İnternetin askerî bir iletişim altyapısı olmaktan çıkıp evlere girdiği dönemi adım adım deneyimleyen ve bu kademeli deneyiminin kalıntılarını işlerinde de yaşatan bir sanatçı Bora Akıncıtürk. Mehmet Ekinci’yle internete özgü kültürel form ve akımlar üzerine (internet üzerinden) bir muhabbete oturdular.

Deviantart-Myspace-Tumblr-YouTubeTwitterFacebookInstagram şeklinde giden internet estetiği soyağacı ile meme’ler ve şitposting gibi araçlar üzerinden dallanıp budaklanan bir muhabbet bu.

Adieu, 2021, dvd üzeri akrilik ve parlak jel, 18,5x14x2 cm

ME: Bedeninden koparılmış bir troll kellesi, gece vakti yakılan devasa Facebook bayrakları, üzerindeki Jerry Seinfeld portresi kirli beyaz boyayla sıvanmış bir DVD kapağı. 2017’den geçtiğimiz yaza ürettiğin işlerde ara ara kendini gösteren ve internet ile popüler kültürün kesişimindeki belirli öğelere karşı fırçasını sakınmayan ifadeler dikkat çekiyor. Sanki internet imparatorluğunun başı ve muhafızları giyotinden geçirilmiş, yıkılan sanal devletin bayrakları yakılmış, imparatorun şaklabanı da ibret olsun diye beyaz katrana bulanmış. Öte yandan, bu tarz öğeleri sırasıyla sergilediğin işlere kasıtlı bir şekilde serpiştirmediğini, benim bu soru için uydurduğum gibi özel bir agitprop yaratma gündemin olmadığını tahmin ediyorum. Yine de sorayım. Siyaset ve sanatın ister istemez dijital mecralara dolandığı dış gerçeklik, üretim süreçlerini ve sonuçlarını [geçtiğimiz beş sene içerisinde] nasıl etkiler oldu?

BA: Sanırım son beş sene içerisinde ürettiğim işlere bakınca dikkatimi çeken en büyük değişimlerden biri, eskiden sanata bulaştırmaya karşı olduğum güncel meselelerin (siyasi olaylar ve popüler kültür) şimdi otomatik olarak kendine sıkça yer bulması. Eskiden daha kişisel konuları ele almaya çalışırken şimdilerde özel konuların güncel konularla çok daha iç içe girdiğinin farkına varıyorum. Özel bir agitprop yaratma gündemim olmasa da galiba sanatsal üretimim dâhilindeki parçalar, uzun süre memetik kültüre bulanmış ve maruz kalmış (ki agitprop posterleri de bence her propoganda metodunda olduğu gibi memetik girişimlerdir) bir şekilde kendilerini ortaya çıkarıyor. Kaçınılmaz olarak ürettiğim işlerde de çeşitli görsel online formatlara benzeyen ve güncellikten kaçmakla uğraşmaktan bunalmış bir üretim biçimi oluşuyor.

Yeni işler üretirken hep biraz düzensizlik ve kararsızlık eşliğinde çalışıyorum. İçimdekileri en rahat ve sorunsuz kanallardan ortaya çıkarabileceğim sanat üretme şeklini hâlâ bulmuş sayılmam. Sanki her geçen sene internette daha fazla vakit geçiriyorum, sanki herkes eskisine göre daha fazla internette ve bu yüzden zaman çok daha hızlı akıyor gibi geliyor. Durum böyle olunca herkes çok daha aktif, sürekli bir yerlerle iletişim hâlinde, bir şeyleri kaçırmaktan korkuyor. Covid öncesi dönemde sanatçılar tarafından yürütülen, çok farklı coğrafyalardaki kâr amacı gütmeyen mekânlarla ve küçük galerilerle Instagram üzerinden iletişime geçmek ve eğer kafalar uyuşursa ucuz bir bilet ve Airbnb rezervasyonu masrafının karşılanması sonucunda davet edilip, sonra gidip orada sergi yapmak kolaylıkla mümkündü. Covid bütün o momentumu bir sürü küçük galeri ve küçük çaplı sanatçı için bozmuş oldu.

Bora Akıncıtürk & Mehmet Duran – It’s a Very Lonely Place, 2018, HTML üstü CSS
All Shall Pass, 2016, çadır yerleştirmesi, nakış, akrilik, tuval kolaj ve sis makinesi
Bora Akıncıtürk & Berk Çakmakçıi, desk, 2017, alana özel yerleştirme

ME: Z Kuşağı ve sonrası için “internetle büyüyen çocuklar” sözü çok sık kullanılıyor malum, ama internetin belirli bir olgunluğa eriştikten sonraki versiyonuyla birlikte… Oysa senin de parçası olduğun millennial kuşağı, internetin askerî bir iletişim altyapısı olmaktan çıkıp evlere girdiği dönemi adım adım deneyimledi. Ve bu uzun süreli, kademeli deneyimin bazı kalıntılarını işlerinde görüyoruz. Sadece tablo ve çizimlerinde gördüğümüz 90’lar bilgisayar oyunlarından devşirme figürleri kastetmiyorum. Mehmet Duran ile birlikte geliştirdiğiniz Soft Body Protocol ve doobie.industries web sitesi ya da Berk Çakmakçı ile ortak projeniz Beğeni Perdesi’ndeki distopik teknoloji şirketi Psionic için bir araya getirdiğiniz külüstür elektronik eşyalar.

Kişisel bilgisayar ve internet ile birlikte büyüyüp gelişen (sadece bizler değil, bu teknolojiler de bizlerle birlikte büyüdü ve gelişti) kuşağın bir parçası olmanın özellikle dışavurumu, cisimleşmeşi olduğunu düşündüğün işlerin var mı? Varsa, bu işlerin ortaya çıkış hikâyelerini geçmiş dönemden onları besleyen hatıralarla birlikte bize anlatabilir misin?

BA: 2016’da Salzburg’da davet edildiğim bir residency sonunda ortaya koymam istenen kişisel serginin bir parçası olarak içine duman makinesi yerleştirilmiş derme çatma bir çadır enstalasyonu yapmıştım. Aklımda net güncel bir konu yoktu, sergi için yazdığım kısacık soyut yazı sanki distopik bir bilimi kurgukısa hikâyesinden alınmış bir parça gibiydi. O zamanlar odaklanmaya çalıştığım genel konu, günümüz dünyasının, her geçen gün daha da yaygınlaşan tüketim bolluğu ve boktan teknolojik konformizmiyle iç içe ilerleyerek bugün olduğundan da karanlık ve korkunç bir yere dönüşme ihtimaliydi. Yanan çadır da bir çeşit bilim kurgu uzaylı mülteci dramını temsil ediyordu. Salzburg’daki serginin ardından, hem görsel açıdan hem de içinde barındırabileceği konular dolayısıyla, gelecek sergilerimin yerleştirileceği alanlara küçük yaşama alanları kurmayı hem estetik açıdan ilgi çekici hem de etkileşime açık, derinlemesine düşünceler açmaya müsait bir fikir olarak görmeye başlamıştım. Fakat odak noktam ve diğer sergilerin bu bağlamda işlediği konu, o kurduğum çadıra sığınan insanın jeopolitik çaresizliğine, bir yere sığınmak zorunda kalmasına, hiçbir gelecek güvencesi olmayan işsiz ama sürekli online, mutsuz, millennial kuşağı mensubu bir genç olmasına çevrilmişti. 2018’de Riga’da yaptığım bir sergide de benzer bir habitat oluşturmaya çalışmış ve içi 20’li yaşlarımda arkadaşlarımla kaldığım kiralık öğrenci evlerinin ya da o zamandan da önce kaldığım aile evimdeki küçük dağınık odamın taklidi ahşap bir konstrüksiyon yapmıştım. Serginin ana karakteri de odasında bilgisayarının karşısında oturmuş ekrandan gelen ışığa bakarak iyiden iyiye çürüyen, kendi çöpleri içinde yaşayan Millenial Wojak’a evrilmişti.

Galiba Berk’le ve Mehmet’le birlikte yaptığımız sergilerin yanı sıra en çok millenial olmayı ve millenial olmanın lanetini bu minik klostrofobik yaşam alanlarıyla dışavurmaya çalıştım. Mehmet’le hem yaşlarımızın aynı olması ve benzer yerlerde büyümemiz hem de özel olarak tuhaf internete ve ürettiği kültüre olan ilgimiz sayesinde birlikte çalışmaya başladık. Sadece internet sanatı yapmak istedik. Birlikte yaptığımız proje, Soft Body Protocol, netart akımına duyduğumuz hürmetin bir nevi geç kalmış bir ifadesi ve netart çorbasında bizim de tuzumuz bulunsun gibisinden bir bakış açısıydı ikimiz için de. Bu bağlamda, yukarıda bahsettiğim habitatın içindeki doomer karakter için tekrardan verimli bir ortam yaratmış oluyorduk.

Berk’le ta Myspace’in sosyal networke hükmettiği yıllarda tanışmıştık ve bundan yaklaşık yedi sene sonra birlikte sergi yapma fikrini ortaya attığımızda üzerinden geçilmesi gereken yıllar içinde konuşulmuş, çeşitli yerlere notlar alınmış, skeçler çizilmiş bir sürü fikir, plan ve proje vardı ama hiçbiri bizi tam o yıllarda medyaya düşen rus troll fabrikaları haberleri kadar yakalamamıştı. Bu konuyla alakalı olarak kurduğumuz distopik dünyadaki teknoloji devi Psionic’in çalışanlarından bir trollün, yaşadığı dairede uğradığı muhtemel suikastı biraz soyut bir şekilde ele alınmış bir yerleştirmeye dâhil etmeye karar verdik. Psionic’i hep biraz RoboCop’taki Omni Consumer Products biraz Resident Evil’daki Umbrella Corp özentisi bir şirket olarak düşündük ve distopik progadandasını yaparken yarattığı kendi corporate estetiğini serginin odağı haline getirdik.

Dogs, 2019, tuval üzeri yağlıboya, 200×160 cm
Who R U?, 2019, tuval üzeri yağlıboya, 200×160 cm
Taste of Blood, 2019, tuval üzeri yağlıboya, 200×160 cm

ME: 2019’da Plevneli Galeri’de gerçekleşen (applause) isimli sergindeki yağlı boya tabloları Çin’in Dafen bölgesinde imal ettirmiştin. Son dönemde dijital ortamda, çeşitli algoritmalar ve öğrenen makineler yoluyla sanat işi üretmek, hatta o makinelere sanat işi ürettirmek iyice yaygınlaştı. Halbuki senin söz konusu tablolar özelinde yaptığın şey, başka türlü bir insan-makine etkileşiminin ürünü. Genelde ünlü ressamların tablolarının bire bir aynılarını üretip dünya piyasasına süren emek yoğun resim atölyeleriyle bilinen bir yerle iletişime geçiyorsun, bilgisayar ortamından kendi tablolarının orijinal hâllerini karşı tarafa dijital olarak iletip, ısmarlama resim yapmayı artık otomatiğe bağlamış sanatçılara alışkın olmadıkları özgün işler ürettiriyorsun. Tekstil fabrikası otomasyonu ile özel dikim yöntemlerinin birleşimi gibi.

Bu üretim süreci nasıl gelişti? Bize biraz daha detaylı anlatabilir misin? Dafen’deki ressamlarla birlikte çalışmak nasıl aklına geldi? Kreatif endüstri diliyle, kaç kere revizyon verdin onlara? Sonuçtan memnun kaldın mı? Bir daha bu yöntemi izler misin?

BA: Christian Jankowski’nin 2008’de bir araya getirdiği China Painters serisini biraz biliyordum. Dafen’i gözüme kestirmemdeki en büyük etkenlerden biri herhalde odur. Jeff Koons ve Takashi Murakami gibi büyük isimlerden tut da Jamian Juliano-Villani ve Parker Ito gibi daha genç sanatçılara, sevdiğim birçok sanatçının bazı işlerinin üretimini outsource ettiklerini ve asistan sanatçılarla birlikte çalıştıklarını da biliyordum. Benzer bir üretim yöntemini oldum olası kendim de denemek istedim. Aynı zamanda bu yöntemin Richard Prince vakasında olduğu gibi bir eser sahipliği konusunu otomatik olarak tartışmaya açmasını ayrıca değerli buluyordum. Bunların yanı sıra bu sanat işi üretim yöntemini, elimdeki “orijinal” işlerin içinden geçtiği bir çeşit biçimsel filtre ya da seri üretim aracı gibi de görmek istiyordum. İlk aşamada ortaya çıkan orijinal imajlar Photoshop’ta bir araya getirdiğim dijital kolajlar olduğu için zaten her şey kafamda bir yerlere oturuyordu. Tasarımların üretim yöntemi ve biçimsel açıdan Çin’de üretilme durumu tabloların içerikleriyle de uyumluydu: Hızla çiziktirilmiş ya da bulunmuş imaj ve çizimler, kötü fotolar ve bazı meme’lerden oluşan Photoshop kolajları. Tüm bunlar, 4chan’de deepfry edilmiş bir meme gibi tuhaf bir filtreden geçerek Dafen’deki ressamlar tarafından tuvale boyandı.  

Bu serinin üretim süreci boyunca Dafen’de birlikte çalıştığım insanlara toplamda belki iki, en fazla üç kere mail atmışımdır. Yani revizyon konusunda büyük bir sorun yaşadım diyemem ama zaten ben de yüksek standartlı bir hiperrealizm peşinde değildim. Amacım deneysel bir yerden ortaya çıkacak sonucu görmekti daha çok. Sonuç olarak üretilen işlerden memnun kaldım. Bu tür bir resim siparişi yöntemine özgü olan aradaki fiziksel mesafe ve diyalog eksikliği, üretilen işlere muhtemelen en çok benim fark edeceğim bir soğukluk/yapaylık getirmiş oldu. Bu tarz bir yapaylığı çok sevdiğim için, (applause) sergisi için kullandığım üretim yöntemine ileride tekrar başvurmak isteyeceğim diyebilirim.

“Meme’leri anonim olmaları ve içinden çıktıkları sanal topluluklar dolayısıyla türettikleri kültürel ürünler nedeniyle bir tür folklor olarak görüyorum, doğru.” -Bora Akıncıtürk
crusty doomer wojak, anonim meme

ME: İnternete özgü kültürel form ve akımlar hakkında biraz daha konuşalım istiyorum. Deviantart-Myspace-Tumblr-YoutubeTwitterFacebookInstagram şeklinde dallanıp budaklanan bir internet estetiği soyağacından bahsedebiliriz. Soyağacının en son ürünleri olan bu dörtlü de kendi içlerinde ve aralarında farklılıklar içeriyor elbette. Daha önce verdiğin bir söyleşide meme’ler için “bir tür garip postmodern folklor” dediğini hatırlıyorum. O söyleşiden beri (Aralık 2017) ortalık iyice karıştı. Artan şitposting trafiğini düşünecek olursak tabiri caizse ortalık iyice “boka battı”.

Bahsettiğin garip folkloru nasıl tarif edersin? Onu başka kültürel formlardan ayrı kılan özellikler neler? Bu özellikler, geçtiğimiz 10 sene içerisinde giderek yaygınlaşan algoritmalar ve onların bize sunduğu internet içeriği kürasyonlarını düşününce, nasıl dönüştüler?

BA: Meme’leri anonim olmaları ve içinden çıktıkları sanal topluluklar dolayısıyla türettikleri kültürel ürünler (kısa hikâyeler, sanat işleri, mizah, çeşitli eleştirel içerikler…) nedeniyle bir tür folklor olarak görüyorum, doğru. Garip bir fenomen çünkü bildiğimiz, genelgeçer anlamıyla folklor, kuşaklar boyunca kulaktan kulağa aktarılan (temelde benzer şekillerde üretilmiş) içeriklerden oluşur. Halbuki meme’ler, sınırsız iletişim gücüyle internet üzerinden ânında çeşitli sosyal medya beğen-paylaş sistemleri içerisinde yayılıyor. İçeriğin üretim ve paylaşım hızı sayesinde sürekli güncel olabilmesi onu diğer folklor ürünlerine kıyasla daha gelip geçici kılsa da yüksek beğeni alıp çok paylaşılanlar viral patlamalar yaparak kolayca meme’ler tarihine geçebiliyor. Zaman içinde önce popülerleşip sonra gözden düşerek evirilen Tumblr, Deviantart, Vine, Snapchat, Myspace ve Soundcloud gibi birçok değişik platform, farklı kullanım sistemleri ve formatları içinde sürekli orijinal içerik üretiyor ve böylece bir tür beğeni-paylaşma ekonomisi oluşuyor. Yaklaşık son 10 sene içinde bu ekonomi gitgide daha önemli ve baskın hâle gelmeye başladı.

Deviantart’ın şimdiye göre daha sanatsal olduğu yıllarda (2002-2009) kendimi parçası hissettiğim küçük sanatçı topluluğu ve oradaki insanların ortak enerjisi benim için büyük bir üretim ve ilham kaynağıydı. Bir akşamüstü, boktan webcam mikrofonuyla tuhaf bir şarkı kaydedip ardından Myspace’e yüklemek, o şarkıyı beğenen yedi kişiyle muhabbet etmek çok heyecan verici bir olaydı. Beğeni ve paylaşım önemsiz değildi ama birebir, karşılıklı iletişim hep ön plandaydı. Şu anki hipertüketici algoritmalar bu bahsettiğimiz folklora (içerik ne olursa olsun) teknolojik anlamda yardım etmiyor, tam tersine onu sanal pazarlama araçları olarak kullanıyor. Ortaya çıkan içerik de çoğunlukla kendi formatının en popüler versiyonunu tekrar eden kopyaların kopyalarını oluşturuyor. Bu da içeriği daha tekdüze ve sıkıcı bir hâle getiriyor.

Tabii bu sıkıcılığı kıran trendler ortaya çıkmaya devam ediyor, yeni ve genç online topluluklar her zaman taze içerik üretiyor. Gençlerin sosyal platformları daha farklı şekillerde kullanmaları içerik üretiminin formunu çeşitlendiriyor. Mesela şitposting dediğimiz şey ilk başta sadece birinin timeline’ını bi sürü alakasız imaja boğup dikkat çekmekken, şimdi bilinçli bir şekilde derlenmiş nadir dijital imaj koleksiyonlarının paylaşımlarına evrilmeye başlıyor. Instagram gibi şu an sosyal medyayı domine eden en büyük platformun bile mikro sanat toplulukları tarafından sanat üretimlerini paylaşıp network yapmaları için kullanılması, bu platformların aslında sadece birer araç olduğunu hatırlatıyor ve belki de bu bahsettiğimiz tekdüzeliğe karşı bir umut göstermiş oluyor.

“Meme ve şitposting içeriklerindeki slogan ya da hızlı diyalog benzeri metinleri ya da bir dakikadan kısa süren videoları yudumlamıyoruz da peşi sıra shot atar gibi kafaya dikiyoruz. Bazen keyfimiz yerine geliyor, bazen gözlerimiz ağrıyor, başımız dönüyor midemiz bulanıyor.” -Mehmet Ekinci
Instagram Topluluk Kuralları ekran görüntüsü

ME: Kitap kapağı işleriyle ünlü görsel tasarımcı Peter Mendelsund, Okurken Ne Görürüz isimli metninde “Okurken bir göz dolusu kelimeyi birlikte kavrarız. Kelimeleri su gibi yudumlarız… Hızlı okurken kelimeleri ve deyimleri çabucak yutarız, ama bazı metinlerin tadını çıkarmayı, onları dilimizin üzerinde yuvarlamayı seçeriz” diyor. Günün her saati kitap okumasak da mütemadiyen önümüze düşen, görüş açımızı işgal eden internet mizahını takip etmek de benzer okuma pratikleri geliştirmemize sebep oldu. Meme ve şitposting içeriklerindeki slogan ya da hızlı diyalog benzeri metinleri ya da bir dakikadan kısa süren videoları yudumlamıyoruz da peşi sıra shot atar gibi kafaya dikiyoruz. Bazen keyfimiz yerine geliyor, bazen gözlerimiz ağrıyor, başımız dönüyor midemiz bulanıyor.

Sence bu bünye (senin bünyen dâhil) daha ne kadar internet mizahı ve şitposting kaldırır? Bir noktada doyum noktasına geleceğimizi düşünüyor musun? Ya da tam tersine meme’ler ve şitposting belirli tür sanatsal üretim süreçlerinin ayrılmaz bir parçası hâline mi geliyor sence? Ortaya çıkan bir tür internet mizahı ve şitposting temelli meme ekonomisinden, bir tür tektipleşen kültürden bahsedebilir miyiz?

BA: Bence meme’ler (redditte Türkiye’den bir grup genç kullanıcının meme yerine Türkçe göğüs dediklerini duymuştum bir arkadaşımdan ama o kullanım uzun vadede tutmadı galiba) ve şitposting sadece mizah odaklı olmadıkları noktada daha kalıcı olabilirler. Meme’lere esasında minik dijital bilgi paketçikleri olarak baktığımız zaman içlerini sadece mizah içeren datalarla değil de herhangi bir şeyle doldurabileceğimizi görüyoruz. Şitposting’e sadece bir çeşit trollük yöntemi olarak değil de neredeyse Dadaist bir post-internet tepkisi olarak bakabiliriz. Bu sınırlamalar değiştikçe de bu araçların ve yöntemlerin kalıcılığının artacağını düşünüyorum. Dediğin gibi memeler, şitposting gibi iletişim yöntemleri ve beraberinde getirdikleri sınırsız, sürekli değişen içerik ve potansiyel olarak içerdikleri sonsuz ilham, kültür sanat üretiminin ve sanat üzerine tartışmaların ayrılmaz birer parçası oldu ve olmaya da devam edecek.

Güncel internet kültürünün oluşması ve devamlılığını sağlayan en önemli kültürel unsurlar hâline geldiler ve şu anda özel olarak teknoloji karşıtı bir hayatınız yoksa, o ya da bu şekilde internet kültürünün, dolayısıyla çeşitli meme ve şitposting içeriklerinin etkisi altındasınız, birine ya da diğerine maruz kalıyorsunuz demektir. Bundan 10 sene sonra internet kültürünün önemi insanlık için ne olur bilmek zor, maalesef bir önceki soruda da bahsettiğimiz gibi şu sıralar keskin hatlar üzerinde tektipleşen ve agresif bir şekilde her şeyi paraya çevirmeye çalışan bir sistem var. Bu sistem internet kültürünü de hızla monotonlaştırıyor. Algoritmaların öncülüğünde tuhaf reklamlarla dolu, öneri bazlı, sansürcü ve gitgide daha da otoriter olan sosyal medya, internet kültürünü öldürüyor gibi görünüyor. Dolayısıyla şitpostinge tamamen sanatsal bir dışavurum, bir çeşit Dadaist tepki olarak baktığımız zaman, içinde bulunduğumuz durumla ilgili daha da vahim bir tablo kendini gösteriyor belki.

Xegis, blog ekran görüntüsü
Brad Troemel, özgün içerik meme / baskı

ME: Komplo teorilerine karşı özel bir ilgi duyduğunu biliyorum. Bu ilgi hem işlerine eklediğin sözlü ifadelerde, hem de yer yer kullandığın figürlerde kendini gösteriyor. Komplo teorilerine inanan siyasi liderler ve onların sözüne inanan kitleler sadece bugüne özgü değil elbette. Yine de Pizzagate ya da QAnon gibi fantastik senaryolara inanan ya da “Bill Gates bizi çipleyecek, zihinlerimizi ve bedenlerimizi kontrol edecek” hikâyelerine kapılıp aşı olmayı reddedenlere hayret etmemek elde değil. İnternetteki alt-right gruplarının Kurbağa Pepe’nin ismini Kek diye değiştirdikten sonra kendilerine peygamber ilan edip sonra da “Kek Kültü” müritlerine dönmesi mesela. Tabii bütün bu komplolar çeşitli meme ve şitposting kanalları üzerinden yaygınlaştığı için, her meme ve şitpost topluluğunun sağcılık ve komplo teoriciliğiyle anılması da söz konusu.

Son dönemde karşına çıkan yeni ve akıllara ziyan komplo teorileri var mı? Yeni teoriler olmasa da eskilerini “özgün” şekillerde işleyen meme ya da şitposting hesapları ya da?

BA: Aslında önerebileceğim o kadar çok şey var ki. Bütün gün internette karşıma neler çıkıyor. Şimdilik şu aşağıdakilerle başlayayım.

Markrothko

Markrothko, şitpost denemeyecek kadar ince eleyip sık dokuyarak bir araya getirilmiş, her postu 10’ar slayttan meydana gelen görsel şölenlerden oluşuyor. Slaytlardan oluşan her imaj koleksiyonu bir çeşit sanatsal şitposta dönüşüyor. Mesela şu: İçinde cringe boomer meme’lerinden şeffaf plastik bir Putin büstü fotoğrafına geniş ve umursamaz bir yelpazede sunulmuş bir toplama var ve meme’ler bu koleksiyonun içine giriyor olsa da bütün post “meme” olmaktan başka bir dışavuruma dönüşüyor.

Xegis

Bu blog, çok sevdiğim ve iki kere birlikte duo sergi yaptığım arkadaşım Iain Ball’un yeni projelerinden. Pandemi döneminde ortaya çıkan covid komplo teorilerine kendi araştırmaları çerçevesinde yenilerini eklediği bu bloğu açtı. Bazı yazılar anlaşılır bir dille kurulmaya çalışıldığı düşünülen distopik reptilian yeni dünya düzenini tasvir ederken, bazıları da sanki bilinceulaşmış bir AI tarafından yazılmış absürdist apokalips şiirler gibi.

Crafts Conversation

Bu da yine çok sevdiğim iki sanatçı ve bir arkadaşlarının (Edward Shenk, Brian Blomerth ve Kate Levitt) bir dönem hazırladığı bir podcast. Şitpost tadında sohbetlerle lafın lafı açtığı, her bölüm için belirlenmiş bir konu hakkında tembel internet araştırmaları yaptıktan sonra bir araya gelerek birbirlerine bu saçmalıkları anlattıkları kısa ömürlü bir projeydi.

Brad Troemel

Sanatsal komplo teorilerinin ve trollüğünün en üst noktalarında oturan üstat Brad Troemel, patreon hesabının takipçilerine sanat dünyasının korkunç yöntemlerle giriş kapıları tutulmuş, köşeleri kapılmış kapitalist unsurlarını anlatırken bir yandan da bu gerçek mi yoksa meme mi dedirten troll postlarla beyin yakıyor.

  1. Peter Kennard 50 yıldır fotoğraf bozuyor ve liderlerin tadını kaçırıyor

    Fotomontajlarıyla 50 küsur yıldır hem müzelerde hem eylemlerde olan meşhur sanatçı Peter Kennard’ın hâlâ üretmesi önemli olabilir. Ama kendini genç kuşağın yanında konumlandırması çok daha önemli. BM iklim zirvesi COP26 ile eş zamanlı göstereceği yeni enstalasyonuna hazırlanırken Kennard’la çevrimiçi ortamda karşılıklı bir çay içtik.

  2. 6 derece uzak teorisinden ilhamla 8 fotoğraf sanatçısı

    Cansu Yıldıran, Cemre Yeşil Gönenli, Devin Yalkın, Aino Väänänen, Civan Özkanoğlu, Ekaterina Solovieva, Ege Kanar ve Cemil Batur Gökçeer, görsel hikâyeleştirme diyarlarından bildiriyor.

  3. Deviantart’ın altın günlerinden hipertüketici algoritmalar devrine

    Meme’lere sadece mizah aracı olarak değil minik dijital bilgi paketçikleri olarak bakabilir miyiz? Şitposting sadece bir trollük yöntemi değil de neredeyse Dadaist bir post-internet tepkisi olabilir mi? Sanatçı Bora Akıncıtürk’le Mehmet Ekinci, internete özgü kültürel formlar ve akımlar üzerine bir muhabbete oturdu.

  4. Canlı müzik geri dönerken ekolojik kriz ve COVID bize neler söylüyor?

    Devasa miktarda karbon salımıyla küresel ısınmaya çanak tutan müzik sektörünü yeni normalimiz çerçevesinde nasıl iyileştirebiliriz? Venüler, festivaller ve turneler kapsamında “canlı” müziğin sürdürülebilir dönüşümü için yapılabileceklere bakıyoruz.

  5. Playlistlere yeniden kulak vermek ve dinlemeyi geri kazanmak

    Reklamcılık ve pazarlama stratejilerinin dışında kalan, dinleyicisini ve elbette sanatçıları pasifize etmeyen kataloglama/listeleme yöntemleri bulma hayali çok mu naif?

  6. Hissettirdikleri ve öğrettikleriyle The Velvet Underground

    Yeni Todd Haynes belgeseli sağ olsun, 2021 sonbaharına The Velvet Underground nostaljisi hâkim... Bugünlerde yeni albümlerini yayımlamış üç müzisyenden, grubun kendileri için ne ifade ettiğini kelimelere dökmelerini istedik. İşte Vanishing Twin, Anika ve Shannon Lay’den The Velvet Underground mektupları.

  7. Aklımdakiler: Islandman

    “Bizden önceki ve sonraki nesil arasında köprü görevindeyiz. Y kuşağı olarak görevimiz.”

  8. Anika’nın kendine tuttuğu aynada hepimizden yansımalar var

    Hem edebi hem sonik üslubuyla duyarlı ve her birimizle konuşmaya çalışan, beraber sorgulamaya çağıran “Change” albümünü irdelemek üzere Anika’ya bağlandık.

  9. Nene H hedonizmin değil, dürüstlüğün peşinde

    “Partilemeyi sadece hedonizm olarak görmeyen, bu ortamı kendileri için güvenli ve kendilerini ifade edebilecekleri bir alan olarak gören insanlar var. Ben de buna hizmet etmeye çalışıyorum açıkçası.”

  10. Bir piyanistin galaksi rehberi

    Ardı ardına yayınlar, tarzlar ötesi yaklaşım, rengârenk bir palet. Bize biraz anlatsana Çağrı Sertel.

  11. Müzik sayesinde yeniden bağ kuran iki kardeş ve Hermanos Gutiérrez ruhu

    Hermanos Gutiérrez şarkılarının; kronik uykusuzluğa deva olan çarkıfelek çiçeği çayından sıkı bir bardak içmişsiniz gibi bir etkisi var. Üretim pratikleri ve müzikal geçmişlerinin detaylarını Gutiérrez kardeşlerden dinleyelim.

  12. Fink ile “her ihtimale karşı” bir alternatif nostalji seansı

    Fink’in esas kişisi Fin Greenall, “IIUII” isimli nostalji atılımının ortaya çıkışını anlatıyor: “Ne zaman sahnede şarkı söylesem, şarkıyı söylediğim o orijinal yere gitmek zorunda kalıyorum. Bu yüzden derinlerde gezinen sanatçılar, seyirciyle hiç konuşmuyorlar veya onlara şakalar yapmıyorlar.”

  13. Tekel müziği

    Bugünün egemen sınıfları kültürün bütününe ya meta ya da eğlence muamelesinde bulunuyor. Bizler iki tanımlamayı da kabul etmemeliyiz.

  14. 8 görüntü yönetmeniyle konuştuk

    Üretim süreçleri nasıl işliyor? Yönetmen ile verimli bir iletişim süreci nasıl yürütülüyor? Ne gibi durumlarda inisiyatif kullanıyorlar? Teorik eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorlar mı? Kalpleri pelikül mü dijital için mi atıyor?

  15. Céline Sciamma ile çocukluğun duygusal yoğunluğu ve “Petite Maman” üzerine

    “Ortaya çıkan işin çocukluk deneyimiyle uyumlu olduğunu umuyorum.” Hattın öbür ucunda, son filmi “Petite Maman”a dair sorularımızı yanıtlamak üzere Céline Sciamma var.

  16. A’dan Z’ye The Sopranos

    “The Many Saints of Newark” gündeminden hareketle: Katı senaryo kurallarından Emmy karnesine, “Sıkı Dostlar” ile görünmez bağlarından kendine has jargonuna, bir “The Sopranos” sözlüğü.

  17. Ozan Açıktan’ın 90’ları ve “Geçen Yaz” ile “Neyi unutmak istemezdin?” seansı

    Ozan Açıktan’la çok da bir şeyini özlemediğini söylediği 90’larda geçen son filmi “Geçen Yaz”ı konuştuk. Filmden 90’lara dair detayları sorduk ve bize kişisel tarihindeki yerlerinden bahsetmesini istedik.

  18. Nefretin büyüsü ve “hate-watching” dedikleri

    Seyir deneyiminizin aniden nefret duygusuyla yoğrulduğu, izlediklerinden kopamadığınız gibi duyduğunuz nefretten de istemsizce zevk almaya başladığınız oluyor mu? Evet, muhtemelen hate-watching’in büyüsü altındaydınız.

  19. 80’lerden bugüne video nasty: Neydi, ne oldu, ne olacak?

    Prano Bailey-Bond'un ses getiren “Censor”ını vizyonda izlemişken dünü, bugünü ve yarınıyla “Video nasty 101” dersi.

  20. Sinema alanında HIV anlatılarının seyri

    İhmalkârlık politikalarından ortak mücadelelere ve umutta kenetlenmelere.

  21. Sınırları belirsiz karakter müzesi “Cryptozoo”, artık “bizlerin”

    MUBI kataloğuna eklenen “Cryptozoo”nun yaratıcısı Dash Shaw’la, prodüksiyon süreci, karakterlerin ardındakiler ve güncel bağımsız animasyon sektörüne dair bir sohbet.

  22. “Dune” evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 1

    Başlangıç noktamız Frank Herbert'ı bu kült uzay sagasını yazmaya iten motivasyonlar: Uzay operası nedir? “Dune”, kahraman figürüne nasıl yaklaşıyor? Bir bilim kurgu sagası için ekoloji neden önemli? Arapça terminoloji nereden geliyor?

  23. “Dune” evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 2

    “Dune”un zaman çizelgesini anlamak için bir beyin fırtınası. Matematik dehası, zırh tasarımcısı Holtzman kimdir? Butleryan Cihadı neden önemli? Yapay zekâ olmayan bir evrende galaksiler arası yolculuk nasıl mümkün?

  24. “Dune” evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 3

    “Dune”un politik yapısı evrende nasıl bir düzen yaratıyor? 3 büyük aile ne zaman kuruldu? Bene Gesseritler nasıl yeteneklere sahipler? Çöl solucanlarının baharat Melange ile alakaları ne?

  25. Künye

    yayın imtiyaz sahipleri ve etkinlik direktörleri Aylin Güngör [email protected] J. Hakan Dedeoğlu [email protected] yayın ve proje danışmanı Ekin Sanaç [email protected]