Kobanê ve Şengal’le dayanışma amacıyla “Paylaşmaya Ben De Varım” kampanyasını başlatan Barış İçin Kadın Girişimi’nden Ayşe Toksöz’le 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü de vesile ederek buluştuk, kampanyanın içeriğine, barış süreçlerinde kadınların oynadığı role ve çözüm sürecinin istikametine dair sohbet ettik.


Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG) ne amaçla kuruldu ve bugüne dek hangi faaliyetlerde bulundu?
BİKG, 2009 yılında çalışmalarına başladı. O dönemde KCK operasyonları adı altında özellikle Kürt kadın siyasetçilere yönelik çok yoğun baskılar söz konusuydu. Zaman içerisinde BİKG’nin formu biraz değişti. Çeşitli sokak eylemliliklerinin yanısıra özellikle Ocak 2013’te çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte temas ve gözlem dediğimiz yeni bir sürece girildi. BİKG, savaştan en çok etkilenen yerlerde gözlemler yapmak ve savaşın her iki tarafıyla da temaslar kurmak gibi bir misyon edindi. Bu bağlamda Lice, Doğu Beyazıt ve Dersim gibi savaştan derinden etkilenmiş yerlere gözlem heyetleri olarak gidip görüşmeler yaptık. Bunun dışında TBMM ve Kandil’le de temaslar içine girildi. Yapılan temas ve gözlemlerin neticesi olarak 2014’te yayınladığımız rapora BİKG’nin web sayfasından ulaşılabilir. Bunların yanısıra konferanslar ve forumlar düzenlendi, özellikle batıdaki kadınları savaş hakikatleri hakkında düşünmeye ve konuşmaya teşvik edecek birtakım eylemlilikler ve etkinlikler yapıldı, birçok yerde barış noktaları kuruldu.

Kadınlar savaş ve çatışma ortamlarında ne tip hak ihlallerine uğramakta? Barış ve çözüm süreçlerinde kadınlar ne tür özgün roller oynayabilirler?
Öncelikle kadınlar savaşın sadece mağduru değildir, çeşitli biçimlerde savaşın faili de olabilirler. Ulusalcı bir perspektiften savaşı destekleyen söylemde bulunan ya da bizzat savaşan kadınlar da faildir. BİKG olarak iddiamız ise şu: Tabii ki savaş tüm insanları etkiler ama kadınlar kadın olmalarından kaynaklı olarak savaştan özgün biçimlerde de etkilenir. Kadınlar zorla kaybettirmelerde geride kalan olmak ve bu durumun kendilerine yüklediği toplumsal roller üzerinden de savaştan etkilenmekte. Bunun dışında çok yaygın olarak kullanılan cinsel şiddet gibi özgün biçimler de söz konusu. Eğer barış olacaksa ve bu barış sadece kâğıt üzerinde kalmayıp toplumsallaşacaksa bunların konuşulmasının ve savaştaki kadın hakikatleriyle yüzleşilmesinin vazgeçilmez olduğuna inanıyoruz. Bu bakımdan kadınların oynayabileceği özgün rollerden biri bu hakikatlerin konuşulmasına çaba sarf etmek. Dünya genelinde de gözlemlediğimiz ve daha resmî barış süreçlerinin kapsamına giren bir rol ise kadınların özgün taleplerini dillendirebilmek için müzakere masasına bir taraf olarak oturmalarının gerekliliği.

Image

“Paylaşmaya ben de varım” kampanyası için hazırlanan tişört tasarımı

Çözüm sürecine ilişkin olarak savaşın iki tarafıyla görüşmeler yaptığınızı söylediniz. Görüştüğünüz grup ve heyetlerde kadın temsiliyeti ne durumda? Barışa yönelik yapılan çalışmalar ne kadar kadın odaklı?
Mecliste genel bir görüşme yapılmadı ama oradaki kadın milletvekilleriyle konuşuldu. Meclisteki kadın temsiliyeti zaten ortada, kadın kotası uygulayan tek parti şu anda HDP ve orada bile sayılar tam tutmuyor. Öteki tarafta kotalar daha başarılı biçimde uygulanabiliyor, orada pek bir sorun yok. Müzakere süreçlerinde kadınların taleplerinin özel olarak kayda geçirilmesi açısındansa şimdiye kadar çok başarılı bir örnek yok, zaten tam da bunun mücadelesini veriyoruz. Biz bunun için Birleşmiş Milletler’in “Kadınlar, Güvenlik ve Barış” başlıklı 1325 sayılı kararının üzerinde duruyoruz. Elbette bu kararı araçsallaştırmak da çok başarıya ulaşmış bir yöntem değil ama farklı kanalların yanında kadın temsiliyetinin en azından meşruluğunu artırmak için kullanılan araçlardan bir tanesi.

BİKG bünyesindeki çeşitli komisyonlar somut olarak hangi taleplere yönelik çalışmalar yürütüyor?
Ana grubun dışında aktif olarak çalışan Hakikat Komisyonu var. Bu komisyon “Ben Artık Biliyorum” adlı bir çalışma yaptı ve 1993 yılının aralık ayı üzerine yoğunlaşıp çeşitli kaynaklardan sadece bir ayda yaşanan hak ihlallerinin çetelesini çıkardı. Sayılar inanılmaz. Köy yakmalar, boşaltmalar, zorla kaybettirmeler, gerilla ölümleri, asker ölümleri gibi vakaların sayısı gerçekten çok yüksek. Çarpıcı olansa bu ay boyunca yapılan cinsel şiddet şikâyetinin sadece iki olması. Kadın hakikatlerine ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz, hiçbir kaynakta buna yönelik bir şey bulmak mümkün olmuyor. Bazı şeyler bölgede kadınlar tarafından yeni yeni anlatılabilmeye başladı ve konuşulabilir oldu. Kayıplar ayrı bir konu ama özellikle cinsel şiddet bağlamındaki konular ancak sınırlı bir çerçeve içerisinde çok kıyısından dolaşarak konuşulabiliyor. 2013 yılında çözüm süreci başladıktan sonra düzenlenen geniş konferans sonrası yapılan bazı çalışmalar nihayete erdi zaten. Örneğin Temas ve Gözlem Komisyonu çalışmaları bir rapora evrildiği için şu an çok faal değil ancak o raporu güncellemek gibi bir fikir ve niyet de mevcut.

Doğuda ve batıda temas kurduğunuz kadınların çözüme bakışı arasında nasıl farklılıklar gördünüz? Farklı politik görüşteki kadınlar ortak bir noktada buluşabiliyor mu? Buluşamıyorsa batıdaki kadınlara savaşı nasıl anlatmak gerekiyor?
Yapmaya çalıştığımız biraz da o. Batıda savaşa bakış açısında fark var, birtakım şeyler adlı adınca söylenemiyor; savaşa “savaş” denmesi bile her zaman kabul gören bir durum değil. Kürdistan’da ise kadınlar elbette savaşın kendilerine neler yaptığının çok daha farkında çünkü savaşın fiziksel etkilerini taşıyorlar. Batıda da elbette asker yakınları var ama sayılara bakarsak oranlar kesinlikle aynı değil. Batıdaki kadınlar savaşı kendi coğrafyalarında yaşamadı, kimsenin evi yanmadı. Dolayısıyla konuşmak ve batıdaki kadınların kendi hayatlarına ilişkin birtakım soruları sormasını sağlamak gerekiyor. Bugün Türkiye’de günde üç kadın öldürülüyorsa ve bunlar çok vahşice biçimlerde yaşanıyorsa, bunun 30 yıldır hayatımıza sirayet etmiş olan militarizmle bağlantısını tartışmak gerekiyor. Biz de batıdaki kadınlarla bu tip kanallar üzerinden iletişim kurmaya çalışıyoruz. Savaşın daha iyi anlaşılabilmesi ve herkesin kendi hayatında savaşın izlerini deşifre edebilmesi için konuşmak tek çaremiz. Zorunlu askerlik yapılan bir ülkede yaşıyoruz. Bu savaş kültürü içinde erkeklerin zorunlu askerlikte geçtiği tedrisat ve daha sonra evlerine dönüp kendi eşlerine ve çocuklarına nasıl davrandıkları bile bugün maruz kaldığımız şiddeti anlayabilmek açısından çok önemli bir izlek.

Image

“Barış İçin Çözüm Süreci” raporunuzda atılması gereken adımlara dair önerilerinizi anayasal değişiklikleri, hakikat komisyonları ve insanî odaklı güvenlik reformları olarak üç başlıkta toplamışsınız. Bugün anayasal reform askıda, Cumartesi İnsanları zamanaşımıyla mücadele ediyor, iç güvenlik yasası meclisten geçiriliyor. Siz bu konjonktüre baktığınızda sürecin gidişatını nasıl görüyorsunuz?
Tabii ki kesinlikle olumlu değil. Çözüm süreci sıkıntılı bir darboğazdan geçiyor. Fakat burada çözüm sürecinin bitmemesi ve sürdürülmesi için çok kuvvetli bir irade de var. Oradaki iradeyi görüp saygı duymakla beraber var olan sınırları da görüyoruz. Bu sürecin her şeyden taviz vererek sürdürüleceğine inanmıyorum, Kürt hareketi belli bir çizginin gerisine düşmeyecektir. Ama bu bir müzakeredir, adımlar zaman zaman iki yöne de atılabilir. Sürecin nasıl bir yere evrileceğini göreceğiz. Özellikle iç güvenlik yasa tasarısının süreci ne kadar sıkıntıya soktuğunu geçtiğimiz haftalarda gerek Kandil’den gerek İmralı’dan gelen açıklamalardan gördük. BİKG’nin de iç güvenlik paketinin aslında kadınlar için güvencesizlik anlamına gelen bir paket olduğunu söyleyen ve kesinlikle geri çekilmesini talep eden bir açıklaması oldu.

BİKG şu an kadın ve çocukların çoğunluğu oluşturduğu 70 bin kişinin sığındığı Suruç’a da gitti. Siz orada neler gözlemlediniz?
Suruç’a ilk kez ekim ayının başında BİKG’nin çağrısıyla 30’dan fazla kadın örgütü ve toplam 140 kadar kadın olarak sınır nöbeti için gittik. O gidişimizde sınır köylerinden biri olan Bethi’de üç gün kaldık. Ben iki gün belediye garajında tasnif işinde çalıştım, BİKG’den bazı arkadaşlarımız da kamplarda görüşmeler yaptı. Bu deneyimlerle İstanbul’a döndükten sonra geri dönmek kaçınılmaz oldu. Ekim ayının sonunda BİKG’den iki kişi tekrar gittik, yine bir süre kaldık, ikimiz de hâlâ gidip dönüyoruz. Bu esnada BİKG orayı boş bırakmamak adına bir girişim başlattı ve iki buçuk aydır devamlı BİKG’den ziyaretler oluyor. Kimileri daha kısa süre gidebiliyor, bu da elbette kıymetli ama orada çalışmalara etkin bir şekilde katılabilmek için en az bir hafta kalınması bizim tercihimiz.

Image

“Paylaşmaya ben de varım” kampanyası için hazırlanan tişört tasarımı

Suruç’ta ne tip çalışmalar yapılıyor?
Çalışmaların içeriği de biraz değişmekte çünkü son zamanlarda bazı şeyler rayına oturdu. İlk gittiğimizde hareketten gelen birkaç kişinin başında olduğu Suruç Kriz Koordinasyonu vardı. Yardımlar belediye garajına gelip orada tasnif edilip dağıtılıyordu. İlk çadırkentler kurulmuştu, daha sonra sayı gittikçe arttı. Şu anda altı tane çadırkent var, her kurulan çadırkent bir öncekinden daha büyük. Örneğin ocak ayında kurulan Külünçe kampındaki 900 çadır dolu ve 8 bin kişilik bir nüfus var. İlk olarak bilgi işlemde kayıt alma işi var. Gönüllüler çadır kentlere, mahallelere ve köylere gidip orada yaşayanların isim ve yaş bilgilerini kaydediyor. Bu bize iki açıdan kolaylık sağlıyor: Birincisi dağıtım yapılırken komisyon bir eve gittiğinde orada kaç kişi, kadın ve çocuk bulacağını biliyor ve ihtiyaçlar ona göre dağıtılıyor. İkincisi, yardım getirmek isteyen sivil toplum kuruluşlarına ya da bireysel inisiyatiflere hangi çadırkente ne yardımda bulunabileceklerini söyleyebiliyoruz. Böylece bir yere aynı şeyden çok fazla gitmiyor. Gelen yardımı koordine etmek için proje koordinasyon isimli bir bölüm de var, dağıtım altyapısı ve gıda gibi yardım malzemeleriyle ilgileniyorlar. Depolarda da tasnif ve düzenleme gibi işler yapılıyor. Gönüllüler köylere ve mahallelere yapılan yardım dağıtımına katılıyor. Sağlık alanını ise Demokratik Toplum Kongresi üstlenmiş durumda, bu çalışmalar Sağlık Emekçileri Sendikası ve Türk Tabibleri Birliği’nden gelen gönüllüler üzerinden yürüyor. Zaten Suruç’a gidip gönüllü olarak çalışmalara katılmak hiç zor değil. Rojava Yardımlaşma Derneği isimli bir yapı kuruldu, sosyal medyada yapılan gönüllü çağrılarını ve iletişim numaralarını takip etmek mümkün. Kadınlar bizimle de iletişim kurabilirler. Gönüllü olmak isteyenler doğrudan Suruç’a gidip Amara Kültür Merkezi’nin kapısını bile çalabilir.

“Paylaşmaya Ben de Varım” isimli bir kampanya başlattınız. Bu kampanyanın içeriğinden bahsedebilir misiniz?
Suruç’a ilk gitmeden önce de bir çağrı yapıp yardım götürmüştük ama sonra ihtiyaçların bitmediğini fark ettik. Örneğin Kobanê artık özgür ama savaş sadece doğuya kaydı ve hâlâ devam ediyor. Herkes geri dönmeyi çok istese de Kobanê’nin yeniden inşa süreci de vakit alacak. O yüzden Suruç’taki mevcut durum devam edecek. Kriz anlarında insanlar ilk anda tepki verip yardım yapıyorlar ama bir kez yardım yapınca vicdanlar rahatlıyor ve artık bir şey yapılmaz oluyor. Ama dediğim gibi oradaki ihtiyaçlar bitmiyor, mesela bebek maması düzenli olarak bitiyor. O yüzden Suruç’taki durumu sürekli gündemde tutmaya yönelik bir şeyler yapmak gerekli. Bu konuyla uğraşan birçok grup var, biz de bu kampanya ile hazırladığımız tişörtleri satıp hijyen kiti ve çocuk maması tedarik etmeyi amaçladık. Sadece para toplamanın dışında meselenin politik yönünü de ortaya çıkaracak somut bir şey yapmayı istedik. Bizim için Suruç’a yapılan yardım oradaki mücadeleyle dayanışma anlamını da taşıyor. O yüzden paylaşmak politik bir dayanışmayı da yanında getiriyor. İnsanlar tişörtleri sosyal medyada yayınladığımız irtibat numaralarından, Beyoğlu ve Kadıköy’deki çeşitli kafeler ve Mephisto gibi kitapçılardaki satış noktalarından alabilirler. Bunun dışında Beyoğlu’ndaki Sosyalist Feminist Kolektif ve Kadıköy’deki Sosyal Dayanışma ve İletişim Derneği’ne açık oldukları saatlerde uğranıp tişört alınabilir.

facebook.com/barisicinkadinlar
twitter.com/barisicinkadin
barisicinkadinlar.com

  1. İdealize edilen çekiciliğe ulaşmanın gerilimleri: Erik Mark Sandberg

    Sandberg’in tüylü, göz alıcı ve hüzünlü sanatının asıl meseleleri, evrimi ve yaratım süreci...

  2. Görmeyi bilene güzellik bedava: Göksu Gül

    13 Mart'ta BLOK Artspace'de açılacak olan ilk solo sergisi Bedelsiz öncesi Göksu Gül’le bir sohbet.

  3. “Kadınlar savaştan özgün biçimlerde de etkilenir” – Barış İçin Kadın Girişimi

    Kobanê ve Şengal’le dayanışma amacıyla “Paylaşmaya Ben De Varım” kampanyasını başlatan Barış İçin Kadın Girişimi’nden Ayşe Toksöz’le 8 Mart Dünya

  4. Tabiatın gereği birazcık garipsen: Baby Dee

    Bir zamanlar ağaçlara fısıldayan Baby Dee'nin hayat boyu sürdürdüğü farklı kariyerler gibi "değişim"den ilham alan müziği...

  5. Her şey döngüsünü tamamlar: Earth

    Earth'ün acımasızca yükselen sesi ve çok sevdiği döngüleri.

  6. Surf ve rock’n’roll’un İspanya’ya göçü!

    Son yıllarda sayısı iyice artan İspanya merkezli gitar gruplarını bir tanıyalım.

  7. El emeği göz nuru, İleri Fantezi: Levni & Sloth Pallas

    Tektosag'ın bastığı ilk plak ve ona eşlik eden ileri fantastik klip, Levni & Sloth Pallas'ın apartman avlusundaki kimya deneylerinin ardından bizle buluştu.

  8. Şarkı şarkı Ağaçkakan ve Fernweh RX albümü

    Ankara sokaklarına dadanan bir Godzilla ya da masa tenisinde tek kutuplu bir müsabaka... Ağaçkakan'ın Fernweh RX'inin gizemi çözüldü diyebiliriz.

  9. Atmosferik sineması ve akıcı sohbetiyle Guy Maddin ile bir buluşma

    Geçtiğimiz ay !f İstanbul kapsamında Türkiye’deki hayranlarıyla buluşan Guy Maddin’le, atmosferik sinemasının kapılarını aralamaya çalıştığımız bir sohbet gerçekleştirdik...

  10. Mert Fırat ve İlksen Başarır ile: Bir Varmış Bir Yokmuş üzerine

    "Başka Dilde Aşk"tan bu yana beraber ürettikleri işlerle Türkiye sinemasının dikkat çeken isimlerinden olan yönetmen İlksen Başarır ve oyuncu/senarist Mert Fırat'tan bu ay gösterime giren "Bir Varmış Bir Yokmuş" üzerine.

  11. Çiçek Kahraman’la Bütün Mahalleli Duysun

    Bu sene 14. Uluslararası !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde Sanat Hayat İçindir! etkinliği kapsamında kurgu yaptığı filmlerden tanıdığımız Çiçek Kahraman’ın Bütün Mahalleli Duysun isimli video yerleştirmesi Salt Beyoğlu’nda ilk seyircileri ile buluştu.

  12. Birdman’in hatırlattığı 20 filmle beyazperdede oyuncu buhranları

    Geçtiğimiz ay en iyi film dahil dört dalda birden Oscar’ı kucaklayan Birdman, !f İstanbul’daki prömiyerinin ardından nihayet vizyona girdi. Bunu fırsat bilip, beyazperdede arızalı oyuncu karakterleri merkez alan filmlere odaklanmak ise boynumuzun borcuydu.

  13. Istırap, kentsel dönüşüm ve bizim çocuklar: Çekmeköy Underground

    Belgesel filmleriyle tanıdığımız yönetmen Aysim Türkmen’in ilk uzun metrajlı filmi Çekmeköy Underground’un bu ay gösterime girmesini bahane ederek, Türkmen’e filme dair merak ettiklerimizi sorduk…

  14. En iyi usûl eski usûl: Popolo Press

    Seyahatler sırasında keşdefilen "o dükkân"lardan biri olan, Montreal'deki Popolo'nun yaratıcısı, sahibi ve çalışanı Kiva Tanya Stimac ve baskı atölyesinde hangi yöntemleri neden kullanmayı tercih ettiği...

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler