2022: Türkiye sinemasından 15 film

Bir yandan çıtayı yükselten Türkiye yapımı filmlerle görkemli bir sinema yılı geçirdiğimize sevindiğimiz, bir yandan da sinemacıların maruz kaldığı adaletsizliklere karşı öfkemizi umuda ve cesarete çevirmeye çabaladığımız bir zaman aralığıydı 2022.

2022’de festival yolculuğuna başlayan veya geniş gösterimini yapan, izlediğimiz ve irdelediğimiz yerli 15 film (alfabetik sırayla) aşağıdalar. Almanya yapımı olması nedeniyle Aşk, Mark ve Ölüm’ü burada anmadığımızı da son olarak not düşelim.

Ayna Ayna

(Yön: Belmin Söylemez)

Belmin Söylemez, amatör bir tiyatroda yolları kesişen, bambaşka hayatlar yaşasalar da benzer duygusal ve finansal çıkmazlar içinde hayallerinin peşinden giden, patriyarkanın ve giderek daha fazla muhafazakârlaşan bir toplumun içinde var olma mücadelesi veren üç kadın karaktere çeviriyor kamerasını. Rüyaların, aynaların ve İstanbul’un önemli yer edindiği Ayna Ayna’nın sinemasındaki yetkinliğin sırrı; yükselen neo-Osmanlıcılık, etnik kimlik, kültür – sanat etkinliklerinin sistematik iptalleri ve kadınların maruz kaldığı yaş ayrımcılığı gibi konularda dikkate değer cümlelerini altlarını kalın çizgilerle çizmeden, küçük anlara sığdırabilmesinde yatıyor.

Bana Karanlığını Anlat

(Yön: Gizem Kızıl)

Gizem Kızıl’ın çeşitli festivalleri arşınlayan ilk uzun metrajında; yıllardır mutsuz bir evliliğin içine hapsolan Nermin, eşi Veli’nin ölümünün ardından geçen yılların hesaplaşmasını gasilhanede yapıyor; bu esnada aile üyeleri arasında gizli kalmış anlaşmazlıklar ortaya saçılıyor. Nermin’in Veli’yle yüzleşmesi, aslında bir yandan da aynayı kendi hayatına tutması elbette. Aslıhan Gürbüz’ün ödüllü performansı ve Taner Yücel’in yine ödüllü müzikleriyle parlayan, neredeyse tek mekânda geçmesine rağmen dinamizmini kaybetmeyen, kara komedi soslu bir yüzleşme seansı.

Beriya Şevê / Geceden Önce

(Yön: Ali Kemal Çınar)

Sıradan anların içindeki absürtlükleri yakalamakta maharetli mizah anlayışıyla sinemasını ilgiyle takip eden bir izleyici kitlesi yaratan Ali Kemal Çınar, bu kez mizahı devre dışı bırakmayı ve içinde bulundukları gerçekliği iliklerine kadar hisseden üç karakterin öyküsünü anlatmayı seçmiş. Barış masasından kalkıldığı, çatışmaların yeniden başladığı olağanüstü hâl koşullarında rutin yaşamlarını sürdürmeye çabalayan Kürt bir ailenin üyelerini takip ediyor Beriya Şevê / Geceden Önce’de. Hem Kürt meselesine hem de -kuir bir kadın olan baş karakteriyle- toplumsal cinsiyete dair duruşuyla, şüphesiz ki yönetmenin filmografisindeki en politik, en ilgiye değer duraklardan biri.

Cadı Üçlemesi 15+

(Yön: Ceylan Özgün Özçelik)

Cadı Üçlemesi’nin ikinci halkası; hikâyesini anlatmak için sahip olduğu kısıtlı imkanlara yenik düşmeyerek, hedeflediklerinin altından ustalıkla kalkan, sarsıcı bir belgesel. Şiddet uygulayan kocalarına karşı öz savunma haklarını kullanarak cezaevine giren Aylin ve Havva isimli kadınların yazdığı mektupları Hare Sürel ve Gülçin Kültür Şahin’in sesinden dinliyoruz. Ceylan Özgün Özçelik’in kurduğu etkileyici görsel ve işitsel tasarım; kadınların umutlarını, hayallerini, acılarını derinlemesine hissettiren, soluklanması güç bir deneyime dönüşüyor.

Cici

(Yön: Berkun Oya)

Cici’nin bir sahnesinde yönetmen karakter, çektiği filmi kurgu masasında bir türlü toparlayamadığından, finali bağlayamadığından, sonucun içine sinmediğinden söz ediyor ki bahsi geçen bu bitirememe, olduramama hâli; Cici‘nin bünyesindeki hemen her karaktere ait duygudurumunun özeti olarak da yorumlanabilir. Bellek mefhumunun (ve yarattığı yıkım gücünün) eksik kalan, geride bırakılamayan, bastırılamayan ve nihayetinde ayyuka çıkanlar üzerinden kurcalanması; 30 yıl sonra da travmalarına ev sahipliği yapmış topraklara geri dönen bir aileyi anlatan Berkun Oya filminin en ilgiye değer tarafı.

Çilingir Sofrası

(Yön: Ali Kemal Güven)

41. İstanbul Film Festivali’nde prömiyerini yapan, Ali Kemal Güven’in yazıp yönettiği Çilingir Sofrası; sadece odağına aldığı meseleyi sunuş biçimi ile gözlerimizi parlatan (biraz da sulandıran) bir ilk yönetmenlik işi değil, artık görüşmeyen iki okul arkadaşının yıllar sonra Beyoğlu’ndaki bir çilingir sofrasında bir araya gelişinin de gittikçe kesifleşen, epey sarsıcı öyküsü aynı zamanda. Aralarındaki “hesabı” kapayamamış bu iki erkek bir masada buluşurken, Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Görenen’in nefis oyunculukları ile başka kuşakların ve coğrafyaların kuiri olmak üzerine bolca düşündüren film; kapanışını da kendini korkusuzca sunan bir çift bakışa emanet etmekten çekinmeyerek umut aşılıyor.

Eat Your Catfish

(Yön: Adam Isenberg, Noah Amir Arjomand, Senem Tüzen)

41. İstanbul Film Festivali’nden En İyi Belgesel ödülüyle ayrılan Eat Your Catfish, ALS hastası Kathryn’in hayatının son dönemlerini aktarıyor. Süresince Kathryn’in sandalyesine yerleştirilmiş bir kameradan gözlemlediğimiz yaşantıyı aktaran film, süjenin oğlu Noah Amir Arjomand, Senem Tüzen ve Adam Isenberg’ün yönetimi ve kurgusuyla karşımıza çıkmıştı. Karakterlerinin içinde bulunduğu durumu dramatize etmezken mizaha fazlasıyla alan açan, hastalıkla sınanan aile bağlarına dair dürüst bir anlatı.

Ela ile Hilmi ve Ali

(Yön: Ziya Demirel)

Ödüllü kısa film yönetmeni Ziya Demirel’in ilk uzun metrajı Ela ile Hilmi ve Ali tekinsizliğin yenilikçi bir tasviri gibi, her ne kadar “tekinsizlik” sözcüğü eski özgül ağırlığını muhafaza etmek yerine sosyal medyada entelektüel kesimin esprili tweetlerine konu olsa da. Filmin üç karakteri arasındaki dinamikler için bir tür Haneke Alla Turca denemesi desek yanlış olmaz. Fragmanını izleyince bile Serkan Keskin’in o çok sevdiğimiz nemrut ve muzip karakter oyunculuğu bizi heyecanlandırıyor. Keskin’e eşlik eden Ece Yüksel ve Denizhan Akbaba’nın yüzleri başka yerlerden tanıdık ama umarız bundan sonra daha sık görürüz onları.

Her Şey Dahil 

(Yön: Volkan Üce)

Eğlence ve haz peşindeki turist kalabalığının keyfine amade bir tatil köyünde geçen belgesel, kamerasını alışık olmadığımız bir yere, otelde çalışan hizmetli ordusunun üzerine odaklıyor. Üniversiteyi terk eden naif ve Dostoyevski hayranı bir cankurtaran ile şehrinde mesleğini yapamadığı için otelin mutfağında çalışmak zorunda kalan bir kuaförün tecrübeleri, topluca deneyimlediğimiz geleceksizlik, eşitsizlik ve çıkışsızlığa dair kesitler sunuyor. Bu sınıf filminden kalan tortu, tüm güneşli kadrajları ve absürt anlarına rağmen katıksız bir öfke.

Kar ve Ayı

(Yön: Selcen Ergun)

Selcen Ergun, genç bir hemşire olan Aslı’nın zorunlu hizmet gereği atandığı kasabada, eril düzenle verdiği sınavını konu alıyor Kar ve Ayı ile. Karlarla kaplı bu uzak kasabada, izole olmanın daha da artırdığı gerilimi film boyunca üzerimizde hissediyoruz. Ergun ilk filmi için sıklıkla “karanlık bir masal” tanımlamasını yapıyor. Nitekim çetin hava şartları, doğanın vahşiliği, toplumsal baskı, farklı olanın dışlanması türünden çok tanıdık ve çok boğucu hisler, durumlar içindeki karakterlerin başından geçenleri izliyoruz. İlerledikçe gerginleşen, kötü bir şeyin yaklaştığını hissettiren film; kırılma ânını ekran süresinin ortalarında yaşıyor, gerisi ise bu trajik olayla baş etme – edememe durumunu gözler önüne seriyor. Ayı dediğimiz varlığın yırtıcılığının, toplumsal bir bağlamda metaforlaştığı, anlamlı bir ilk yapım.

Karanlık Gece

(Yön: Özcan Alper)

Karıştığı bir linç olayı sonrası doğup büyüdüğü küçük dağ kasabasından ayrılan İshak’ın, yedi yıl sonra kendisi ve kasaba ahalisiyle hesaplaşmasını anlatan Özcan Alper; bu toprakların hoşgörü ve misafirperverliği hakkındaki ezbere düşüncelerin -hele ki günümüzde- bir yanılsamadan ibaret olduğuna dair bir bakış açısı benimsiyor Karanlık Gece’de. Hem bir fail olan baş karakterin içsel çatışmalarının gücüyle hem de filmin kronikleşen vicdansızlığa, eril şiddete, kolektif tahammülsüzlüğe dair sarf ettiği gerçek ve can acıtıcı cümlelerle, Sonbahar’ın ardından en etkileyici Özcan Alper çalışması.

Kim Mihri

(Yön: Berna Gençalp)

İkinci Meşrutiyet dönemindeki kadın hareketinin güzel sanatlar alanındaki temsilcilerinden ressam Mihri; İstanbul’dan Roma, Paris ve New York’a uzanan yaşamında kamusal alanda görünür olma talebini gerçekleştirmek üzere yaptığı seçimlerle bugün de ilham veren bir figür. Berna Gençalp’in 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Belgesel ödülünü alan filmi, anlatısını pek çok farklı unsurdan yararlanarak kuran, kendine has bir belgeleme yaklaşımının ürünü: Ressamın yaşadığı şehirler adımlanıyor, uzmanlarla görüşmeler yapılıyor, oyuncular tarafından Mihri’nin sesi, konuşması aranıyor ve tüm bunlara yönetmenin yorumu olarak tarif edilebilecek animasyon sahneleri eşlik ediyor. Sonunda herkes kendi Mihri’sine ulaşıyor.

Klondike

(Yön: Maryna Er Gorbach)

Rus saldırılarına maruz kalan bir Ukrayna köyünde erkekler savaş, öldürmek, kaçmak dışında bir şeyden bahsetmezken; karnı burnunda hamile Irka inatla eve tutunmaya, hayatın sıradanlıklarını devam ettirmeye, pasif direnişini korumaya çabalar. Savaşın, parçası olmayı seçmeyenleri de seçenler kadar yutan bir dipsiz kuyu olduğunu haykıran Klondike; izleyicisinden yoğun bir empati kurmasını talep eden, sindirmesi de deneyimlemesi kadar zor bir yapım. Özellikle final bloğuyla seyircisini oturduğu yere öyle bir çakıveriyor ki yarattığı intiba, izlediğiniz salonu fiziksel olarak terk ettikten çok sonra dahi sizi o koltuktan ayırmıyor.

Koudelka: Aynı Nehirden Geçmek

(Yön: Coşkun Aşar)

Josef Koudelka, 1968’de SSCB’nin yaşadığı Prag’ı işgali esnasında çektiği fotoğraflarla tanınan ve daha sonra Magnum Photos üyesi olan bir gezgin. Çalışmalarının birçoğunu dışlanmışlara ve kendi gibi sürgünlere adayan sanatçıyı konu alan bu belgesel ise Koudelka’nın çok geniş bir coğrafyadaki arkeolojik kalıntıları fotoğrafladığı uzun soluklu Ruins projesine odaklanıyor. Türkiye’de geçirdiği sürede antik kentlerde kendisine eşlik eden fotoğraf sanatçısı Coşkun Aşar’ın mesafeli tanıklığına dayanan film; mitoloji, tarih, estetik, zaman, doğa ve ışığa dair bir meditasyona dönüşüyor.

Kurak Günler

(Yön: Emin Alper)

Belediye seçimlerinin hemen öncesinde tansiyonu yüksek Yanıklar kasabasına atanan savcı Emre’nin uyum süreci kisvesinde ilerleyen Kurak Günler, işlenen bir suçla birlikte keskin bir taşra polisiyesine dönüşüyor ve bu soruşturma sürecini takip ediyor. Karakterler arasındaki tansiyonun artmasıyla gerilim pedalına da tam gaz basan Emin Alper; suç, adalet ve hafıza üçgeninde, iktidar mekanizmasının yarattığı baskıyı ve ötekileştirici dili, soluksuz izlenen bir sinema deneyimi üzerinden önümüze getiriyor. Gücün erkle olan ilişkisini anlatan bir hikâyenin merkezine yerleşmiş erkek karakterin, kendi cinselliğine dair net bir tanım yapılmaması ise filmin marifetli buluşlarından biri.

Yazılar: Biçem Kaya, Esin Çalışkan, Ezgi Oğraş, İlayda Güler, Mehmet Ekinci, Melikşah Altuntaş, Merdan Çaba Geçer, Yiğit Atılgan, Zeynep Naz Günsal

Değerlendirme: Aylin Güngör, Banu Üsküdarlı, Biçem Kaya, Cem Kayıran, Deniz Bankal, Deniz Özöztürk, Elif Öz, Elif Sevimay, Ekin Sanaç, Esin Çalışkan, Ezgi Oğraş, Hatice Melike Gürer, İlayda Güler, J. Hakan Dedeoğlu, Mehmet Ekinci, Melikşah Altuntaş, Mine Metin, Müge Turan, Merdan Çaba Geçer, Olcay Özer, Sadi Güran, Seray Soylu, Yağmur Ruken Kahraman, Yiğit Atılgan, Yiğitcan Genç, Zeynep Naz Günsal, Zeynep Kıymacı