Körfez Savaşı’yla ve Japon animeleriyle geçen bir çocukluk sonrasında her iki kültüre de birer kök salan Monira Al Qadiri, bu uzak diyarlarda aynı anda varolabilme özgürlüğünü bu kültürlere uzaktan bakabilme yeteneğiyle beraber elde etmiş. Bu zamanlarda bizim yaşadağımız coğrafyada da iyiden iyiye görünürlük kazanan toplumsal cinsiyet, hüznün estetiği ve yolsuzluk kültürleri gibi konular üzerine çok çeşitli formatlarda işler üreten Al Qadiri ile gerçekleştirdiğimiz sohbet bu konuların bizdeki izdüşümlerine de yeni ve farklı bir perspektif kazandırdı.


Senegal’de doğdun, Kuveyt’de büyüdün ve 16 yaşında eğitim için Tokyo’ya yerleştin. İşlerinde özellikle kültürel analizlere –özellikle toplumsal cinsiyet üzerine– odaklanıyorsun. Bu göçmen hayatın ve yaşadığın farklı kültürlerin senin ve işlerin üzerinde nasıl etkileri oldu?
Kuveyt’te Arapça dublaj yapılmış Japon çizgi filmleri izleyerek büyüdüm. Düz, iki boyutlu Japon çizimleri ve dramatik Arapça seslendirme performansları birbirlerini harika bir şekilde tamamlıyordu. Bir noktada bu “birleşik” estetiği (dramatik fakat düz imajları) işlerimde de kullandım ama tabiî özellikle Japonya’ya gittikten sonra yoğunlaştı diyebiliriz. Ben her iki dünyanın da en iyi taraflarını işlerime taşıdığımı düşünmeyi seviyorum ama tabiî bu her zaman bilinçli bir seçim olmuyor.

Senegal’e gelince, orada sadece doğdum ve doğduktan altı ay sonra ailem Kuveyt’e taşındı, o nedenle hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece eski bebeklik fotoğraflarımda kendimi orada görüyorum ve bu bende hayal ürünü, egzotik bir çocukluğun yaşandığı, fantastik bir yer hissi uyandırıyor.

Image

Japonya’da eğitim alma kararı ortaya nasıl çıktı? Senin olduğun yerden bu kadar uzak bir ülke ve kültür… Seni orası hakkında çeken özellikler neydi?
Ben yedi yaşımdayken Kuveyt’te Körfez Savaşı (1990-91) patladı, ben ve ailem bu savaşı yaşayanlardanız. O dönemde ben Japonya ve Japon kültürüyle takıntılı hâle geldim. Sanırım bu benim için içinde yaşadığım sert gerçeklikten olduğum yerden en uzak ülkeyi keşfederek kaçmanın bir yoluydu. Gerçeklerden kaçmanın sorunları olduğu kadar avantajları da var diye düşünüyorum.

Video işlerinden enstalasyonlara, heykellerde ahşap baskılara varan iş bütününe baktığımızda, format ve araç anlamında kesinlikle çeşitlilik sahibi bir yaratıcılığın var. Bir sanatçı olarak farklı stiller arasında gezinme özgürlüğünü nasıl kazandın?
Yaşadığımız bu döneme kadar pek çok sanatçının diğerlerine erişimleri ve kabiliyetleri olmadığı için kendilerini tek bir formatla kısıtlamak zorunda kaldığını düşünüyorum. Fakat içinde yaşadığımız bu çağda insan istediği format ve stili seçmekte çok daha özgür, zira teknoloji ve iletişim gerekli işleri gerçekleştirmeyi çok daha kolay kılıyor. Bu şekilde yeni işler hayal etme süreci çok daha heyecanlı, ve farklı projeler gerçekleştirmek her seferinde yeni bir deneyim yaratıyor. Tüm sınırlamaların çöktüğü bu dönemde bir sanatçı olarak yaşıyor olmanın gerçekten şanslı bir durum olduğunu düşünüyorum.

Image

Peki yeni bir iş için düşünceler oluşmaya başladığında format ve stile nasıl karar veriyorsun?
Bu gerçekten işin genel konseptine bağlı. Format genelde ifade etmeye çalıştığım fikirlere dayalı olarak şekilleniyor. İş için kullanacağım araçların da kendi başlarına bir anlamı var ve işi üretirken bu anlamlar üzerinde de düşünmeye çalışıyorum. 

Formatlardan fikirlere dönersek, bir konuyla alakadar olma süreci nasıl işliyor senin için? Ne tip olaylar ve konular sana ilham veriyor?
Ben sadece kişisel vizyonumla alâkalı konularla değil, kolektif ve paylaşımsal olarak konuşabilen konularla ilgileniyorum. Bana sorarsan saf bireysel ifadecilik dönemi sona erdi ve sanatçıların kendileri dışında fikirler üretebileceği alanlar yaratması/bulması gerekiyor. Toplum, tarih, politika, din… Bunlar şu anda ilgimi çeken alanlar arasında. Radikal bireyselcilik konusunda gerçekten derin şüphelerim var, zamanla çok “düz” bir yaratım alanı hâline geldiğini düşünüyorum.

Image

İşlerinden bir kısmı Arap toplumlarında “işlevsizleşen toplumsal cinsiyet rolleri” üzerine eğiliyor. Bu tanım benim aklıma hemen şu soruyu getiriyor genelde: modern toplumlar tarafından tanımlandığı hâliyle “toplumsal cinsiyet” bir işlev sahibi olabilir mi? Dünyanın herhangi bir yerinde işlev sahibi bir maskülenite veya feminenite var mı sence? Ya da “toplumsal cinsiyet” denen konseptin içsel olarak işlevsiz olduğunu söyleyebilir miyiz dersin?
Seninle tamamen aynı fikirdeyim. Toplumsal cinsiyet sürekli oynamamız gereken bir ritüel aslında. Bazı toplumlarda bu “performans” diğerlerine göre çok daha güçlü bir şekilde talep ediliyor, ki bu durum daha da çok işlevsizlik yaratıyor. Fakat ben işlevsizliği illa kötü bir fenomen olarak görmüyorum. Ona doğal bir sonuç olarak bakmak da mümkün ve bu şekilde bakıldığında aslında eğlenceli ve mizahî yönleri de var. 

Tokyo University of Arts’da yeni medya üzerine bir doktora yaptın ve araştırmanın büyük bir bölümü Ortadoğu’da hüznün estetiği konusuna odaklanıyor. Seni bu belirli coğrafyanın bu belirli estetiği konusunda araştırmaya iten, kendi şahsî deneyimlerin neler oldu?
Yıllar içerisinde Batı’dan (özellikle Amerika kültüründen) gelen “baskıcı mutluluk” dalgasının varlığını hissetmeye başladım. Bu baskıcı mutluluk sürekli neşe harici diğer tüm olası karanlık ve melankolik his durumunu “yanlış”, hattâ “hastalık” olarak tanımlıyor. Fakat Arap kültüründe; Türk, İran ve diğer Ortadoğu kültürlerinde, melankoli insan deneyiminin romantik, hattâ asil bir formu olarak kabul görüyor. Bu bölgede varolan “hüzün” kavramının güzelliğini her zaman çok sevdim. Mesela Orhan Pamuk’un İstanbul kitabında çok zarif bir şekilde betimlediği, şehrin üzerinde dolaşan görünmez bir sis gibi… Araştırmamda bu estetiğin değerleri üzerine odaklandım, acının ve eziyetin hayatlarımıza şiir, din ve sanat üzerinden nasıl bir geri dönüşü olduğunu keşfetmeye çalıştım. Bence insanın duygusal yönünü böyle bir açıklıkla algılamak, sürekli neşe ve mutluluğa dair illüzyonlar yaratmaya zorlanmaktan daha olumlu bir bakış açısı yaratıyor.

Image

Video işlerinden biri, Rumors of Affluence (Servet Dedikoduları – 2012) yolsuzluk ve onunla gelen varlık konusuna değiniyor. Bu Türkiye toplumunun hemen empati kurabileceği bir başlık, özellikle son yerel seçimlerden hemen önce internete sızdırılan ve çeşitli hükümet görevlilerine ait olduğu iddia edilen telefon konuşmaları sonrasında… Bu telefon konuşmalarından bazıları iddialar için (mesela başbakanın oğluna olası bir denetime karşı önlem olarak milyonlarca avroyu sıfırlama talimatı verdiği konuşmalar gibi) oldukça önemli bir belge niteliğindeydi. Öyle ki insan bahsi geçen hükümet görevlilerinin veya hükümetin kendisinin istifa edeceğini, olmuyorsa zorla ettirileceğini düşünüyor. Fakat bunların hiçbiri olmadı, kimse istifa etmediği gibi AKP yerel seçimlerden gene lider parti olarak çıktı. “Yolsuzluk kültürleri” hakkında düşünce ve gözlemlerine dayanarak, bu durum hakkında neler söyleyebilirsin?
Yolsuzluk, diğer pek çok gelenek gibi, kendi miras ve tarihine sahip bir olgu.  Zamanla kendi içinde gelişiyor ve bazı kültürler ve coğrafyalarda diğerlerine oranla daha yerleşmiş ve içselleştirilmiş bir hâliyle var oluyor. Fakat bu yolsuzluk kültürü genelde belgelenmiyor ve insanlar daha çok dedikodular veya ağızdan ağza iletilen bilgilerle neler döndüğünü anlamaya çalışıyorlar. Senin bahsettiğin gibi, kimi zaman gerçek ortaya çıksa ortada dolaşan farklı versiyonlar ve söylentiler nedeniyle bir etkisi olmuyor. Bazen gerçeklerin kendileri o kadar sürreal ki, onlara inanmak söylentilere inanmaktan daha zor oluyor.

Bahsettiğin videoda ben insanların itiraf ettiği “gerçek” yolsuzluk öyküleri ile daha spekülatif ölçekte var olan fakat gerçek olma ihtimali insanın midesini kaldıran öyküleri bir arada bir monolog hâline getirerek onlarla oynadım. Aynı zamanda yozlaşan o figürle empati kurmaya, olaylara onun gözünden bakmaya ve açgözlülüğün nasıl kendini meşru kıldığını anlamaya çalıştım.

https://www.youtube.com/embed/0wcKAWhvNmc
“Rumors of Affluence” –  (“Servet Dedikoduları” – 2012)

The Tragedy of Self (Benliğin Trajedisi – 2009-2012) isimli seri senin androjen ve aziz benzeri bir poz içerisinde oto-portrelerinden oluşuyor. Bu şekliyle gördüğümüz figürün androjenliği aseksüel ve cinsiyetsiz bir betimlemeden çok feminen ve maskülen sembollerin (kırmızı dudaklar ve uzun sakal) bir arada kullanılmasından kaynaklanıyor sanki. Bize biraz bu serinin ve androjenliğin bu şekilde betimlenmesinin arkasında yatan fikirlerden bahseder misin?
Bu seride narsisizm ve bireyselcilik hakkındaki fikirlerle oynamaya çalıştım. Günümüzde bu kavramlar neredeyse kutsal sayılabilecek bir düzleme oturmuş durumdalar. Bu nedenle kendimi bu seride merkezi konumda yer alan aziz figürü olarak kullandım. Narsist birey performansı sergileyerek bir argüman yaratmaya çalışıyordum aslında.

Kuveyt’te yaşarken bir genç olarak toplumda önemli biri olabilmek için erkek olmanın bir şart olduğunu düşünüyordum, o yüzden bu seride aynı zamanda bir erkek gibi giyindim ve erkek cinsiyetin sembolik fiziksel özellikleri kullandım. Bu cinsel kimliğime dair bir kafa karışıklığından çok narsist bir dürtü, sosyal gerçekliğe karşı psikolojik bir tepki aslında. Kendi aklımda narsisizmi nasıl “toplumsal cinsiyet” normalarına oturttuğumla ilgileniyordum ve bu fikrin sınırlarını zorlamak istedim.

Image

Son olarak, bu aralar nelerle uğraşıyorsun? Yakın geleceğe dair paylaşmak istediğin yeni projeler, fikirler var mı?
Son dönemde kendimin petrolle olan biyografik ilişkim üzerine bir seriyle uğraşıyorum. Bu petrolün ekonomik öneminden veya kendi cisminden, politik düzlemdeki durumlara yayılan çok-yönlü bir ilişki. Körfez bölgesindeki toplumların şekillenmesinde tam kontrol sahibi olmasına rağmen, petrolü artistik kaynak olarak kullanan pek fazla kişi olmamış. Neredeyse görünmez metafizik bir varlık hâline gelmiş olduğu düşüncesiyse bendeki ilk ilgi kıvılcımının nedeni oldu.

Image
  1. Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya: Monira Al Qadiri

    Körfez Savaşı'yla ve Japon animeleriyle geçen bir çocukluk sonrasında her iki kültüre de birer kök salan Monira Al Qadiri, bu uzak diyarlarda aynı anda varolabilme özgürlüğünü bu kültürlere uzaktan bakabilme yeteneğiyle beraber elde etmiş. Bu zamanlarda bizim yaşadağımız coğrafyada da iyiden iyiye görünürlük kazanan toplumsal cinsiyet, hüznün estetiği ve yolsuzluk kültürleri gibi konular üzerine çok çeşitli formatlarda işler üreten Al Qadiri ile gerçekleştirdiğimiz sohbet bu konuların bizdeki izdüşümlerine de yeni ve farklı bir perspektif kazandırdı.

  2. Biz insanların son yüzbin senesi

    Arkeoloji, “biz insanları” anlamak için kuşkusuz bir derya. Sanat tarihinden, mimarlığa, biyolojiden nörolojiye, genetikten etnolojiye, hattâ dendrokronolojiye uzanan onlarca bilim

  3. “Onurlu bir yaşam sürdürebilmek”: Türkiye’deki Suriyeli göçmenler üzerine

    Türkiye’deki kamplar ve sokaklarda güvencesiz ve hak yoksunu hayatlar süren Suriyeli göçmenler üzerine konuşmak için 13Melek, Şenay Özden’in kapısını çaldı.

  4. “Sonbaharda çorbanızı karıştırırken mırıldanacaksınız”: Can Güngör

    Ceylan Ertem sordu, Can Güngör cevapladı! Sonbaharda gelecek, melankoliye sarmalanmış yeni Can Güngör albümü için geri sayım başlamışken Güngör’e Bant Mag. için Ceylan Ertem soruları sordu.

  5. Bant Mag. Sun Club sunar: Elijah Wood – Zach Cowie – DJ Fitz

    Kışın kaldığımız yerden devam ediyoruz... Şubat ayında bize yerleri yalatan ekibi tekrar bir araya getirdik, yazlık moda geçtik, bir değil iki olsun dedik... Bant Mag. Sun Club ile sizleri Wooden Wisdom, DJ Fitz ve Grup Ses ile ikinci randevuya davet ediyoruz. İlk randevu 15 Ağustos’ta İstanbul Topless’da... İkincisi 16 Ağustos’ta İzmir/Çeşme Babylon’da...

  6. Video röportaj: Elijah Wood, Turquoise Wisdom, Fitz

    Elijah Wood, Turquoise Wisdom ve Fitz ile geçtiğimiz şubat ayında gerçekleştirdiğimiz video röportaj burada.

  7. Bütün bilinmeyenleriyle birlikte Gevende’den oyun müziği: Monochroma

    Gevende, başkarakterinin sembolik bir kapital devi yıkmak üzere yola çıktığı distopik, atmosferik ve epey de karanlık bilgisayar oyunu Monochroma’nın müziklerini hazırladı. Grubun bu yeni soundtrack albümüne dair Ahmet Bilgiç’le konuştuk.

  8. Şarkı şarkı Yerçekimi albümü

    Yerçekimi’nin ilk albümünü grupla şarkı şarkı irdeledik, Vardal Caniş Su’nun çizgileriyle yorumladık.

  9. İçgüdüsel ve zaman ötesi bir müzik: Perera Elsewhere

    Kendi sınırları içinde her şarkıda farklı bir tat yakalamayı başaran Berlin’de yerleşik Perera Elsewhere ile Everlast albümünü konuştuk.

  10. Dizüstü bilgisayarda bilim kurgusal deneyler: Dream Koala

    Genç, yetenekli ve yaratıcı bir müzisyen olan Yndi Ferreira, dizüstü bilgisayarında müzikal ve bilim kurgusal deneyler yapıyor. Kendine has yollarla yaptığı bu deneyler sonucunda ortaya çıkan müziğini bir kez dinlediğimizde hem fiziksel hem ruhsal olarak kontrol altına alınıyoruz. Peki bu iyi bir şey mi, yoksa kötü mü? Siz karar verin…

  11. Kimdir bu Odd Future?

    Son yılların en üretken hip hop kolektifini mercek altına alıyoruz.

  12. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada.

  13. Müziğe dair kısalar

    DÜNYA KUPASI BLUES’U“Eve geliyor, eve geliyor, futbol eve geliyor…”“Three Lions” – The Lightning Seeds feat. Baddiel and Skinner Yazı: Alex

  14. Oregon’da bir mit bükücü: Kelly Reichardt

    Bu ay gösterime giren yeni filmi Night Moves vesilesiyle Amerikan bağımsız sinemasının sevilen yönetmenlerinden Kelly Reichardt’ın kariyerinde gezintiye çıktık.

  15. 15 maddede Jesse Eisenberg

    Bu ay iki filmle birden (The Double ve Night Moves) vizyonda karşımıza çıkan Jesse Eisenberg’in aşırı utangaçlık, yanaklara hücum eden alyuvarlar, asosyallik ve taramalı tüfek gibi konuşarak anlaşılamamayla mücadele ettiği hayatını ve bu hayatın perdeye yansıyan oyunculuğunu nasıl etkilediğini 15 maddede sizler için özetledik.

  16. En yakın festivale beklediğimiz 10 Amerikan bağımsızı

    Ağustos ayında, Garden State sonrası uzun süredir yeni bir filmini beklediğimiz Zach Braff’in Wish I Was Here’ı gösterime giriyor. Bu önemli kavuşmanın verdiği ilhamla yolunu gözlemeye devam ettiğimiz diğer Amerikan bağımsız sineması yenilerini sizler için sıraladık.

  17. Bu iki ay ne izlesem?

    Yaz rehavetinin sinema salonlarına hepten çöktüğü temmuz ve ağustos aylarında büyük bütçeli Hollywood aksiyonları ile uzun süredir beklediğimiz bağımsız yapımlar vizyona akın ediyor.

  18. Memleketin yeni tiyatro oyunları

    Geçtiğimiz Mayıs ayında 19. kez düzenlenen İstanbul Tiyatro Festivali, 2014-2015 sezonunda sahne alacak pek çok oyunun da prömiyerine ev sahipliği yapmış oldu. Festival sırasında dikkatimizi çeken ve yeni sezonda sahnede görme şansını tekrar yakalayacağımız Tatyana, Aşk ve Faşizm ve İstenmeyen oyunlarının yönetmenleriyle iştah açıcı soru-cevaplar burada.

  19. Yiğit Karaahmet’in İnci Kolyesinden Taneler: Heralde Kız!

    En çok "sivri dilli gay yazar" tamlamasıyla beraber karşımıza çıkan gazeteci yazar Yiğit Karaahmet her ne kadar iki sıfatı da gururla kabul etse de, bugüne kadar çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazıların derlemesi olan ikinci kitabı "Heralde Kız!" sivri dilden ve homoseksüellikten daha fazlasını da barındırıyor. Kitabı biz de ele geçirip göz gezdirdikten sonra zaten bildiğimiz bir şeyi tekrar keşfettik: Karaahmet'in kalemi oldukça zeki, komik ve asla sözünü sakınmıyor. Bizim favorilerimiz çok, ancak sözü Karaahmet'in dostlarına bıraktık ve bizim için kitaptan en sevdikleri pasajları seçmelerini istedik.

  20. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürleri J. Hakan Dedeoğ[email protected] Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör