Nesneler, Eline Tsvetkova’ya sesleniyor: “Seni biz bulduk”

Röportaj: Esin Çalışkan

Hollanda-Bulgaristan kökenli sanatçı Eline Tsvetkova; ele aldığı fantazi, teşhir kurgusu, kadın/erkek bakışı, oryantalizm, nostalji gibi başlıca temalar aracılığıyla sinemasal görüntü ve mimarinin etrafında şekillenen işleriyle tanınıyor. Sofya, New York ve Amsterdam’da pek çok sergi açtı. Solo çalışmaları için İstanbul ve Zürih arası mekik dokuyan Eline Tsvetkova, kendi deyimiyle “coşkulu bir hikâye, nesne ve konu koleksiyoncusu.” Bu ifadenin son kanıtı Blue Kısmet, Viable’de pürüzlü bir duvara yerleşmiş, dikkat çekici bir cazibe sunmuştu.

“6 derece uzak” teorisinden ilham alan sanatçı zincirinin Eline Tsvetkova ile sonuna geldik. Yaratım dünyaları söz konusu olduğunda içtenlikle bizi ağırlayan; geçmiş üretimlerine, kırılganlıklarına ve duydukları yeni heyecanlara dair ipuçlarınıysa saklamayan 6 sanatçının zihnine yüksek iniş yaptık. Ali Elmacı ile başlattığımız röportaj turumuzu, ulaştığımız sanatçılar belirledi. Merve Morkoç’tan Ali Ünal’a, Fırat İtmeçten de Kerim Zapsu’ya sektik. Hafızanın izinde, derin bir kazanın içinde keşifli bir gezinti bu.

She Might Be
“Nesneleri ‘toplamaya’ gittiğimde, maddi dünya ile hayal gücüm arasında bir değiş tokuş oluyor. İkimiz de bir şeyler paylaşıyoruz çünkü beni seçen (ya da tam tersi) bu nesnelere başkalarının tasarısı için yeni bir bağlam ve hikâye veriyorum.”

Seni son zamanlarda en çok neler bir şeyler üretmeye itiyor/yönlendiriyor? Heyecanını diri tutan, üretimlerini ve çalışma pratiklerini etkileyen başlıca düşünceler, motivasyon kaynakları neler? Ne kadarı değişime açık, bunlar üretim sürecinde hangi açılardan/ne ölçüde değişim gösteriyor? 

Bu sorunun, son birkaç haftadır benim de merak ettiğim şeyler üzerine olması biraz ironik. Kendi sanat pratiğime kısa bir ara verdikten sonra Tektropede misafir sanatçı olarak çalışmaya başladım. Özellikle sanat okulunda duyduğum popüler sanat söylemlerinden, bunu bir tür “sanat tutkusu” dönemi gibi gördüm. Görsel sanat dünyasında çağdaş sanatın anlamı etrafında dönen o kadar çok sayıda anlamsız konuşma var ki bu gösteriye neden katıldığıma dair kendi düşünce ve niyetimi kaybettiğime inanıyorum. Açıkçası beni sanat yapmaya neyin “ittiğini” asla tam olarak anlayamayacağımı düşünüyorum ama bu dünyadan anladığım şeyi başka nasıl ifade edeceğimi ve ona katılmaya devam edeceğimi bilmiyorum. Kulağa baya kasvetli geldi ama ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi? 

Yaş aldıkça içimizdeki büyülerin ne kadar önemli olduğunu fark etmeye başladım. Yaptığımız şeyi neden yaptığımızı “anlama” konusunda ise çok daha az fikrim var. Belki de çözdüğümüz şeylerin yanında, geride kalanları da kucaklamalı. Kendini iyi dinlemeli ve gerektiğinde acı çekmeli. Yine de son zamanlarda bana ilham veren bazı şeyler; Estelle Hoy‘un kısa yazıları ve sanat hakkında anglo-novella türünde yazdığı neredeyse sürrealist, kurgusal eleştirileri. İç ferahlatıcı ve muzipler. Yazmayı seviyorum (şu sıralar Viable için çokça yazdım), kendi işlerime de devam ediyorum. Bir de sanat detoksum John Fowlesın Abanoz Kule’siyle başladı. İki aslında üç farklı nesilden sanatçı arasında geçen konuşmaların bazılarını içeriyor. En hafif tabiriyle agresifler. Diğerlerini sıralayacak olursam: Louis Malle’in yönettiği My Dinner with Andre, Park Chan-wook’dan Decision to Leave, Louis Malle ile 1994’te yapılmış bir röportaj, Deborah Bowmann’ın Everyday Gallery’deki Office Nutshell adlı kişisel sergisi… Ne yazık ki serginin yalnızca dokümanlarını inceledim ama etkileyici bir bürokratın hayatındaki bir günden sahneleri, garip görünümlü mobilyalarla yarattıkları senografiye bayıldım.

Bir süre önce şehir dışına çıktım ve bir “yere” yüklediğimiz anlamın o şehrin imajı ve gerçekliği açısından ne kadar kaygan olduğunu düşünmeden edemiyorum. Sen de nesnelerle ilişkin için “anlık bir varoluş ya da karşılaşma üzerine” diyorsun. Farklı şehirlerde olmanın üretimini ve nesnelere bakışını nasıl etkilediğini düşünüyorsun?

İki sanatçı arkadaşımla birlikte İstila Edilmiş Fikirlerle Dekore Edilmiş Bir Oda / A Decoratede Room with Invaded Ideas başlıklı bir proje serisi oluşturduk; maddi dünya (daha çok ev dekorasyonu) ve edebiyat üzerinden aidiyet duygusunu araştırıp tartışıyoruz. Mekâna ve topladığımız malzemelere göre oluşacak bu yeni çalışma için birkaç haftalığına biz de birçok farklı şehri gezdik. Hepimiz toplama ve dekorasyon eyleminin evrensel olduğu sonucuna vardık, sadece bazı estetik farklılıklar var. 

Nihayetinde bir kartpostalın bir şehri tanıtabileceğini sanmıyorum, asıl soru neden buna ihtiyaç duyduğumuz (pazarlama ve turizm sektöründe çalışmıyorsak.) Her yerde mutlak bir imgelem kaosu içinde yaşıyoruz, bu yüzden yaptığımız şey mevcut imgeleri organize etmek. Bundan bahsetmen yine ironik, çünkü Roma’dan döndüm. Sistine Şapeli, Pantheon gibi bazı Roma klasiklerini ve kiliselerdeki birkaç Caravaggio tablosunu görmeye gitmiştim. Bu son derece ünlü heykelleri ve tabloları gördüğümde düşündüğüm şey ne mi oldu: “Bunca zamandır korunmuş olmalarına rağmen, gerçekte bu parçalarla ne kadar zaman harcıyoruz?” Sanki beklenti yüklü kısa bir karşılaşma gibi, arkadaşın biri hakkında seni yoruma boğduktan sonra nihayet çıktığın o date’i düşün. Buluşursun ve hızlıca biter. Tabii buna rağmen zihnin, farklı “yerlerden” topladığın başkaca karşılaşma ve izlenimlerden harika kolajlar oluşturabilir. Bazen bir deneyimi yanlış sahneyle eşleştiriyorum, sonra o an sohbete uymadığında canımı sıkıyor ama bir enstalasyon oluştururken tüm bunlar beni çok heyecanlandırıyor.

Viable – Blue Kısmet

Üstelik bahsettiğin tanım “buluntu” kavramıyla ortak. Bu da biraz ironik. Çünkü her nesne bir başka elden kucağımıza düşüyor ve sonsuz bir değiş tokuş içinde yol alıyor. Bu konuya dair ne dersin, senin için sıradan bir nesne ile bir buluntu hangi noktada farklılık gösteriyor?

Uf, bu bir kedi fare oyunu, değil mi? Nesne mi beni buldu yoksa ben mi nesneyi buldum, nesneyi ne ölçüde “yakaladım” ve nesne hiç benim oldu mu? İnsani mülkiyet anlayışı içinde de oldukça sıkıcı bir oyun. Peki ya sahiplenilmemişse, nesne kendi “nesnelik” alanı içinde kendinin öznesi olabilir mi? (Sık sık alay ettiğim bir kelime, bunu konuşmada snop görünmek için kullandım). Bir şeyi diğer nesnelerden ayırmak için kendi nesne-liği üzerinden insancıl bir forma getirmek bana aptalca tınlıyor. Bireycilik gibi değil mi, ama şimdi buna girmeyelim…

Annem bir kitapçıda saatlerce dolaşırken, “Sen kitap aramazsın, okuman gereken kitap seni bulur” der. Hem canlılar hem de nesneler için işaretlere, manyetizmaya ve enerji alışverişine inanıyorum. Nesneleri “toplamaya” gittiğimde, maddi dünya ile hayal gücüm arasında bir değiş tokuş oluyor. İkimiz de bir şeyler paylaşıyoruz çünkü beni seçen (ya da tam tersi) bu nesnelere başkalarının tasarısı için yeni bir bağlam ve hikâye veriyorum. Sanırım tembellikten az daha onlardan “bulduğum nesne” diye bahsedecektim ama aslında sadece sanatçı tarafında olduğum içindi. Gerçekten. Buluntu nesnelerle bir kompozisyon yaptıktan sonra ürkütücü bir şey oluyor, baksana onlar da beni bulduklarını söylüyor!

Zaman mefhumunun değişmesi bir mekânda ya da eserlerle olan ilişkinde nostaljik bir etki yaratıyor mu? Bu kavram özelinde yaratıcı alanında zorlandığın ne gibi yerler var?

Nostalji, Aydınlanma dönemi ve Avrupa’da sanayi devriminin başlangıcı ile ortaya çıktığı iddia edilen oldukça yeni bir konsept. En azından ben öyle okudum, geçmişe özlem duyma hâlinin daha önce olmaması fena yalan. Bu arada, 18. yüzyılda bilim insanlarının “evini özleme” hissine neden olan nostaljik bir kemik aradıklarını biliyor muydun? Nostaljinin, nesne dünyasına bağlı kılınmış şu değişmez kaderi *ahh*. Ama evet, yerleştirme çalışmalarımın eski nesnelerin sunumundan kaynaklı olmasa da bir çeşit nostalji duygusu uyandırmasını umuyorum. Bir şeyin eski olması onu nostaljik yapmaz. Daha önce hiç görmemiş olsan bile bir tanıma duygusu uyandırabilen nesneler ile mimari arasındaki asıl bağlamı kuran şey ilişkileri. Nostalji, sinsi-arsız bir manipülatör ya da son derece sağlıklı bir başka şey olabilir. İşim kesinlikle nostalji konusuna dokunuyor ama bazen nesne toplamaktan uzaklaşmaya çalışmak ve kendi nostalji hafızamı yaratmak istiyorum. Peki hangi mekânda bunu başaramam? Kuşkusuz ailemin Zürih’teki evinde. Annemin evi; kitaplardan, eski-yeni birçok mobilyadan oluşan, her zaman birinin sohbet etmek için uğradığı küçük bir kozmos gibi. Konuştuğum ve beyin fırtınası yaptığım bir yer ama orada çalışmak zor. Sevdiğim, çok konuşkan ve inatçı kadınların olduğu bu ev şimdilik sadece ilham kaynağım. (Belki bir gün onları filme çekerim.)

Blue Kısmet sergindeki işlerin bir yabancılaşma duygusuyla iç içe olduğunu düşünüyorum. Sanki sınırlarımıza bir çekiçle vurur gibisin. Bu hissi kolektif olarak paylaşmak senin için ne ifade ediyor, üretim sürecinin içindeyken nasıl hissediyordun?

Sergiyi çekiçle camlara vurup bitirseydim keşke! Ama aslında bir şekilde oldu galiba. Yakında önünden geçtin mi, Blue Kısmet artık vintage bir tshirt dükkanı. Duvar boyası dökülmüş, önüne asılan gömleklerin hiçbiri insanı cezbetmiyor. Sergimden sonra işler devam etti, başkaları tarafından devralındı, sanırım bir tür kolektif üretime döndü. Ben işlerin biraz daha yabancılaşmasına izin vereyim (daha fazla tuhaflık adına) ve sonra bir ara tekrar aralarına karışayım diyorum.

Ama sanırım “sınırlara çekiçle vurmak” derken kastettiğin asıl şey, Türkiye ve Bulgaristan’dan birleştirdiğim fotoğraflar ve onların sokağa çıkma yasağı süresince vitrinlerde nasıl sunulduğu. Dekorasyon eyleminin nasıl evrensel bir şey olduğundan bahsetmiştim, grup fotoğraflarında poz vermek gibi. Bu fotoğraflardaki herkes kameranın vicdanı ve kendilerini fotoğrafa dönüşecek olan şeye birlikte yansıtıyorlar. Bence asıl sürpriz, fotoğrafçının gölgesinin görüntülerde tesadüfen bulunması. Fotoğraf koleksiyonu, bir yandan rahatlatıcı ama aynı zamanda biraz ürkütücü de geliyor bana. Kendimi özdeşleştirdiğim bu insanlar kim? Heyecan verici bulduğum asıl şey, yüzlerce yıldır aynı toprakları ve tarihi paylaşan iki “millet”i, komünist rejim döneminde birbirlerinden ayrılana ve nihayet “sınır çizilene” kadar karıştırmaktı. Yaptığım şey ikisi arasında gerçekleşmesi muhtemel, kurgusal bir ortak hafıza yaratmak; geçici ve resmi olarak boş kalmış iki dükkanın camının arkasına sıkışmış olsalar da.

I will not forget
Morpho Promenade
Elena
Portrait of an Anima