İlk fragman paylaşıldı, Denis Villeneuve’ün “Dune” filmini konuşma zamanı

Evet yeni bir Dune filmi kapıda. Denis Villeneuve’ün uzun süredir sinema dünyasında büyük bir beklentiyle yolu gözlenen Dune filmi, iddialı oyuncu kadrosu ve yaratıcı ekibiyle “imkânsız” denilen bu prodüksiyonun hakkını verecek gibi görünüyor. Tüyleri diken diken eden fragman taze, aşağıdan izleyebilirsiniz.

Fragmanla beraber filmi bolca konuşacağımız birkaç aylık süre de resmî olarak başlamışken Dune evrenine kısa bir bakış atalım dedik. Haydi başlayalım.

Dune ne anlatır?

Dune serisinin uzak bir gelecekte geçmekte olduğundan söz ederek başlayalım. Galaktik İmparatorluk düzeniyle yönetilen evrende Padishah Emperor unvanını alan kişi “Bilinen Evrenin İmparatoru” aynı zamanda. İmparator haricinde, yıldızlararası düzen çok güçlü birkaç aile tarafından yönetiliyor. Bu evrendeki tüm güç dinamikleri tek bir gizemli maddeye, Melange’a bağlı. Bu özel madde kişiye uzun bir ömür sağlıyor, zihinsel algıyı artırıyor, zihnin uyuyan kısmını uyandırabiliyor. Belirli bir süre kullanımından sonra insanların gözleri “mavi içinde mavi” olarak parıldamaya başlıyor. Bu özel baharatın hasadı da dolayısıyla en önemli iş olarak kabul ediliyor. Verdiği güç evrende herhangi bir nesne ya da teknolojiden çok daha üstün bir güç sağlıyor. Bu nedenle de Melange’a sahip olan, evrene sahip olmuş oluyor. Doğal olarak, büyük aileler arasındaki güç savaşları da bu baharatın çıkarılması işini kimin üstleneceği meselesi etrafında dönüyor. Tabii Frank Herbert tüm bunları son derece detaylı politik, ekonomik ve mistik teşkilatlardan söz ederek zenginleştiriyor. İşte böyle bir sistemin içine, 1965 yılında Analog dergisi tarafından 2 parçada basılan Dune ile giriş yapıyoruz. 

Bu hikâyeye Harkonnen ile Atreides hanedanlıkları arasındaki çekişme damgasını vuruyor. Her şeyi başlatan olay ise Padishah Emperor Shaddam IV’un Paul’un babası Dük Leto Atreides’e, baharatın bilinen tek merkezi olan Arrakis gezegenindeki hasat işlemlerini yönetmekle görevlendirmesi. Her ne kadar bunun bir tuzak olduğundan şüphelenseler de Atreides ailesi görevi kabul ederek Arrakis gezegenine görevlerini yerine getirmek üzere yolculuğa çıkıyorlar. Dük Leto’nun oğlu Paul Atreides’in, kendinden önceki kuşakların mesken edindiği okyanuslarla çevrili gezegen Caladan’dan, tamamen çöllerle kaplı, insanlığın yabancı kaldığı son derece çetin şartlara sahip, dev solucanlar Shai-Hulud’un (evreni yaratan ve yöneten tek tanrının cisimleşmiş hali olarak geçerler)  yuvasına ayak basması ile birlikte, Arrakis’in ve aynı zamanda Paul’un Muad’Dib’e dönüşüm süreci başlıyor. Evrenin kaderi şekilleniyor. 

“Arrakis…Dune…İmparatorluğun çölü, aynı zamanda evrenin en değerli gezegeni. Çünkü burada – yalnızca burada – baharat bulunabilir. Baharat. Onsuz imparatorlukta medeniyet olmazdı, tecim olmazdı. Arrakis… Dune… evrendeki en değerli hazinenin, baharatın yuvası. Ve ona kim hâkim olursa, evrene hâkim olur.”
Princess Irulan,  Frank Herbert’s Dune (2000) filminden

Dune’un bilim kurgu dünyası için önemi nedir peki?

Burada 2001 Space Odyssey’in yazarı Arthur C. Clarke’a kulak verelim. Clarke, Dune evreninin sahip olduğu karakter derinliği ve yarattığı evrenin detay zenginliği bakımından bilim kurgu dünyası içinde eşsiz olduğunu ve Tolkien’in The Lord of the Rings serisi haricinde kıyaslayabileceği bir başka evrenin olmadığını belirtmiş. Carl Sagan ise bilim kurgu yapımlarını eleştirirken Herbert klasiğini ayrı bir yere koyar. Dune hakkında inanılmaz zengin bir evren nitelemesinde bulunur ve hikâye karşısında eleştirel olma fırsatı bile yakalayamadığını belirtir. 

Pek çok bilim kurgu hikâyesinde geleceğe yönelik bir tahmin yürütme, geleceği tasarlama güdüsü vardır. Hatta çoğu hikâyenin özü geleceğin nasıl olabileceğinin hayaline yönelik teknoloji odaklı yaklaşımlardan oluşur. Ancak Dune geleceğin teknolojisine yönelik pek çok detaya yer verir, hikâye uzak bir gelecekte geçer fakat Dune tüm zamanlar üzerinedir. Geçmiş, bugün ve geleceği birbirine bağlayan bir zaman anlayışına sahip olan anlatı, insanlığın antikiteden bugüne değişmeyen soruları ve sorunlarının gelecekte nasıl yankılar taşıdığını bizlere gösterir. Bu nedenle de yazıldığı tarihten bağımsız olarak insanlığın her döneminde geçerli çıkarımları içinde taşır. Buna paradokslar da dâhildir. Döngüsel, birbirini tekrarlayan, kendi ifadesiyle bir füg yazımı gibi iç içe geçen olaylardan oluşan evren yine yazarın kendi ifadesiyle bir Escher litografisindeki gibi paradokslara işaret eder, paradokslardan oluşur. Hikâyede liderlik kavramına farklı bir bakış bulunur. Frank Herbert, Dune ile liderlik fikrinin ne kadar problematik olduğu gerçeğinin altı çizer. Ancak bu liderlik fikri kötüdür, yanlıştır gibi sığ bir eleştiri değildir. Çünkü lidere ihtiyaç duymak bir paradokstur. Dune bu paradoksu Paul Atreides karakteri üzerinden aktarır.

Buraya kadar olan bölümün çok tanıdık gelmesi tesadüf değil. 1951 itibariyle yayınlanmaya başlayan Isaac Asimov’un Foundation serisi de çürümekte olan galaktik imparatorluk rejimi üzerindedir. Ancak benzerlik konusunda en göze çarpan serinin George Lucas’ın bir bilim kurgu efsanesi haline gelen Star Wars anlatısı olduğunu belirtmeliyiz. Şunu eklemek lazım ki Anakin Skywalker’ın hikâyesindeki büyük açmazı, Dune gibi bir seriyi okuduktan sonra daha derinleşerek kavrayabilme fırsatını yakalarız. Dune, Star Wars’un gerek olay örgüsünde gerek gelecek kurgusunda başat bir etkiye sahiptir. Hatta Lucas’ın piyasaya sürdüğü prequel olarak da bildiğimiz Episode 1-2-3 de olay örgüsü itibariyle Dune ile örtüşür. Episode 4-5-6 ise Children of Dune’un olay örgüsü ile örtüşür. 

Dune’un başlangıç noktası neydi?

Dune’un başlangıcındaki ithaf bölümünde şu sözler göze çarpar:

“Bu geleceğe yönelik tahmin çabası, her nerede ve hangi zaman diliminde çalışırsa çalışmış olursa olsunlar, emeklerini, fikirlerinin çok daha ötesine ‘gerçek materyaller’ dünyasına taşıyanlara – kurak bölge ekolojistlerine – tevazu ve hayranlıkla adanmıştır.”

Herbert’ın bu sözlerini anlamak, Amerika’daki Oregon Eyaletini eşsiz kılan bir doğa olayını anlamaktan geçiyor. Oregon’un sahil kesimi, çevredeki topografyanın milyonlarca yıllık erozyonun sonucu oluşan kumulların rüzgârlar tarafından taşınması ile oluşuyor. Bu kumullar çok hızlı gelişiyor, çok geniş alanlara ve yüksekliklere yayılıyor. Zamanla kontrol altına alınmazlarsa evleri ve hatta kasabaları yutacak boyutlara ulaşabildikleri için kumul genişlemesini durdurmak çok kapsamlı çalışmaları da beraberinde getiriyor. Oregon’daki bu alanda belirli bitki türlerinin plantasyonu ile ekosisteme fazla müdahale bulunmadan kumulların genişlemesini engelleyen bir ekibin çalışmaları üzerine araştırmalarda bulunan Frank Herbert, bu büyük emeği konu alan “They Stopped the Moving Sands” isimli bir makale kaleme alıyor. Her ne kadar bu makaleyi tamamlamamış olsa da taslak, Dune romanı için önemli bir çıkış noktasını oluşturuyor. Buradaki çalışma ile birlikte dünya kaynaklarının kullanımı konusundaki vurdumduymaz yaklaşımın eleştirisini de Herbert, Dune sagasında ön planda tutuyor ve bu yönüyle ekolojik kaygı taşıyan ilk romanlardan biri yazılmış oluyor. Çöl iklimiyle ilgili bu çalışma zamanla seride önemli bir nokta olarak kendine yer buluyor.

Yeni film hakkında neler biliyoruz?

“Politika, din, ekoloji, maneviyatı konu alan bir kitap ve pek çok karaktere sahip. Bu nedenle de [uyarlamak] son derece zorluydu. Açıkçası, hayatımda yaptığım en zor şey bu.” Bu sözler 18 Aralık’ta vizyona girmesi planlanan Dune filminin yönetmeni Denis Villeneuve’e ait. Bildiğimiz gibi kendisi bilim kurgu janrına Arrival, Blade Runner 2049 gibi son derece başarılı iki yapım eklemiş bir yönetmen. Ancak Dune’un onun için diğer tüm işlerinden çok daha özel olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu yılın temmuz ayında verdiği bir röportajda Dune ile olan uzun soluklu geçmişinin ayrıntılarına değinen Villeneuve, aslında 13-14 yaşlarında tanıştığı bu evrenin filmini çekme hayalini daha o yıllardan beri kurmaktaymış. Kariyeri boyunca yönettiği pek çok filmde Dune’un yankılarını görebileceğimizi belirten Villeneuve’ün özellikle Incendies filminde bu etkiyi gözlemleyebiliyoruz. Wajdi Mouawad’ın oyunundan beyazperdeye birlikte uyarladıkları film, Orta Doğu’daki iç savaşın karanlığına ışık tutuyor. Incendies, yeni Dune filmi açısından da önemli bir deneyim olmuş. Dune’un seti, aslında Incendies için Villeneuve’ün uzun arayışları ile keşfetmiş olduğu Ürdün’ün güneyindeki kumtaşı ve granit kanyonlarına kurulmuş. Eşsiz doğaya sahip olan Wadi Rum bölgesi ve göz alabildiğine uzanan çöllerin, topografyanın insan üzerindeki etkisini Dune ile anladığını söyleyen Villeneuve’e göre anlatıyı ve Paul karakterini anlamak, çölü anlamakla mümkün. Arazinin boşluğu ve sessizlikle olan etkileşim, yolculuğu daha içsel bir deneyim hâline getiriyor. Böylelikle karakter çölün derinliklerine doğru ilerledikçe biz de onun iç dünyasında daha derinlere ulaşıyoruz. Bu Paul’un Arrakis’te geçirdiği dönüşümün daha iyi özümsenmesini sağlıyor.

Filmin mekân seçimlerindeki özene işaret eden açıklamalar, bir süredir yeni Dune filminin Peter Jackson’ın The Lord of the Rings üçlemesiyle birlikte anılmasına neden oldu. Bundan 20 yıl kadar önce Peter Jackson ustalıkla Yeni Zelanda’nın muhteşem doğası ile Tolkien’in orta dünyasını -mümkün olan en az sayıda montaj ve efekte başvurarak- betimleyebilmişti. Bu kurgusal dünyayı bizlere çok gerçekçi bir şekilde aktarabilmişti. Kimilerine göre de Dune, büyük çaplı bir projede The Lord of the Rings’den beri ilk defa bu titizlikte yaklaşıma sahip bir yapım olacak. Filmin sanat yönetmeni Tom Brown da bu görüşleri doğruluyor ve serinin LOTR seviyesinde bir yapım olduğunu belirtiyor. Kaldı ki Arrival gibi projelerinde Villeneuve’ün minimum efekt kullanma hassasiyetini az çok bilmekteyiz. 

Filmde Paul Atreides’i canlandıracak, son yılların adından en çok söz ettiren oyuncularından Timothee Chalamet de bu durumdan çok etkilenmiş olacak ki yaptığı açıklamalarda ilk defa sınırlandırıcı panoların ve kamera açılarının olmadığı bir sette çalıştığını, böyle bir şeyi daha önce hayal dahi edemediğini ve Dune’dan çok önemli dersler aldığını belirtiyor. Çölde yaşadığı deneyimin sürreel olduğunu ve devasa yer şekillerinin sanki başka bir gezegende hissettirdiğini ekliyor.

Tüm bu gerçekçilik konuları hakkındaki bir başka detay da Dune ile Star Wars’u yeniden bir araya getiriyor. Denis Villeneuve; bu film için -yönetmene göre de son yıllarda çıkan en iyi Star Wars yapımı olan- Rogue One: A Star Wars Story’nin görüntü yönetmeni Greig Fraser ile çalışmakta. Bu iş birliğinin Dune filmi için daha gerçekçi bir tonun yakalanması konusunda önemine dikkat çekiliyor. Zira Rogue One da bu yönüyle övgüler toplamıştı. Buradan da Blade Runner 2049’ın “böylesini daha önce görmedim” dedirten mekânlarına kıyasla farklı bir tutuma sahip bir prodüksiyon olacağını anlıyoruz. 

Son derece önemli bir başka konu ise Dune’un yaratıcı kadrosu ve oyuncuları. İlk olarak senaryoyu oluşturan ekibin çok güçlü olduğunu söz etmekle başlayalım. Villeneuve’ün yanı sıra daha önce de haberini yaptığımız Eric Roth ve Passengers, Doctor Strange ve Prometheus gibi yapımların senaristliğini yapmış Jon Spaihts, Herbert klasiğini uyarlayan ekibi oluşturuyor. 

Denis Villeneuve, Paul karakteri üzerine olan fikirlerini bir dizi röportaj sırasında açıkladı. Kanadalı yönetmen Paul’un Arrakis’e yolculuğunu bir uzay macerasından ziyade bir kehanet olduğunun altını çiziyor ve dünya kaynaklarının sorumsuzca tüketildiği günümüzde Paul’un bu sürecinin, çocukluktan yetişkinliğe adım atış hikâyesinin çok daha ötesinde günümüz gençleri için bir harekete geçme çağrısı niteliğinde olduğunu vurguluyor. Öte yandan Paul karakterini, kitapta da olduğu gibi Arrakis’e yapacağı bu yolculuğu düşlemekten ziyade hayatında bilinmeze açılan bu yeni döneme karşı endişe ve korku hisseden bir genç olarak açıklıyor. Babasının mirasını devralacak bir dük olmak için yetiştirilmiş, annesi sayesinde de Bene Gesserit isimli kadim kadın topluluğunun antik mistik eğitimine hâkim bir genç karakterin olayların gelişimiyle birlikte, olmak istediği şey konusunda çelişkiler yaşamasını ve daha da önemlisi son derece tehlikeli bir gezegende hayatta kalma sürecini yönetmen, bir anlamda Godfather serisindeki Michael Corleone’nin yaşadığı çelişkilere benzetiyor. Timothee Chalamet, Villeneuve’nün listesinde Paul rolü için tek seçenekmiş. Yönetmen Paul’un yolculuğunu, bir anti-kahramanın yolculuğu olarak nitelendiriyor. 

Paul’un babası Duke Leto Atreides rolünde Oscar Isaac’i; bir Bene Gesserit rahibesi olan annesi Lady Jessica rolünde Rebecca Ferguson’u izleyeceğiz. İki filmden oluşacak seride Villeneuve’ün Lady Jessica karakterini geçmişteki uyarlamalara göre biraz daha ön planda tutacağı da haberlerde yer alıyor.

Paul’un Caladan’da aldığı eğitimin önemli parçası olan, Atreides hanedanlığının kılıç ustası Duncan Idaho rolünde Jason Momoa, savaş stratejileri hakkında eğitimini veren Gurney Halleck rolünde Josh Brolin, bir mentat (insan-robot) olan Thufir Hawat rolünde Stephen McKinley Henderson var. Daha önce de sözünü ettiğimiz gezegen ve çevre bilimci Dr. Liet-Kynes karakteri konusunda bir değişikliğe de dikkat çekelim. Önceki filmlerde erkek olan bu karakteri bu filmde Sharon Duncan-Brewster canlandıracak. Dr. Liet-Kynes’ın kızı Chani Kynes’a da Zendaya hayat verecek. 

Atreides ailesinin en büyük düşmanı olan Harkonnen ailesine geçelim. Baron Vladimir Harkonnen rolünde Stellan Skarsgård’ı, Glossu ‘Beast’ Rabban Harkonnen olarak da Dave Bautista’yı izleyeceğiz. Fremenler tarafına göz attığımızda ise Javier Bardem’i Stilgar rolünde görüyoruz. Baş karakterlerden Prenses Irulan ve Reverend Mother karakterleri hakkında henüz bir açıklama yok.