Britanya politik sanat tarihinde genişçe bir yer kaplayan Peter Kennard’ın 50 küsur yıldır toplumsal gündemlere paralel üretmekte olduğu ikonik fotomontajlarından bazılarına aşina olmanız olası. Kısa süre önce Pluto Press aracılığıyla yayımlanan antolojisi Visual Dissent’le karşılaştığımız Kennard’ın kasımda Glasgow’daki BM iklim zirvesi COP26 ile eş zamanlı olarak sergilenecek yeni bir enstalasyon hazırlığında olduğunu öğrendik. Bu vesileyle de kendisiyle karşılıklı bir çay içmek üzere Zoom’da buluştuk.

Hâlâ üretmekten daha önemlisi, genç kuşağın yanında yola devam etmek

Peter Kennard’ın işleri bugüne kadar en az müze ve galerilerde sergilendiği kadar protestolarda da kullanıldı. Örgütlerin ve aktivist grupların sahiplenmesiyle pek çok farklı kanaldan dolaşıma sokuldu. Posterleri sokaklara, okullara, gençlik kulüplerindeki panolara asıldı. 1970’lerden bu yana sokak sanatıyla içli dışlı olmasına (ve Banksy’nin kendisinin sıkı bir hayranı olmasına) rağmen “Banksy’den çaldı” diye suçlanmasına anlam vermek güç. Çok uzundur üreten bir hayli tanınmış bir isim olarak bence en ayırt edici özelliği, “Biz neler gördük geçirdik, siz yoktunuz, bilmezsiniz” gibi bir tavırdan alabildiğine uzak olması. Hâlâ üretmeye devam etmesi kadar, bunu yaparken gençlerin yanında durmayı seçmesi de çok önemli. Onların önceliklerini benimseyerek, onları dinleyerek, onlardan ilham alarak yoluna devam ettiği anlaşılıyor.

Genç kuşakla ortak üretimlerine verilebilecek çarpıcı bir örnek, punk-rapper şair Kae Tempest’ın Let Them Eat Chaos albümünün kapak görselinin ve turnede perdeye yansıttığı videoların onun elinden çıkması. Muazzam bir şair olduğunu düşündüğü Tempest’la bunu yapmasının ve genç nesille çalışma fırsatı yakalamanın harika bir deneyim olduğunu söylüyor. “Ben mesajımı karşı tarafa iletmek için her şeyi yapar; her medyumu kullanırım. Birçok genç sanatçı da şu an bunu yapıyor. Kendilerine ‘ben ressamım’ demiyorlar. Sürekli farklı farklı kanalları kullanıyorlar. Bu harika bir şey.”

Tarihsel hafızanın çok önemli olduğuna inanan Peter Kennard, Visual Dissent antolojisini de genç kuşaklarla iletişim kurabilecek bir yayın olarak tasarlamaya çalışmış. Sıradan sanatçı kitaplarından öte bir ürün ortaya koymak istemiş ve 1969’dan 2019’a uzanan bir politik gündem haritası çıkarmış. Sene sene yaşanmış bazı toplumsal olayları; onlara paralel olarak ürettiği fotomontajlarıyla eşleştiriyor bu antolojide Kennard. Angela Davis’in “Yana dönmüş duvar artık bir köprüdür.” sözüyle açılan kitap; ekonomik adalet, barış, özgürlük, insan hakları ve çevre çerçevesinde anti-nükleer protestolar, Filistin halkının hak mücadelesi, Apartheid, Çernobil gibi çoğu majör kimi o kadar da majör olmayan 50 olaydan bahsederken bunlara dönük ürettiği işlerin arkasındaki düşünme biçimlerini ve kullandığı teknikleri detaylandırıyor. 1960’ların sonundan beri önemli bir parçası olduğu silah endüstrisi karşıtı mücadeleyi takip edebiliyor, küresel ısınma bilincine varılışın izini sürebiliyorsunuz.

Kitap üzerinden üretimlerine olan yaklaşımında hafızanın, kendi hafızasını korumanın ya da insanların unutmamasını sağlamanın yerini biraz daha kurcalamak istiyorum. Birçok protesto eyleminin anaakım medyanın ilgisizliği nedeniyle kayıplara karışabildiğini söylüyor. “Bazı şeyler hızla o kadar kabullenilir hâle gelebiliyor ki bence sol mücadelenin daima bu hafızaları canlı tutmanın yollarını bulması gerekiyor. Düşünsene, [Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından] geçtiğimiz haftalarda yayımlanan ve ‘kırmızı alarma’ işaret eden iklim raporu altı saat kadar gündemde kalmasının ardından yerini hızla yeniden ünlülerin hikâyelerine bıraktı. Afganistan bile gündemden kaybolmaya başlıyor gibi hissediyoruz.”

Resimden kopuş, fotoğrafı “gerçekliğinden” koparış ve fotomontaja geçiş

En geriye gittiğimizde Peter Kennard, aslen resim arka planından geliyor. 16 yaşındayken güzel sanatlar okuluna girmiş, bu okuldan erken ayrılmış ve 1960’larda Londra’da resim yaparak yoluna başlamış. Britanya’da da Vietnam Savaşı’na karşı protestoların ses yükselttiği bu dönem, nasıl ve neden sanat yapmak istediğini soruşturup anlamlandırması adına kişisel tarihindeki en önemli dönemeç. Londra’daki savaş karşıtı eylem hareketliliğine katılmasıyla farkına vardıklarını şöyle açıklıyor: “Sanattan yararlanarak politik bilinci yükseltmek adına olup biteni ifade etmenin yollarını araştırmaya koyulmak istedim.” Bu motivasyon Peter Kennard’ın resim alanından uzaklaşmasına, malzeme olarak fotoğrafı kullanmayı seçmesine vesile olmuş.

1960’lar Britanya’sında savaş karşıtı mücadele altındaki dayanışmayı mobilize etme motivasyonuyla resim medyumunu terk edişinin ardındaki sebepleri ve bu bağlamda fotoğraf bozma alanında deney yapmaya yönelmenin neden ona mantıklı geldiğini detaylı bir şekilde dinlemek istiyorum. Resmin kendine ait koca bir tarihle birlikte geldiğini hissettiğini söylüyor. Ona göre resim alanında medyumun kendisi bir anlamda konudan ve öznelerden daha çok öne çıkabiliyor. Öte yandan fotoğrafsa âna ve anlık “gerçekliklere” dair bir alan ve ona bu yüzden çekici gelmiş. Fotoğraf kullanarak yapmak istediği esas şey de o dönem dünyanın farklı noktalarındaki mücadeleleri yan yana getirecek işler yaratmakmış: “Prag’da, Paris’te, Londra’daki 1968 Hareketi, ABD’deki Sivil Haklar Hareketi… Aynı dönemde farklı ülkelerde yaşananların fotoğraflarını üst üste koyarak hepsini bir araya getirecek imajlar hazırlamak istiyordum. Savaş karşıtı ve ırkçılık karşıtı hareketler hızla dünyanın farklı noktalarında kendilerini gösteriyordu. Ve ben sanatın galeride asılı, ayrı bir şey değil de bunun bir parçası olabilmesini umuyordum.”

Peter Kennard, bu motivasyonla ve baskı tekniği neticesinde ortaya çıkan ilk tuvallerinin bir nevi resimleri andırdığını da söylüyor. “Eş zamanlı yürütülen farklı mücadeleleri ve dönemin özgürlük hissini” ifade etme gücü yüksek olan foto-resimler…

Aslında savaşın o günlere kadar genel olarak sadece sahnelenmiş/kurgu fotoğraflarla aktarılmış olmasının; foto-muhabirliğin ve belgesel fotoğrafçılığın yüzünü o dönemde yenice yaygın olarak göstermeye başlamasının da hem politik mücadelelerde hem Peter Kennard’ın sanatına yön verme süreci üzerinde etkisi mutlaka olmuştur gibi geliyor. Kennard, savaş karşıtı hareket üzerinde özellikle Vietnam’da çekilmiş çok güçlü bazı belgesel fotoğrafların etkisi olduğunu doğruluyor. Ama bu durumun onun fotomontaj tekniklerine yönelmesinde pek de etkisi olmamış. Şöyle açıklıyor: “Benim asıl istediğim, Vietnam ile örneğin Çekoslavakya’da yaşananların arasındaki bağlantıları ve bu olayların faillerini aynı resim içinde göstermekti. Montaj kullanarak siyasi krizlerin mağdurlarını, bu krizlerin sorumlusu olan liderler ve siyasetçilerle aynı karede göstermek mümkündü. Böylece elinizdeki imaj yalnızca bir protestonun ya da yaşanan acının imajı olmaktan çıkıyor; neye itiraz ettiğinizi ve bu yaşatılan acıların nereden geldiğini de gösterebiliyordu. Belgesel fotoğrafçılık değil de fotomontaj yapmanın bu yüzden önemli olduğunu düşünüyordum. Fotoğraflar da kendi başlarına çok güçlü imajlardı. Ama size savaş siyasetinin güç mekanizmalarını değil, mağdurlarını gösteriyorlardı.”

Peki Peter Kennard o yıllarda fotoğraflara nasıl erişiyor, nasıl bir çalışma metodu takip ediyordu? “İmajlar ansiklopedisi olarak adlandırdığım bir derlemem vardı. Fotoğrafların yeniden fotoğraflarını çekerek hazırlıyordum. Artık reklam verenler sevmediği için bunu pek yapmıyorlar ama eskiden dergiler çok güçlü belgesel fotoğraflar yayımlarlardı. Ben de imaj kütüphanelerinde bu resimleri yeniden fotoğraflayarak kendi arşivimi oluşturuyordum.”  

Politik ortak bilincin yükselmesi motivasyonuyla iş üretirken sanatçıya yön verenlerin ne kadarının işin izleyici üzerinde yaratacağı etkiyle, ne kadarının kendiliğinden ve doğal olarak zihnine gelenlerle ilgili olduğu da konuşulası bir konu. Kimi zaman zihninde net bir fikir/imaj olduğunu ve doğrudan ona uygun fotoğraflar bulmaya ya da çekmeye yöneldiğini söylüyor. Kimi zamansa zihninde net olan tek şeyin söz söylemek istediği bir konu ve parçası olmak istediği bir eylem olduğunu anlatıyor. Fotoğrafların karşısına geçip onların birbirleriyle birleşmesine izin verdiği, kendi sözlerini kendi yaratmalarına alan tanıdığı süreçlere de oldukça aşina olduğu anlaşılıyor. Bu anlamda işleri ortaya çıkarırken girilen “görsel bir diyardan” bahsediyor. İmajların birbiriyle ilişki kurmaya, birbirine tutunmaya başladığı; bir nevi kelimesiz bir yer burası.

Bu noktada Peter Kennard’a göre kolaj ve montaj arasındaki farkı biraz açmak da iyi olabilir. Kolajı daha parçacıklı bir yapı olarak tanımlıyor; kolaj, içinde yer bulan parçaların ayrı ayrı yarattığı anlamlarla da ilişkileniyor. Devrimci kolajlarıyla tanınan Dada kadınlarından Hannah Höch ve harika işleri, kolaj deyince bahsettiği ilk ilham durağı. Ama kendi pratiğini daha ziyade sürrealizmle ilişkilendiriyor ve montajlarını “imajlar arası bir bağlantı kurmaya çalışmak” olarak açıklıyor. Yani fotomontajlarında kurduğu bağlantılarla gerçeklikler yaratmanın peşinden gidiyor ama bunlar “gerçek” gerçeklikler değil de sıra dışı gerçeklikler elbet.

Susan Sontag: “[Fotoğraflar] Hayaletler gibi üstümüze çöker ve etrafımızda dolanırlar.”

Fotoğraf ve fotomontaj üzerine düşünmek gerçekten kafa açıcı. Susan Sontag, fotoğrafın işlevini tartıştığı; savaşın ve şiddetin televizyon ya da dergi ve gazetelerdeki imgesel yansımaları üzerine kafa yorduğu 2003 tarihli Başkalarının Acısına Bakmak kitabında, “Evet, bizim anlamamızı anlatılar sağlayabilir. Gelgelelim, fotoğraflar da başka bir şey yapar: Hayaletler gibi üstümüze çöker ve etrafımızda dolanırlar.” diyor. Bu alıntıyı masaya getirmek istememin sebebi Visual Dissent’in dijital kopyasına bakarken Peter Kennard’ın sanatsal üretimiyle yapmak istediğinin tam da fotoğrafı bu “üstümüze çökme” eğiliminden koparmak olduğunu düşünmem. Fotoğrafları bozarak izleyiciyi salt duygusal reaksiyondan uzaklaştırmayı; meselelere entelektüel anlamda müdahil olmalarını sağlamayı umuyor. Acaba bugün (sanat alanında ya da değil) bu anlamda enteleküel ve politik angajmanı hangi yapı ve platformların sağlayabildiğini gözlemliyor?

“Artık yaptığım işleri Twitter, Facebook gibi mecralardan da paylaşıyorum, evet. Onları da kullanıyorum ama hâlâ şöyle de düşünüyorum ki özellikle benimkiler gibi işlerin fiziksel dünyaya çıkabilmeleri çok önemli. Birçok grup, protestolarını yalnızca sosyal medya üzerinden duyuruyor. Bu sayede aynı baloncuktakiler haberdar olabiliyor. Ama sokağa afiş asmanın bir şok değeri hâlâ var. Sokaklar gitgide daha da özelleştirilmiş ve kurumsal mekânlara dönüştü. Her yer reklam. Dolayısıyla sokakta farklı söz söyleyen şeylerle karşılaşmanın sanal bir karşılaşmadan biraz daha farklı bir etkisi var bence. Hâlâ işlerin farklı kanallar aracılığıyla gösterilmesinin önemli olduğuna inanıyorum. Benim çalışmalarımın kendisi kadar dünyaya nasıl gösterildikleri de önemli çünkü karşısında durup meditasyon yapabileceğiniz tarzda işler değiller; içinde yaşadığımız gerçekliklerle ilgililer.”

Yıkımın önlenemez olduğunu değil, insan faaliyetlerinin bir neticesi olduğunu gösterme motivasyonu

Peter Kennard’ın şu anda gündeminde olan konuların başındaysa iklim krizi geliyor. Bu sohbeti yaptığımız sırada bir sene rötarla Glasgow’da 1-12 Kasım’da düzenleneceği duyurulan BM iklim zirvesi COP26 ile eş zamanlı göstereceği enstalasyona hazırlanmakta. Bildiğiniz gibi Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin geçtiğimiz ağustosta yayımlanan raporu “insanlık için kırmızı alarm” olarak tanımlandı. Peter Kennard’ın Glasgow’daki kamusal bir fotoğraf galerisinde 19 Aralık’a kadar gösterilecek “kırmızı alarm” başlıklı yerleştirmesi de “yaşamı değil kurumsal çıkarları gözeterek hükümet liderlerinin iklim krizi karşısındaki bomboş sözlerini desteklemeyi sürdüren” sisteme karşı bir araya getirdiği imajlardan oluşuyor. Sanatçı metninde Kennard, “askerî-endüstriyel kompleksin dünyayı yiyedururken en yoksul olanları nasıl da kenara tükürdüğünden, savaşa sürüklediğinden” bahsediyor. İklim adaletsizliği ve gezegenin karşı karşıya olduğu bu kriz, öğrencileri aracılığıyla da gözlemlediği üzere genç sanatçıların odaklandığı birincil meselelerden. Fotomontajlarıyla bu yıkımın önlenemezliğini değil, insan faaliyetlerinin bir neticesi olduğunu göstermek istiyor ve onların iklim adaleti mücadelesinin görsel materyalleri olarak da kullanılabilmelerini umuyor. Zirve esnasında düzenlenecek çok sayıda protestoyla birlikte sokakta poster eylemleri yapacaklarını da ekliyor.

Doğrudan petrol endüstrisi ya da silah endüstrisindekilere yönelen sanat işlerini sergilemenin kolay olmadığından bahsederken sokak sanatı devriminin öneminin altını çiziyor Kennard. Türkiye gibi pek çok coğrafyada olduğu gibi sanatı ve sözü nedeniyle sistem tarafından cezaevine kapatılmadığı, yaşam hakkı elinden alınmadığı için Londra’da bulunmasının (doğduğundan beri Londra’da yaşıyor ve üretiyor) ve bunları yapabilmesinin onu ne kadar ayrıcalıklı kıldığının da farkında. “Bu nedenle de yaptığımı yapmaya devam etmemin önemli olduğuna inanıyorum.” diyor.

Kendisi bir yandan büyük galeriler ve müzelerde de yer tutan bir sanatçı. Müzelere girme motivasyonunun ardında insanların bir müzeye adım attığında “şimdi”ye dair düşündükleriyle ilişki kurabilecek şeyler görmek isteyeceklerine olan inancı yatıyor. Sanatın dünya düzenini değiştiremeyeceğinin pekâlâ farkında. Ona göre sanat ancak şunu yapabilir: “Sanat aracılığıyla farklı mücadeleler yürüten insanların ve grupların yanında durabilirsiniz. Sanat bu sayede bu mücadelelerle ilişki kurabilir. Benim için sanat, bir nevi politik eylemlerin görsel ayağını oluşturuyor.”

Geçmiş yıllardaki deneyimleri doğrultusunda hem politik mücadelelerin yanında hem de kurumsal sanat alanında yer almanın beraberinde ne gibi zorlukları getirdiğinden biraz bahsetmesini istiyorum. Seneler içinde ele aldığı meselelerden kaynaklı sansür mekanizmalarıyla birçok kez karşı karşıya geldiğini anlatıyor. Kimi zaman da bazı güçlü işlerin galeriler ve küratörlerce destek görmesine rağmen sponsorların itirazına takıldığını anlatıyor. Git gide daha çok kamusal mekânın sponsorlara bel bağlaması büyük bir problem. İngiltere’de müze ve galerilerden çekilen bütçeleri sponsorların nasıl doldurduğunu açıklıyor. Sanatçıların işlerini gösterdikleri mekânların içinde bulunduğu büyük resmi görmelerini çok olumlu bulduğunu; kapitalizmin korkunç döngüsünün bir parçası olmayı kabullenmek yerine buna karşı ses çıkarılmasını desteklediğini anlatıyor.

“Ben aktivist değilim.”

Peter Kennard’ın 1960’ların sonlarında başlayan fotoğraf deneyleri yıllar içinde birçok farklı teknik kullandı. Bu çeşitlilik kendisine “sanatçının” yanı sıra sanat emekçisi ya da (Dadaizm’den hareketle) sanat mühendisi tanımlarını yakıştırmasına da sebep. Unvan ve etiketlerle işi olmadığını söylüyor ama bu tanımlar fotoğraflara birer kelime gibi yaklaştığının, onlarla cümle kurmak istediğinin birer kanıtı. Ardından “Ben aktivist değilim.” diyor ve dünyanın dört bir yanında muazzam mücadeleler yürüten tüm aktivistleri selamlıyor: “Öldürülen iklim aktivistlerinin, yaşam hakları elinden alınan yerlilerin seslerini duyamıyoruz. Yaşadığımız bu zamanlarda sanatçıların bu sesleri yükseltecek yeni ifade biçimleri bulmaları çok önemli. Dünya düzenine karşı bireysel tepkiler vermek çok önemli. Çoğu haber kanalı hükümetlerin, zilyonerlerin kontrolünde. Olup bitene dair bireysel ifade biçimleri geliştirmek hiç olmadığı kadar elzem belki de.”

Senelere yayılan üretiminde el imajı kullanımının ayrı bir yeri olduğu göze çarpıyor. Bu eller kimi zaman faillere kimi zaman da itirazlara ait olan eller. El temasının bir diğer tamamlayıcısı da yolculuğunda her zaman ellerini kullandığı bir çalışma pratiğini benimsemiş olması. Bundan yola çıkarak üretim sürecinin zamanla nasıl dijitalleştiğini de kendisinden bir dinleyelim tabii. Montajın koparma ve bozmayla olan yakın ilişkisinin altını çizerken hâlâ fiziksel kesme eyleminin kendisi için önemli olduğunu söylüyor. Ama bazı montaj işlerini de uzun süredir dijital olarak üretiyor. İşe aldığı eski öğrencilerinin ona Photoshop’lama konusunda epey yardımcı olduğunu anlıyorum. “Dijitalle hiçbir zaman herhangi bir sorunum olmadı. Sadece ne yazık ki her şey benim yaşım biraz ilerlemişken dönüştü.” diyor.

Dijitalin bir araç ama tek araç olmadığının anlaşılmasından memnuniyet duyuyor. Tıpkı fiziksel protestoların ve dayanışma alanlarının yaşatılmasının önemini vurguladığı gibi. Nükleer karşıtı iş üretmeye başladığı dönemden kritik bir örnekle açıyor meramını: “Nükleer başlıklı füzeler Greenham Common’da konumlandırılmaya karar verilince Greenham Kadın Barış Kampı kuruldu ve orada üç sene boyunca kaldılar. Bu eylem, Occupy gibi eylemlerin modeli oldu. İnsanlar eylem yapıp evlerine dönmediler, orayı işgal ettiler.”

Umudu da aktivistlerin yürüttüğü mücadelelerde, bu mücadelelerle kenetlenmekte ve bu mücadelelerin görsel alanda, müzikte, tiyatroda karşılık gelmesinde buluyor. Geriye dönüp üretimine baktığındaysa kendisini gerçekten bir şeyler başarmış veya iyi hissettiğini söylemek güç:  

“‘Broken Missile’ gibi hâlâ kullanılan imajlarım var. Hâlâ görünür olması iyi hoş da hâlâ aynı şeylerin içinde olmamız çok korkunç. Bu imajın hâlâ işe yarıyor olması bana çok kasvetli geliyor. Dolayısıyla bazen kendimi işe yarar hissetsem de bazen bulunduğumuz nokta itibariyle dehşete düşüyorum. Gençlerin karşı karşıya olduğu ekonomik problemlere bakın… Benim hayatım çok daha kolaydı. Sanat okudum, işgalevlerinde büyüdüm, çok az parayla geçinebildim… Her geçen gün daha da endişe veren bir iklim krizinin ortasındayız; silah sanayine yönelik harcamalar daha da artıyor, siyasetçiler giderek daha da yozlaşıyor. Bu anlamda kendimi hiçbir şey başarmış gibi hissetmiyorum elbet. Ama sanattan yararlanarak elimden geleni yaptığımı düşünüyorum ve yapmaya çalışmaya da devam ediyorum. Genç sanatçıların politika ve sosyal değişimlerle daha da ilgili olduklarını görüyorum. Zaten bu eylemlerinin de doğrudan kendi hayatları üzerinde etkileri oluyor.”

  1. Peter Kennard 50 yıldır fotoğraf bozuyor ve liderlerin tadını kaçırıyor

    Fotomontajlarıyla 50 küsur yıldır hem müzelerde hem eylemlerde olan meşhur sanatçı Peter Kennard’ın hâlâ üretmesi önemli olabilir. Ama kendini genç kuşağın yanında konumlandırması çok daha önemli. BM iklim zirvesi COP26 ile eş zamanlı göstereceği yeni enstalasyonuna hazırlanırken Kennard’la çevrimiçi ortamda karşılıklı bir çay içtik.

  2. 6 derece uzak teorisinden ilhamla 8 fotoğraf sanatçısı

    Cansu Yıldıran, Cemre Yeşil Gönenli, Devin Yalkın, Aino Väänänen, Civan Özkanoğlu, Ekaterina Solovieva, Ege Kanar ve Cemil Batur Gökçeer, görsel hikâyeleştirme diyarlarından bildiriyor.

  3. Deviantart’ın altın günlerinden hipertüketici algoritmalar devrine

    Meme’lere sadece mizah aracı olarak değil minik dijital bilgi paketçikleri olarak bakabilir miyiz? Şitposting sadece bir trollük yöntemi değil de neredeyse Dadaist bir post-internet tepkisi olabilir mi? Sanatçı Bora Akıncıtürk’le Mehmet Ekinci, internete özgü kültürel formlar ve akımlar üzerine bir muhabbete oturdu.

  4. Canlı müzik geri dönerken ekolojik kriz ve COVID bize neler söylüyor?

    Devasa miktarda karbon salımıyla küresel ısınmaya çanak tutan müzik sektörünü yeni normalimiz çerçevesinde nasıl iyileştirebiliriz? Venüler, festivaller ve turneler kapsamında “canlı” müziğin sürdürülebilir dönüşümü için yapılabileceklere bakıyoruz.

  5. Playlistlere yeniden kulak vermek ve dinlemeyi geri kazanmak

    Reklamcılık ve pazarlama stratejilerinin dışında kalan, dinleyicisini ve elbette sanatçıları pasifize etmeyen kataloglama/listeleme yöntemleri bulma hayali çok mu naif?

  6. Hissettirdikleri ve öğrettikleriyle The Velvet Underground

    Yeni Todd Haynes belgeseli sağ olsun, 2021 sonbaharına The Velvet Underground nostaljisi hâkim... Bugünlerde yeni albümlerini yayımlamış üç müzisyenden, grubun kendileri için ne ifade ettiğini kelimelere dökmelerini istedik. İşte Vanishing Twin, Anika ve Shannon Lay’den The Velvet Underground mektupları.

  7. Aklımdakiler: Islandman

    “Bizden önceki ve sonraki nesil arasında köprü görevindeyiz. Y kuşağı olarak görevimiz.”

  8. Anika’nın kendine tuttuğu aynada hepimizden yansımalar var

    Hem edebi hem sonik üslubuyla duyarlı ve her birimizle konuşmaya çalışan, beraber sorgulamaya çağıran “Change” albümünü irdelemek üzere Anika’ya bağlandık.

  9. Nene H hedonizmin değil, dürüstlüğün peşinde

    “Partilemeyi sadece hedonizm olarak görmeyen, bu ortamı kendileri için güvenli ve kendilerini ifade edebilecekleri bir alan olarak gören insanlar var. Ben de buna hizmet etmeye çalışıyorum açıkçası.”

  10. Bir piyanistin galaksi rehberi

    Ardı ardına yayınlar, tarzlar ötesi yaklaşım, rengârenk bir palet. Bize biraz anlatsana Çağrı Sertel.

  11. Müzik sayesinde yeniden bağ kuran iki kardeş ve Hermanos Gutiérrez ruhu

    Hermanos Gutiérrez şarkılarının; kronik uykusuzluğa deva olan çarkıfelek çiçeği çayından sıkı bir bardak içmişsiniz gibi bir etkisi var. Üretim pratikleri ve müzikal geçmişlerinin detaylarını Gutiérrez kardeşlerden dinleyelim.

  12. Fink ile “her ihtimale karşı” bir alternatif nostalji seansı

    Fink’in esas kişisi Fin Greenall, “IIUII” isimli nostalji atılımının ortaya çıkışını anlatıyor: “Ne zaman sahnede şarkı söylesem, şarkıyı söylediğim o orijinal yere gitmek zorunda kalıyorum. Bu yüzden derinlerde gezinen sanatçılar, seyirciyle hiç konuşmuyorlar veya onlara şakalar yapmıyorlar.”

  13. Tekel müziği

    Bugünün egemen sınıfları kültürün bütününe ya meta ya da eğlence muamelesinde bulunuyor. Bizler iki tanımlamayı da kabul etmemeliyiz.

  14. 8 görüntü yönetmeniyle konuştuk

    Üretim süreçleri nasıl işliyor? Yönetmen ile verimli bir iletişim süreci nasıl yürütülüyor? Ne gibi durumlarda inisiyatif kullanıyorlar? Teorik eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorlar mı? Kalpleri pelikül mü dijital için mi atıyor?

  15. Céline Sciamma ile çocukluğun duygusal yoğunluğu ve “Petite Maman” üzerine

    “Ortaya çıkan işin çocukluk deneyimiyle uyumlu olduğunu umuyorum.” Hattın öbür ucunda, son filmi “Petite Maman”a dair sorularımızı yanıtlamak üzere Céline Sciamma var.

  16. A’dan Z’ye The Sopranos

    “The Many Saints of Newark” gündeminden hareketle: Katı senaryo kurallarından Emmy karnesine, “Sıkı Dostlar” ile görünmez bağlarından kendine has jargonuna, bir “The Sopranos” sözlüğü.

  17. Ozan Açıktan’ın 90’ları ve “Geçen Yaz” ile “Neyi unutmak istemezdin?” seansı

    Ozan Açıktan’la çok da bir şeyini özlemediğini söylediği 90’larda geçen son filmi “Geçen Yaz”ı konuştuk. Filmden 90’lara dair detayları sorduk ve bize kişisel tarihindeki yerlerinden bahsetmesini istedik.

  18. Nefretin büyüsü ve “hate-watching” dedikleri

    Seyir deneyiminizin aniden nefret duygusuyla yoğrulduğu, izlediklerinden kopamadığınız gibi duyduğunuz nefretten de istemsizce zevk almaya başladığınız oluyor mu? Evet, muhtemelen hate-watching’in büyüsü altındaydınız.

  19. 80’lerden bugüne video nasty: Neydi, ne oldu, ne olacak?

    Prano Bailey-Bond'un ses getiren “Censor”ını vizyonda izlemişken dünü, bugünü ve yarınıyla “Video nasty 101” dersi.

  20. Sinema alanında HIV anlatılarının seyri

    İhmalkârlık politikalarından ortak mücadelelere ve umutta kenetlenmelere.

  21. Sınırları belirsiz karakter müzesi “Cryptozoo”, artık “bizlerin”

    MUBI kataloğuna eklenen “Cryptozoo”nun yaratıcısı Dash Shaw’la, prodüksiyon süreci, karakterlerin ardındakiler ve güncel bağımsız animasyon sektörüne dair bir sohbet.

  22. “Dune” evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 1

    Başlangıç noktamız Frank Herbert'ı bu kült uzay sagasını yazmaya iten motivasyonlar: Uzay operası nedir? “Dune”, kahraman figürüne nasıl yaklaşıyor? Bir bilim kurgu sagası için ekoloji neden önemli? Arapça terminoloji nereden geliyor?

  23. “Dune” evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 2

    “Dune”un zaman çizelgesini anlamak için bir beyin fırtınası. Matematik dehası, zırh tasarımcısı Holtzman kimdir? Butleryan Cihadı neden önemli? Yapay zekâ olmayan bir evrende galaksiler arası yolculuk nasıl mümkün?

  24. “Dune” evreni hakkında sıkça sorulmayan sorular, bölüm 3

    “Dune”un politik yapısı evrende nasıl bir düzen yaratıyor? 3 büyük aile ne zaman kuruldu? Bene Gesseritler nasıl yeteneklere sahipler? Çöl solucanlarının baharat Melange ile alakaları ne?

  25. Künye

    yayın imtiyaz sahipleri ve etkinlik direktörleri Aylin Güngör [email protected] J. Hakan Dedeoğlu [email protected] yayın ve proje danışmanı Ekin Sanaç [email protected]