmıştım. Onlar müziğe en yaklaştığım anlardı. Bazen de, çok nadiren, konserlere gidiyordum.

Rave partilerinde güvenlik olmak da, müzikle içli dışlı olmanın kenarından dönmek gibi. Radyo dinlemeyi de müzikle içli dışlı olmaktan saymak gibi bir şey…
Aynen öyle!

Öncesiyle kıyaslarsanız, müzik yapmak için motivasyonunuz değişti mi? Şarkı yazmak ve çalmanın süreci ve deneyimi sizin için nasıl değişti?
Ben kendimi bildim bileli, 11 yaşında ilk AC/DC dinlediğimden beri, müzik yapıyorum. Tek isteğim de rock’n’roll yapmaktı. Müziği seviyorum. Çalmayı seviyorum. Bu hiç değişmedi. Şimdi bunu iş olarak yapabildiğim için şanslıyım, ama önünde sonunda bu işi sadece sevdiğiniz için yapıyor oluyorsunuz. Örneğin, bir konser öncesi karavanda sekiz saat oturunca, “Hmm bu konserden şu kadar kazanıyorum” diye düşünürseniz, hiç de değmeyeceğini görürsünüz. Tabii ki de çok büyük paralara konser veren ve özel uçaklarıyla turnelerini yapan gruplar var, ama o zaten dünya nüfusunun yüzde 1’lik bir kısmı. Özellikle bu sektörde olup da, o yüzde 1’lik kısmın içinde olmak, olasılığı oldukça düşük bir durum.

Deneyime gelirsek… Bu işe ilk başladığımda işin kayıt aşamasından çok daha fazla keyif alıyordum. Canlı performans kısmıyla ilgiliyse pek de bir heyecanım yoktu. Şimdi canlı çalmaktan daha çok hoşlanıyorum. Canlı çalmak artık daha heyecanlı geliyor. Sanırım en büyük fark bu.

Müziğinizi etkileyen gruplar arasında Sabbath ve Slayer’ı da sayıyorsunuz. Peki müziğinizin yavaşlamasına ne ilham verdi?
Sanırım zamanında üç şeyden gerçekten çok etkileniyordum: Slayer, Velvet Underground ve King Crimson. Sabbath ve benzeri gruplarla ilgili fikrimse şöyle: bazen öyle gruplardan iyi motifler duyuyorum, “Ah bu motifte biraz kalsalar” derken, hop değişiyor, sonra başka bir motif, sonra başka. Ben de keşke bu kadar motif değiştireceklerine şarkı boyunca aynı motifte kalsalar ya diyorum.

Bundan 25 sene önce, çağdaşlarınız olarak kimleri görüyordunuz?
Kuşkusuz en çok Melvins’ten etkilendim. Ve bir de Buzz’ın bana verdiği ve hep aklımda tuttuğum o nasihatten.

Nasihati bizlerle paylaşmak ister misin?
En basit şekliyle, bana müzik yapmak için iki yol olduğunu söyledi. Ya o andan beklenen müziği yaparsın, tutabilir, tutarsa çok başarılı olursun, ya da hiç tutmayabilir de. Ya da, her şeyi kendi bildiğin gibi yaparsın, daha çok zaman alabilir, ama aynı şeyi aynı şekilde uzun süre yapmaya devam edersen, insanlar elbet bir noktada saygı duyacaktır. Benim uyguladığım nasihat buydu. Açıkça görülüyor ki epey zaman aldı. Aslında garip, çünkü Seattle’daydık ve Sub Pop’a bağlıydık. Oradan bazı iyi şeyler de çıktı, ama yine de zamanında yapılan müzikten biraz farklıydık. Sanırım hâlâ burada olmamızın sebebi de bu. Hâlâ bizim gibi gözler önünde olan Soundgarden ve Pearl Jam var, ama başka pek çok grup yok oldu. Onlar da durmadan en popüler albümlerini çalıyorlar. Sırf o herkesin sevdiği en popüler albümlerini çaldıkları turnelere çıkıyorlar, ki umuyorum ben hiç bunu yapmak zorunda kalmam.

Sanırım bu modayı başlatan şey olarak All Tomorrow’s Parties’i sorumlu tutabiliriz?
Aynen!

Çeviren: Ege Yorulmaz

  1. İdealize edilen çekiciliğe ulaşmanın gerilimleri: Erik Mark Sandberg

    Sandberg’in tüylü, göz alıcı ve hüzünlü sanatının asıl meseleleri, evrimi ve yaratım süreci...

  2. Görmeyi bilene güzellik bedava: Göksu Gül

    13 Mart'ta BLOK Artspace'de açılacak olan ilk solo sergisi Bedelsiz öncesi Göksu Gül’le bir sohbet.

  3. “Kadınlar savaştan özgün biçimlerde de etkilenir” – Barış İçin Kadın Girişimi

    Kobanê ve Şengal’le dayanışma amacıyla “Paylaşmaya Ben De Varım” kampanyasını başlatan Barış İçin Kadın Girişimi’nden Ayşe Toksöz’le 8 Mart Dünya

  4. Tabiatın gereği birazcık garipsen: Baby Dee

    Bir zamanlar ağaçlara fısıldayan Baby Dee'nin hayat boyu sürdürdüğü farklı kariyerler gibi "değişim"den ilham alan müziği...

  5. Her şey döngüsünü tamamlar: Earth

    Earth'ün acımasızca yükselen sesi ve çok sevdiği döngüleri.

  6. Surf ve rock’n’roll’un İspanya’ya göçü!

    Son yıllarda sayısı iyice artan İspanya merkezli gitar gruplarını bir tanıyalım.

  7. El emeği göz nuru, İleri Fantezi: Levni & Sloth Pallas

    Tektosag'ın bastığı ilk plak ve ona eşlik eden ileri fantastik klip, Levni & Sloth Pallas'ın apartman avlusundaki kimya deneylerinin ardından bizle buluştu.

  8. Şarkı şarkı Ağaçkakan ve Fernweh RX albümü

    Ankara sokaklarına dadanan bir Godzilla ya da masa tenisinde tek kutuplu bir müsabaka... Ağaçkakan'ın Fernweh RX'inin gizemi çözüldü diyebiliriz.

  9. Atmosferik sineması ve akıcı sohbetiyle Guy Maddin ile bir buluşma

    Geçtiğimiz ay !f İstanbul kapsamında Türkiye’deki hayranlarıyla buluşan Guy Maddin’le, atmosferik sinemasının kapılarını aralamaya çalıştığımız bir sohbet gerçekleştirdik...

  10. Mert Fırat ve İlksen Başarır ile: Bir Varmış Bir Yokmuş üzerine

    "Başka Dilde Aşk"tan bu yana beraber ürettikleri işlerle Türkiye sinemasının dikkat çeken isimlerinden olan yönetmen İlksen Başarır ve oyuncu/senarist Mert Fırat'tan bu ay gösterime giren "Bir Varmış Bir Yokmuş" üzerine.

  11. Çiçek Kahraman’la Bütün Mahalleli Duysun

    Bu sene 14. Uluslararası !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde Sanat Hayat İçindir! etkinliği kapsamında kurgu yaptığı filmlerden tanıdığımız Çiçek Kahraman’ın Bütün Mahalleli Duysun isimli video yerleştirmesi Salt Beyoğlu’nda ilk seyircileri ile buluştu.

  12. Birdman’in hatırlattığı 20 filmle beyazperdede oyuncu buhranları

    Geçtiğimiz ay en iyi film dahil dört dalda birden Oscar’ı kucaklayan Birdman, !f İstanbul’daki prömiyerinin ardından nihayet vizyona girdi. Bunu fırsat bilip, beyazperdede arızalı oyuncu karakterleri merkez alan filmlere odaklanmak ise boynumuzun borcuydu.

  13. Istırap, kentsel dönüşüm ve bizim çocuklar: Çekmeköy Underground

    Belgesel filmleriyle tanıdığımız yönetmen Aysim Türkmen’in ilk uzun metrajlı filmi Çekmeköy Underground’un bu ay gösterime girmesini bahane ederek, Türkmen’e filme dair merak ettiklerimizi sorduk…

  14. En iyi usûl eski usûl: Popolo Press

    Seyahatler sırasında keşdefilen "o dükkân"lardan biri olan, Montreal'deki Popolo'nun yaratıcısı, sahibi ve çalışanı Kiva Tanya Stimac ve baskı atölyesinde hangi yöntemleri neden kullanmayı tercih ettiği...

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler