Belgesel filmleriyle tanıdığımız yönetmen Aysim Türkmen’in ilk uzun metrajlı filmi Çekmeköy Underground’un bu ay gösterime girmesini bahane ederek, Türkmen’e filme dair merak ettiklerimizi sorduk…


Image

Belgesel kökenli bir sinemacı olduğunuzu bilen ve şehrin antropolojisini didikleyen işlerinize vakıf seyirciler için ilk uzun metrajlı kurmaca filminiz Çekmeköy Underground’a da yine buralardan yaklaşma eğilimi taşıyor insan. Filmin fikri ortaya çıkarken de kentsel dönüşümün etkilediği hayatlara odaklanan bir öykü yazma eğiliminde miydiniz, yoksa önce karakterler ortaya çıktı ve gidecekleri yolu kendiliğinden mi buldular?
Aslında sadece İstanbul’da değil bütün dünyada oluşan yeni kapitalist kent dinamikleriyle ilgileniyorum. Levent–Maslak hattındaki iş merkezi alanına, TEM otoyolunun etrafında oluşmuş çeper yerleşimlere (banliyö denilen Çekmeköy, Göktürk, Beykoz gibi semtler) bakarsanız, burada çalışan ve yaşayanların Londra, New York, Berlin’le ilişkilerinin, hemen yanlarında var olan sanayi mahalleleri veya gecekondu mahalleriyle ilişkilerinden daha yakın olduğunu görürsünüz.

Bu durum dünyanın bir sürü metropolünde de aynı. Londra’nın iş merkezinde, New York’ta Wall Street’te, İstanbul’da Levent’te çalışan üst düzey beyaz yakalılar, yeni dünya düzeninde beraber çalışıyor ve benzer şekillerde yaşıyorlar.  Kent, onların yaşam tarzlarına göre düzenleniyor, yani dünya piyasalarıyla iç içe ama var olduğu yerel mekândan kopuk formlar kentin genel yapısını belirlemeye başlıyor. Ben bu dünya kentlerinde oluşan yeni çatışmaları izlemeye çalışıyorum. İstanbul’da da dünya gayrimenkul piyasalarının etkisiyle oluşan siteleşmenin, sanayileşme döneminde oluşmuş gecekondu mahalleleri üzerine olan etkileri ilgimi çekiyor. Üst düzey beyaz yakalıların talep ve ihtiyaçlarına göre şekillenmiş kentin hizmet sektöründe çalışanlarının önemli bir kısmını gecekonduda yaşayan gençler oluşturuyor. Bu gençler, kapitalist kentin ışıltısının bir parçası olmak için veya olamadıkları zaman öfkelerini dile getirmek için kendilerini göstermeye ve duyurmaya çalışıyor.

Çekmeköy Underground’un kahramanları, İstanbul’un bir gecekondu mahallesinde dertli hayatlar süren ve duygularını arabesk-rap’le dillendiren bir grup genç. Son dönemde özellikle sosyal medyadaki varoluşlarıyla hepten görünür olan bu gençlerle tanışmanız nasıl gerçekleşti? Toplumun önemli bir kısmının apaçi gençler olarak tâbir ettiği bu kesimi, filminizde yeterince içselleştirdiğinizi düşünüyor musunuz?
Çekmeköy’de, gecekondu mahallelerinin yanına uzaydan inmiş gibi kurulmuş, etrafı jiletli tellerle çevrili bir site duvarının üzerinde  “Çekin Lan Duvarı Teli, İnsan Gibi Yaşayın” yazısı karşıma çıktı. Bu yazıyı yazan “Küllü Harap” haksız yere olduğu iddia edilen bir sebepten beş yıldır hapisteydi. “Küllü Harap”ın kardeşi ve arkadaşları, aileleriyle gecekondularda yaşıyor, sitelere hizmet eden oto yıkama, Digitürk servisi, lüks kuaförlerde çalışıyorlar, bir yandan da arabesk-rap klipler yapıyorlardı. Hayatlarında arabesk müziklerde ve filmlerde gördüğümüz acılar ve haksızlıklarla iç içe yaşayan gençler, kıyafetleri, saç şekilleri, dansları, klipleriyle yepyeni “şekil”ler ve tarzlar yaratıyorlardı.

 Medyada “Apaçi genç” denilerek bazen suçlu olarak ihbar edilen, dansları, saç şekilleriyle dalga geçilen, en iyi ihtimalle birer parodi olarak sunulan bu gençleri, en azından bir temsil hiyerarşisini kırarak yani üstten bakmayarak yansıtmaya çalıştık. Hem senaryo yazımında, hem oyunculuk çalışmalarında, hem de müzikleri yaparken böyle bir derdimiz vardı. Umarım yapabildik. Bunun için, Gaziosmanpaşa Şanzelize adlı gündüz diskosunda dans eden manikürcülerle, Bakırköy sahilinde kaykay yapan elektrikçilerle, Kartal’da yumurta kaplı mahalle stüdyosunda rap yapan güvenlik görevlileriyle, Beşiktaş Meydanı’nda BMX binen işçi çocuklarla, az olan boş zamanlarında, beraber vakit geçirdik. Ben de dans etmeyi çok sevdiğim için ve açıkçası kendi yaş grubum düğünler dışında dans etmeyen bir kuşak olduğu için, vücutlarının sınırlarını keşfederek dans eden, sokaklarda patenlerle taklalar atan  b-boy’lar ve b-girl’lerle takılmak muazzam keyifliydi.

Image

Filme buram buram sinmiş olan müzikal bir dil de söz konusu. Video paylaşım sitelerinin vazgeçilmezleri hâline gelmiş olan (ve çoğunlukla ucundan kan damlayan güllerden oluşan slayt şovlarla görselleştirilen) acılı rap parçalara filmde de yer veriliyor. Filmin müzikleri ve filmde yer alan besteler nasıl oluşturuldu?
Aslında çekimlere başlamadan önce arabesk-rap parçayı yapmış olmak istiyordum. Filmin ruhunu bu parça oluşturacaktı ve de öyle oldu. Nupark grubundan Uran Apak’la beş sene önce başladık çalışmaya. Hip hop konserlerine gitmeye başladık. Sözler yazıp kendi aramızda denemeler yapıyorduk. Ancak tabii ki rap ciddi bir uzmanlık alanı! Biz sadece kendi aramızda ne istediğimizi bulmaya çalışıyorduk. Sonra Redhack’in Reddet isimli parçasını ve video klibini yapmış olan Doğu Akdeniz grubu bize DEEP22 diye bir parça yaptı. Biz bu parçaya bayıldık ancak kullandıkları örneklemelerin izinlerini alamadığımız için kullanamadık. Bu parçanın sadece bir kısmını filmde duyuyoruz. Bu parçayı da izleyicilere dinletmenin yollarını arıyorum şimdi. Sonra “Harabın Öyküsü”nün sözlerini Doğu Akdeniz’den Acarkhan Özkan ve senaristimiz Can Merdan Doğan’la yazdık. Acarkan Özkan rap’i söyledi, Ufuk Atar’la nakaratı yazdı ve Erhan Seyran da düzenlemesini yaptı. Bu parça filmi yaparken benim için büyük motivasyon oldu. En kötü günlerimizde bu parçayı dinleyip devam dedik. Her dinlediğimizde, ekipteki neredeyse herkesin, yaptığımız işi ne kadar gönülle ne kadar gayretle yaptığını hatırlıyoruz.

Şanzelize sahnesi için de “kop”aracak bir tekno parçası gerekiyordu. Doğu Akdeniz grubundan sevgili Erhan Seyran, “Dark Night” ve “Fishes” parçalarını sete yetiştirdi. Bunlardan bir tanesini berber sahnesinde kullandık. Paris gettolarından Kore’ye, Kore’den Şanzelize’ye akan ve dönüşen tektonik ruhunu yakalamışızdır umarım.

Ucundan kan damlayan güllerden oluşan video klibimizin “Hayal Oluruz” parçası, Londra’ya yerleşerek Wild East grubunu kuran Uran Apak’tan geldi. Kendi tarzlarının çok dışındaki bir tarzda, arabesk tarzda müzik yapan müzisyenlerimiz çok zorlandılar ama harika bir iş çıkardılar… Film için toplam 11 parça yapıldı. Bir parça bir sahnenin çekimleri sırasında spontane çıktı, ancak filme koyamadık. Şimdi o parça üzerine çalışıyoruz. Ayrıca Nupark grubunun “Promise” adlı parçasını ve Doğu Akdeniz’in “Stres Yok” adlı parçalarını filmde kullandık. Film kadar da müzikler için çalışan, bizimle müziklerini paylaşan her bir müzisyene çok teşekkür ederiz. Bir de beatbox için bize yardımcı olan Ekin Köker ve Ufuk Atar’a teşekkür ederiz.

Filmin yapım öncesinden itibaren, senaryo aşaması, çekimler ve post prodüksiyon süreci ne kadar vaktinizi aldı?
Dört seneyi geçti. Şu anda sosyal medyada kliplerle, tanıtımlarla yeni kurgularını  yapıyoruz filmin. Herhalde toplamda beş sene sürmüş olacak.

Her ne kadar ödüllü belgeselleriniz de olsa Türkiye’de ilk uzun metrajını çekmeye çalışan hemen her yönetmenin başına gelenlerin sizin de başınızdan geçtiğini tahmin etmek güç değil. Bir türlü alınamayan destekler ve sahip olunması güç fonlarla mücadele süreciniz nasıl geçti? Filmin finanse edilmesinde zorluklar çektiniz mi? Türkiye’deki yapım desteğini yeterli buluyor musunuz?

Çekmeköy Underground, Kültür Bakanlığı’ndan ilk yapım desteği aldı. Ancak başka fon bulamadık. Bizim dönemimizdeki destek de çok düşüktü. Yazmış olduğumuz senaryo beş haftada çekilebiliyordu. Sete üç hafta kala, hem maddi zorluklar hem de saatlerin ileri alınmasıyla erken hava kararması yüzünden iki saat ışık kaybını fark edince erteleme kararı aldık. Ekip dağıldı. Kasım 2013’te kalakaldım; elimde çekilemeyen bir senaryo ve bakanlıktan alınmış desteğin ilk taksiti, bir kısmı da harcanmış. Belki de çekemeyeceğim diye düşünürken Can Merdan’la tanışıp senaryoyu yeniden ele aldık, ekip yavaş yavaş baştan oluşmaya başladı. Bu süreçte oyuncularım yanımda kaldı ve çok destek oldular.

Kültür Bakanlığı desteğiyle Türkiye’deki kurmaca ve belgesel sinemanın çok önemli bir kaynak bularak bir yol açtığını, sinema yapabilmeyi düşünmeyi mümkün hâle getirdiğini düşünüyorum. Bu destek olmasaydı ben sinemacı olamazdım. Çekmiş olduğum belgesel filmler için de destek almıştım ve bu destek az da olsa, sürdürülebilir bir sinemacı hayatını mümkün kıldı. Ancak kurmaca film için bunu söylemem çok zor. 2016’dan itibaren üç sene zaten başvuru bile yapamıyorum, aldığım desteği geri ödeyemeyeceğim için. Yapımcı bulmak çok zor çünkü bağımsız film yapan yapımcılar yılmış hâldeler. Yurtdışı fonları çok az ve gitgide azalıyor ve de çok büyük rekabet var. Bizim dönemimizde Euroimage sadece Nuri Bilge Ceylan’a destek verdi mesela. Keşke televizyonlar ön alım yaparak biraz destek olsalar diyoruz. Türkiye sinemasının palazlandığı bu dönemde umarım yeni kaynaklar çıkar. Yoksa alternatif yollarla sinema yapmayı düşünmek zorundayız.

Image

Çekmeköy Underground ilk kez Altın Portakal için yarıştığı Antalya’da seyirci karşısına çıktı ve orada da seyircinin coşkulu yorumlarıyla karşılandı. Bu ay kalan seyirci filmi vizyonda görme fırsatı da bulacak. Hazır film Başka Sinema kapsamında seyirciyle de buluşacakken, Türkiye’deki bağımsız yapımların vizyon macerası hakkındaki görüşlerinizi de öğrenebilir miyiz? Seyircinin festival filmlerine yaklaşımını, festivallerde ve sonrasında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seyircinin yoğun olarak sinemaya gittiği dönemlerde filmi vizyona sokmak isterseniz, sinema salonları komedi ve aksiyon filmleriyle para kazanmak istedikleri için size salon vermiyorlar. Salon verdikleri dönemlerde seyirci gelmiyor. Filmi çıkardım, ah ne güzel dediğiniz noktada bu sefer ciddi bir tanıtım işinin sizi beklediğini, tanıtımın başlı başına yönetilmesi gereken bir süreç olduğunu fark ediyorsunuz. Elinizdeki imkânları zaten tüketmiş, hattâ borçlarınızın olduğu bir dönemde seyirciyle buluşmak için de ayrı bir desteğe ihtiyacınız var. Ama bakanlık destek verdiği projelere bir daha destek vermiyor. Yurtdışı fonlarını zaten kaçırmış durumdasınız. Televizyonlara satış yapabilirseniz, tanıtım için bir bütçe oluşturma şansınız olabilir. Vizyonda seyirciye ulaşmak için reklam yapmak zorundasınız ama nasıl yapacaksınız, işte şu ara bunun yollarını arıyoruz.

Festival ve özel gösterimde seyirci filmi çok sahiplendi ve bu film daha çok izleyiciye nasıl ulaşır konusunda destek vermek isteyenler oldu. Sinemaseverlerle buluşunca bir rüyada yaşıyor gibi hissediyorum. Filmi konuşmaya başlıyoruz. Kısa süren bir rüya oluyor çünkü vizyon gerçekleri çok farklı. Rakamlar, piyasa koşulları, ticari kaygılar filmin nasıl bir film olduğuyla pek alakalı değil. Ben hem yönetmen hem de yapımcı olduğum için işin her boyutunu yaşıyorum. Bir gün sadece yönetmen olmayı hayal ediyorum.

  1. İdealize edilen çekiciliğe ulaşmanın gerilimleri: Erik Mark Sandberg

    Sandberg’in tüylü, göz alıcı ve hüzünlü sanatının asıl meseleleri, evrimi ve yaratım süreci...

  2. Görmeyi bilene güzellik bedava: Göksu Gül

    13 Mart'ta BLOK Artspace'de açılacak olan ilk solo sergisi Bedelsiz öncesi Göksu Gül’le bir sohbet.

  3. “Kadınlar savaştan özgün biçimlerde de etkilenir” – Barış İçin Kadın Girişimi

    Kobanê ve Şengal’le dayanışma amacıyla “Paylaşmaya Ben De Varım” kampanyasını başlatan Barış İçin Kadın Girişimi’nden Ayşe Toksöz’le 8 Mart Dünya

  4. Tabiatın gereği birazcık garipsen: Baby Dee

    Bir zamanlar ağaçlara fısıldayan Baby Dee'nin hayat boyu sürdürdüğü farklı kariyerler gibi "değişim"den ilham alan müziği...

  5. Her şey döngüsünü tamamlar: Earth

    Earth'ün acımasızca yükselen sesi ve çok sevdiği döngüleri.

  6. Surf ve rock’n’roll’un İspanya’ya göçü!

    Son yıllarda sayısı iyice artan İspanya merkezli gitar gruplarını bir tanıyalım.

  7. El emeği göz nuru, İleri Fantezi: Levni & Sloth Pallas

    Tektosag'ın bastığı ilk plak ve ona eşlik eden ileri fantastik klip, Levni & Sloth Pallas'ın apartman avlusundaki kimya deneylerinin ardından bizle buluştu.

  8. Şarkı şarkı Ağaçkakan ve Fernweh RX albümü

    Ankara sokaklarına dadanan bir Godzilla ya da masa tenisinde tek kutuplu bir müsabaka... Ağaçkakan'ın Fernweh RX'inin gizemi çözüldü diyebiliriz.

  9. Atmosferik sineması ve akıcı sohbetiyle Guy Maddin ile bir buluşma

    Geçtiğimiz ay !f İstanbul kapsamında Türkiye’deki hayranlarıyla buluşan Guy Maddin’le, atmosferik sinemasının kapılarını aralamaya çalıştığımız bir sohbet gerçekleştirdik...

  10. Mert Fırat ve İlksen Başarır ile: Bir Varmış Bir Yokmuş üzerine

    "Başka Dilde Aşk"tan bu yana beraber ürettikleri işlerle Türkiye sinemasının dikkat çeken isimlerinden olan yönetmen İlksen Başarır ve oyuncu/senarist Mert Fırat'tan bu ay gösterime giren "Bir Varmış Bir Yokmuş" üzerine.

  11. Çiçek Kahraman’la Bütün Mahalleli Duysun

    Bu sene 14. Uluslararası !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde Sanat Hayat İçindir! etkinliği kapsamında kurgu yaptığı filmlerden tanıdığımız Çiçek Kahraman’ın Bütün Mahalleli Duysun isimli video yerleştirmesi Salt Beyoğlu’nda ilk seyircileri ile buluştu.

  12. Birdman’in hatırlattığı 20 filmle beyazperdede oyuncu buhranları

    Geçtiğimiz ay en iyi film dahil dört dalda birden Oscar’ı kucaklayan Birdman, !f İstanbul’daki prömiyerinin ardından nihayet vizyona girdi. Bunu fırsat bilip, beyazperdede arızalı oyuncu karakterleri merkez alan filmlere odaklanmak ise boynumuzun borcuydu.

  13. Istırap, kentsel dönüşüm ve bizim çocuklar: Çekmeköy Underground

    Belgesel filmleriyle tanıdığımız yönetmen Aysim Türkmen’in ilk uzun metrajlı filmi Çekmeköy Underground’un bu ay gösterime girmesini bahane ederek, Türkmen’e filme dair merak ettiklerimizi sorduk…

  14. En iyi usûl eski usûl: Popolo Press

    Seyahatler sırasında keşdefilen "o dükkân"lardan biri olan, Montreal'deki Popolo'nun yaratıcısı, sahibi ve çalışanı Kiva Tanya Stimac ve baskı atölyesinde hangi yöntemleri neden kullanmayı tercih ettiği...

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler