Türkiye’nin güncel ekonomik ve politik koşullarında bağımsız müzisyen olmak, iyiden iyiye varoluşsal bir direnişe dönüşmüş durumda. Mekânsızlık, üretim maliyetlerinin artması, dijital platformlarda görünür olmanın zorlukları ve uzayıp giden maddeler silsilesinin yarattığı baskının ortasında, elden bırakılmayan yaratıcı ısrarın ne kadar kıymetli olduğunun altını defalarca çizmek gerek.
Her şeyin hızla çözüldüğü bir dönemde, bağımsız sahnede neler oluyor? 2025’in ilk yarısında tekli, EP ya da albüm yayımlamış olan müzisyen ve gruplardan üretimlerinin ardındakileri, bugünlere hâkim olan atmosferin müzikleri üzerindeki etkilerini anlatmalarını ve dinleyicilerine mesajlarını bizle paylaşmalarını istedik.
Gündemlerin altında kalıp kaybolma riskine karşı 2025 yılı içinde şimdiye kadar yayımlanan bağımsız müziklerden bir derleme yapmak istedik. Eşlikçi çalma listemiz hemen aşağıda, gözden kaçanları da bize gönderin!

3PILLIE
“DROP!!” isimli şarkının ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Heyy, aynı Peter’ın oldugu gibi benim de MJ’im var :^ We don’t really talk much, o şu an Palermo’da ama she’s the best. Dünyanın en hoşgörülü, en empatik, en ışık saçan insanı olabilir ^^ Onunla ilgili duygu seli attığım bir şarkı.
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Yansıtmayı istediğim en büyük konu aslında hayatın ne kadar zorluğu vs olursa olsun bir şeyler konuşmayı bırakmayın, sonra içinizde kalıyor.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Tabii ki. Ben çok eski müzikler dinliyorum hep fakat güncel olan takip ettiğim çok fazla insan var. Özellikle bu yaz çıkacak yeni albümümü baya etkiledi.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Baya zor zamanlardan çıktım fakat herkes çok destek oldu bana. Bu son zamanlarda çok güzel mesajlar alıyorum. İnsanlar çok düşünceli ve müziğimin karşı tarafa geçebilmesi, duygular tetikleyebilmesi benim için çok kıymetli, çok değerli. Her şey için teşekkür ederim!!

ARKADAŞ
“1yılöncebugün” ve “Yarın Yokmuş Diye” isimli şarkılarının ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
“1yılöncebugün” çok kişisel bir hikâyeme dayanıyor, “Yarın Yokmuş Diye” ise tam tersi, yazdığım ilk kurgu hikâyesi olan şarkım.
Geçen senenin 21 Şubat’ında yaşadığım bir değişim / dönüm noktası üzerine yazdığım bir şarkı “1yılöncebugün”. Aslında yazmaya karar vermemin sebebi de bu yılki 21 Şubat’ın cumaya denk gelmesi. Bunu fark ettiğimde sanırım aralık ayının sonlarıydı ve o tarihte bununla ilgili bir şarkı çıkarmanın o hikâyeye dair bende çok doğru bir kapanış yaratacağını düşündüm. Yeni şarkıların cuma günü çıkıyor olması ve 21 Şubat’ın cumaya denk gelmesini tatlı bir işaret olarak gördüm ve bu hikâyeyi o gün anlatmasam çok içimde kalacağını düşündüm. Normalde bir şarkıya ayırdığım vakitten çok daha az vakit ayırmam gerekti çünkü çıkış tarihine yetiştirmek için zamanım kısıtlıydı ama yine de bir şekilde yetiştirmiş olmak ve o kapanışı yapmak bana iyi geldi. Biraz da dramatik bir hareketti ama olsun, şarkı da zaten abartılı duyguların şarkısı.
“Yarın Yokmuş Diye” ise tam tersi önce prodüksiyonu, vokal melodisi ortaya çıkıp sonra sözlerini yazdığım bir şarkı. Şu âna kadar söz yazarken hep kendimi ifade etmek, içimde kalan bir şeyi atmak üzerine çalıştığım için bu şarkıda bir kurgu yapmak benim için bir ilk oldu. Bu sebeple de yazarken zorlandım ve emin olamayıp son hâline kadar sözleri sürekli değiştirdim. Birbirinden kopamayan iki kişinin hikâyesini anlatmak istedim. Biraz da gençlik, coşku, yarını düşünmeme temaları şarkıya ait gibi geldiği için de bir partide geçmesini istedim. Karakterlerimizden biri bu partiye diğer karakterimizin orada olduğunu bildiği için geliyor. Aslında görüşmemeleri lazım, bunu da biliyor. Benim kafamda şarkı, bu karakterin kapı eşiğinde durup içerdeki kalabalığa baktığı, diğer karakteri gördüğü ama henüz içeri girmeye cesaret edemediği andan başlıyor. Sonra kararını veriyor ve “bu gece bu partiye yarın yokmuş diye geldim seni görmeye” diye düşünüp her şeyi göze alıp içeri giriyor. Göz göze geliyorlar, dans etmeye başlıyorlar ve hikâyeleri yeniden başlıyor. Muhtemelen aynı toksikliği de yeniden yaşayacaklar, yine ayrılacaklar, sonra yeniden başa saracaklar.
Dinleyenlerin bu şarkılarda duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Geçen gün kim için şarkı yapıyorum, hangi kitle benim hissettiklerimi benimle hissediyordur diye düşündüm. Sanırım melankolik parti çocukları, doğum gününde mutlaka ağlayanlar, bazı şeyleri aşamayanlar, şımarıkça yalnız hissedenler, onaylanma ihtiyacı duyup yine de kendi bildiğini okuyanlar, utangaç olup utandığı şeyleri yine de yapanlar falan olabilir gibi geldi. Özgürlük hissi sanırım bunların ortak noktası. Ama sanki yalnız, depresif bir özgürlük hissi gibi.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Herkesin yurt dışında yaşama isteğinin arttığı bir dönemde benim üzerimde gitmek zorunda kalıp gidecek imkânı bulamama gerginliği var. Bu arada gitme hayalim yok ama olmak zorunda gibi hissettiriliyorum. Kalmak istiyorum ama bu da sanki geride kalmışlık hissi yaratıyor. Herkes kendini kurtaracakken ben kurtulmak mı istemiyorum, bilmiyorum ama şu anda bu konu üzerine bir şarkı yapmaya çalışıyorum çünkü yapmazsam delireceğim. Geçenlerde İngilizce şarkı yapmayı düşündüm ama sadece düşündüm.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Gece karanlıktan korkarsan, bu kenti ateşe veririz.

CEY-T & ÇİÇEXÇOÇUX
“Mevta Meftun” isimli şarkınızın ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
cey-t: ‘Mevta Meftun’ literatürdeki şarkıların çoğuyla aynı başlangıç noktasını paylaşıyor: Kalp kırıklığı. Beğeni, ilgi, çekim, hatta sevgi veya saygı bile bir ilişkinin tohumlanması ve sürdürülmesi için yeterli değil. Bunu uzun süredir biliyorum ama bazen unutmayı çok istiyorum. Ne yazık ki başka faktörler devreye giriyor: Para(sızlık), hayat stilleri, ilişkilenme farklılıkları samanlığın seyran olmasını engelleyebiliyor. Özellikle trans kadınlar içinse durum vahim: Âşık olsan bile bir trans kadının yanında görünür şekilde durup onun maruz kaldığı tüm şiddetten payını almak pek akıl kârı değil kimse için. O yüzden arzulandığımızla kalıyoruz. En açık fikirlisi için bile bir – iki seferlik heyecan olmaktan öteye gidemiyoruz. Bu hapsedildiğimiz yalnızlıktan faydalanmak isteyenler oluyor ama: Bize verilen birkaç kırıntı ağzımızın suyunu akıtabiliyor maalesef, hayallere dalabiliyoruz, karşılığında çok daha büyük şeyler verebiliyoruz hemen: Kendinden daha cesur (ve muhtemelen güzel) birinden aldığı onayla egosunu okşayan çakma çapkınımızsa birinin hayatından geçmiş oluyor.
çiçexçocux: Tabii ki de herkes gibi ben de büyük bir cey-t hayranıyım. O yüzden onunla tekrar çalışabilme şerefine erişmiş olmanın büyük heyecanıyla parçayı hazırlamaya başladık. cey-t for life. “Madilik” bilgisayarda müzik yapmakla daha yeni tanıştığım bir dönem olduğu için cey’le bir sonraki parçamızda nasıl bir resim ortaya koyardık onu da merak ediyordum bir süredir. Hislerim beni yanıltmadı.
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı? Neler?
cey-t: “Metin tekerlemeye dönüşmeden aliterasyonu ne kadar abartabilirim?” üzerinde oynamayı sevdiğim bir çizgi. Sihir hissini vermek için eski kelimeler kullanmak da fantezinin temel taşlarından biri. Şarkıda Latince bir kitap adı da var, Orta Çağ’da yazılmış bir cadı avlama rehberi ama Hristiyanlıkla büyümediğim için temelden gelen tekinsizliği o vermiyor bana. Türkçede çok güzel Arapça kökenli kelimeler var ve çok daha mistik duyuluyorlar, çünkü büyüdüğüm inancın dili Arapçaydı. Tabii bu referansları kullanırken muhafazakâr kesime konser bileti satmaya çalışan liberal popçu imajı vermemek de ince bir çizgi.
çiçexçocux: cey-t parça sırasında kendini konforlu hissedeceği bir dünyayı anlatmaya başladığında ilk eskizlerimdeki deneysellikten kabilesel bir yere evrildi. Güçle oynayabilme arsızlığını kendimde gösterdim ve o gücü cey-t’ye aktarmak istedim.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
çiçexçocux: Korkunç bir iletişimsizlik ortamında kendinizi ifade etmek de bir o kadar zorlaşabiliyor ama cey-t ile benim de ve bizimle aynı şeyleri yaşamış olan herkesin bildiği gibi en zorlu koşullarda kendimizi ifade edebilme yöntemlerini bir şekilde bulabiliyoruz. İnsanlara ve hayvanlara biçilen “paha”yı gördüğümde üzülüyorum. Dünyanın benden daha nöroçeşitli bir hâle geldiğini görmek farklı bir bakış açısı sağlıyor. Her işi son işimiz gibi yapmaya çalışmak biraz yorucu oluyor ve birbirimiz dışında güvence bulamıyoruz.
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
çiçexçocux: cey ile EP dönemindeyiz, haziranda görüşürüz.

DİLHAN ŞEŞEN
“Gör Şu Halimi” isimli şarkının ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Hep uyku hâlinde tutmaya çalıştığım, kat kat yorganlara sarıp neredeyse kalkamayacak pozisyonda tuttuğum bir yanımın uyanış vakti gelmişti. Korku sardı beni de, o kadar uzun süredir uyuyordu ki; kim bilir bana neler diyecekti, nasıl öfkeliydi kaçırdığı şeyler için. Uzunca bir zaman geçiştirdim onu, bastırmaya çalıştım, tüm ihtiyaçlarını yok saydım, insan başkasına yapmaz bunu ama kendine yapıveriyor işte. Şarkı hüzünlü ve bana kalırsa biraz sofistike yaylılar eşliğinde başlıyor (bu bi gerinme, bi uyanış), ardından bi gitar arpejimiz var (kabullenip yola çıkış). O gitar arpeji o kadar döndü durdu ki aklımda, tüm yol başta onun üstüne kuruldu. Bir baktım ki uyku hâlinde tutmaya çalıştığım o yanım, kalkmış gelmiş, yollar aşmış aslında ayakta uyuyanın o olmadığını anlatıyor bana. Hem de korktuğumun aksine, şefkatli bi biçimde. Şarkının prodüksiyon kısmında Bahadır Kartal ve Barış Ergün var, Yaylıları da Rhapsody Strings çaldı. Miniko bi klibimiz oldu, Fatih Cihangir Selimoğlu çekti; Fatih’le başbaşa bi klip fikrimiz olduğunu zannederken, çekim sırasında çok sevdiğim dostlarım teker teker gelip bana sarılmaya başladılar. Of. Kalbim. İnsan neden korksun ki böyle arkadaşları varken.
Dinleyenlerin bu şarkında duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Yolculuğa çıktıkları zaman içsel, fiziksel, her neyin peşine düştülerse, o vakitte bir dinlemelerini gerçekten isterim.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Oluyor tabii ki. Neler oluyor, neler bitiyor baya takipteyim. İstediğim fikirleri uygulayıp, istemediklerimi de uygulamıyorum. Ortada buluşmanın (her anlamda) iyileştirici ve geliştirici bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki bana ayrılan vakit fena bir vakit değildir de bir sürü kez deneme ve yanılma şansım olur.
Bu sıra anlatım dilim üzerine çalışıyorum, biraz kapalı ve kendine saklı bir anlatım olduğunu gözlemledim ki iletişim kurmak isteyen, anlaşılma arzusu taşıyan bi insan olarak bunu biraz tezat buldum. Devinim daim.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Hepimiz doğduğumuz andan itibaren bir direniş fikrinin içerisine doğuyoruz bence. Bu ailemizdeki bir tutuma karşı olabilir, okulda öğrenciler arasındaki o sosyal ekonomik farklılıkları idrak etmeye ve bunun yarattığı sonuçların bizde nasıl bir etki yaratacağını seçmemiz gereken o vakitler de olabilir, bilmiyorum.
Bu fikrin bizler büyüdükçe bir fikirden davaya dönüşmüş olması, tüm rağmenlere rağmen burada tüm dinçliğimizle, fikrimizle, inadımızla yaşamımızın renklerine sahip çıkıyor oluşumuzu kutlamak isterim. On küsur yıl sonra da tekrar birbirimizi bulduğumuz için mutluyum. Her ne kadar işler zorlaşmış olsa da, siz olduğunuz için, kendiliğinizi koruduğunuz için ve korumaya çalışanlara da kol kanat gerdiğiniz için ve buna bağımsız bi şekilde, alternatif müzik yapan bir sanatçı olarak şahit olduğum ve orasından burasından dâhil olduğum için kendimi çok görülmüş ve duyulmuş hissediyorum. Teşekkür ederim. Umarım müziğime kulak kabartan güzel insanlar da bu ve benzeri hislerden uzak bir yaşam sürdürmüyordur, sürdürüyorlarsa da çıkış yolu; sözünüzü, aklınızı ve fikrinizi başta kendinizden esirgememenizdir, sonrasında da kendi hayalinize dair harekete geçmenizdir bence. Sizi seviyorum, görüşürüz (zaten). 11 Haziran akşamı Blind’dayız, kopun gelin.

ERİÇ
Yerli Yersiz isimli EP’nin ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Yerli Yersiz benim şarkı yazarlığı serüvenimi yansıtan bir EP oldu. Şarkı yazmaya ilk olarak İngilizce dilinde başladığım için, ilk dönemlerimden “Along the Wind” ve “Lies Inside” (2017-2018 yılları), ardından “Yüksek Bir Yerden Atlamak” (2021) ve “Ruhum Nerede” (2023) olmak üzere, dört parçamı seçip bir araya getirdim ve bir konsept arayışında olmadan, şarkılar arasında doğal bir uyum yakaladım. Şarkıların akustik versiyonundan son hâline evrildiği süreçte de spesifik referanslarım yoktu, içime sineceği şekilde, aranje ve miks aşamalarında her enstrümanın ve her ayrıntının bana hissettirdiklerine dayanarak ilerledik.
Dinleyenlerin bu EP’de duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Bu EP’yi dinleyenlerin bir şey hissetmesi benim için yeterli. Birbirinden farklı geri dönüşler aldım ve beklentim kesinlikle karşılandı.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Özellikle pandemi sürecinden beri evde müzik yapıp yayımlamak yaygınlaştı. Daha hızlı üretiliyor, demo kayıt süreçlerinde bir bilgisayar, bir ses kartı ve mikrofonun olması yeterli olabiliyor ve bu bence iyi bir şey; ben de elimdeki ekipmanla sürece böyle başlıyorum. Üretim konusu dışında günümüz müzik piyasası bağımsız sanatçılar için bir mücadele ortamı. Sanatçının, müziğini günümüz trendlerine ve sektörün aradıklarına uydurup dönüştürmesindense bence sevdiği işi yapmaya devam etmesi gerekiyor. Aslında büyük bir müzisyen kitlesi var, aralarında benim de tanıdığım çok iyi işler yapanlar var ve toplum olarak bu yerel bağımsız sanatçılara desteğimizi esirgememeliyiz.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Müziğime kulak veren herkese teşekkür ederim. Benim şimdiye kadar özenerek, severek dinlediğim müzisyenlerin bende bıraktığı etkiyi kendi müziğimle dinleyiciye bırakabilmenin özgün ve samimi olmaktan geçtiğine inanıyorum. Bunların karşıya geçmesi de yaptığım işin büyük bir parçası, bana motivasyon sağlamakla kalmayıp özgüven aşılıyor. Daha önce yazmış olduğum ve yeni parçalarımı sırayla dinleyicilere ulaştırmak istiyorum, çalışmalarım devam ediyor.

EVE DÖNÜŞ YOK
Karaköy isimli EP’nizin ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Karaköy aslında birden çok etmenin bir araya gelmesiyle filizlenen bir süreçti. Ülkemizin gündemi ve gidişatının soyutlanamaz bir durumda oluşu şarkıların temalarınının ortaya çıkışındaki temel ilham kaynağı oldu. Daha önceki şarkılarımızda tercih ettiğimiz yoğun elektronik seslerden ziyade enstrüman tınılarına yoğunlaştığımız bir ses yelpazesini tercih ettik.
Bu sürecin bizim için en önemli özelliği şarkıların canlı performans şeklinde “anda” kalınarak kaydedilmiş olmasıydı.
Dinleyenlerin bu EP’de duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı? Neler?
Şarkılar, dönem dönem hepimizin girdiği çıkmazlara parmak basarken umut kapılarını aralamanın imkânsız olmadığına dair hisler barındırıyor.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
En başta mevcut siyasi ortamın yarattığı zorluklarla mücadele etmek en büyük dönüştürücü etkenlerden biri hâlini aldı. Bu konjonktür bizi kendi alanlarımızı genişletmeye ve alternatif mecralar oluşturmaya yöneltti. Komünite olarak hareket etmek ve sanatın her türlü alanında var olmaya çalışan dostlarımızla iş birliği yapmak bu durumun en belirleyici unsuru hâline gelmiş durumda.
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
İçinde bulunduğumuz karanlıktan elbet bir gün çıkacağız. Bu süreçte bize düşen umutsuzluğa alışmamak. Mümkün olduğunca akıl sağlığımıza, kalbimize ve ruhumuza sahip çıkarak birbirimize elimizden geldiği kadar destek olmalıyız.

FROZEN CLOUDS
“Bakma” isimli şarkınızın ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Şarkının temelini Ömer ve Luca attılar. Bir nakarat olarak başladı, sonra stüdyoda hep birlikte geliştirdik. Hâlen albüm kayıt sürecinde olduğumuz için sıcak ve moddayken kaydı da çok uzatmadan aldık.
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğiniz şeyler var mı? Neler?
Bilerek konan bir mesafeyle ilgili bu şarkı. İçine atılmış şeyler, bastırılmış hisler ve kararlı ama yorgun bir ruh hâli var.. Bunu hissetmelerini isteriz.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Evet, ister istemez oluyor. Ama bunu planlayarak yapmıyoruz. Hayatta neyle uğraşıyorsak, neyle mücadele ediyorsak, müzik de oradan besleniyor. Bizim için doğal bir süreç.
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Şarkıları dinleyip bir şey hissediyorsanız, bu bize yeter. Yan yana gelmenin bir yolu varsa, bizce bu da onlardan biri. Duymanız için sabırlandığımız yeni bir albümümüz var. Destekleriniz için teşekkürler.

GRUP SES & GÖKALP K
Grup Ses / Gökalp K albümünüzün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Gökalp K: Pandeminin etkisinin bir nebze hafiflediği bir dönemde “birlikte” bir şeyler yapma isteğiyle ortaya çıkan bir proje oldu. Uzaktan, düzenli olarak buluşup parçalar üzerine çalıştık. Bazıları Grup Ses’in önceden hazırladığı çalışmalar üzerine benim yeni bölümler ya da enstrümanlar eklememle gelişti; bazılarını da albüm için ben hazırladım ve Grup Ses eklendi -ki bazı parçalarda kimin neyi eklediğine dair anket yaparsak birçok insanın ters köşe olacağına emin olduğum bölümler mevcut 🙂 -. Her parçada Grup Ses ve Gökalp K projelerine özgü öğeler birbirine geçmiş oldu, zaten başlangıçtaki amaç da birlikte bir şeyler üretmekti, bu yüzden albümün ismine de en uygun seçeneğin bu olduğuna karar verdik.
Dinleyenlerin bu albümde duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı? Neler?
Gökalp K: Kendi müziklerimde özellikle aktarmaya çalıştığım belirli bir his olmuyor. Ancak albümde, ikimizin de kendi projelerinde istikrarlı olarak uyguladığı müzikal dokunuşların yanı sıra alışıldık olan alanların dışına çıktığımız pek çok nokta var. Uzun süredir sevdiğimiz stilleri, az ya da çok, kendi beğenilerimizle harmanladık, umarım bu deneme ve birleşme hâli tutuculuğumuzla da beraber dinleyiciye aktarılabiliyordur. 🙂
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Gökalp K: Tüm günlerin ve özellikle de bugünlerin hayatımıza doğrudan etkisi oluyor, dolayısıyla da elbette üretim biçimimizi de düşüncelerimizi de etkiliyor. En azından bu albüm üzerinden düşünecek olursak, birlikte bir şeyler yapma fikri daha sürecek gibi görünüyor; zira diğer türlüsü gün geçtikçe zorlaşıyor.
Son olarak dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Gökalp K: Birbirinize iyi bakın.

ILGAZ ALTIN
“Dilimin Tam Ucunda” adlı yeni şarkının ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Bazı hikâyeler biter, bitmeleri gerekir. Bazen, bir insanı son kez gördüğünü bilerek geçirirsin son anlarını birlikte. Boyle anlarda ne yapmamız gerektiğini kimse bize öğretmedi. Böyle şeyler yaşayarak bile öğrenilmiyor sanırım. İnsan içinden geçen her şeyi doyasıya yapsa bile, o ânı itekrar tekrar yaşayıp, “Ya nasıl olurdu?” diye düşünürken buluyor kendini. Bu şarkıyı da böyle vedaların hayatımızda yer ettiği bir dönemde yazdık. Özlemle andığımız ne varsa, onlara veda etmiş olmanın hissettirdiklerini ara ara hatırlamak lazım.
Dinleyenlerin yeni şarkında duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Böyle bir his yok. Şarkıları yazarken biz elbette ki kendi hislerimizden, düşüncelerimizden yola çıkıyoruz. Ancak ne hissettiklerimiz, ne de düşündüklerimiz bir başkasının hislerini veya düşüncelerini dikte etmeli. Ne ‘Dilimin”Tam Ucunda”yı ne de başka herhangi bir şarkımızı belli bir şeyler hissettirme maksadıyla yazdık. Tek niyetimiz, içimizden geçenleri dünyayla paylaşmak. Bunlarda dinleyiciler kendilerine dokunan bir sey bulup kendi hislerini ve düşüncelerini bizimle paylaştığında, biz de kendi hayatımızı daha iyi anlamlandırıyoruz.
Bugünlerin, müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Tabii ki oluyor. Bizlerin hayatını gündem şekillendiriyor. Her ne kadar geçmişten beslensek de hayatı bugünün çerçevesinden okuyup anlıyoruz. Bizim müziğimiz de dönem müziği de bunun esintilerini taşıyor, muhakkak. Her şeyin çok güzel olduğu günleri gördüğümüzde geriye baktığımızda bunu çok daha iyi anlayacağımıza inanıyorum.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Hepimizin üzerine düşen umutsuzluga kapılmamak. Umutlarımızın gerçeğe dönüştüğü günleri şarkılarla karşılamak dileğiyle…

KANA KANA
Cinema Inferno isimli yeni EP’nin ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Esasen uzun yıllara yayılan ancak -iyi ya da kötü- finaline erişmek üzere olduğumuz bu distopik düzenden kafasını kaldıramayanlardan biri olarak, bu sürecin çoğumuz gibi beni de savurduğu depresif ruh hâli hayatıma, dolayısıyla Kana Kana’ya da yön veriyor. Cinema Inferno bu yolun duraklarından sadece biri. Tornatore’nin Nuovo Cinema Paradiso‘sunda yaşamayı hayal ederken Dante’nin cehennemine mecbur edilenlerin yerin dibinden isyanı.
Dinleyenlerin bu EP’de duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Ben Kana Kana’yı, “türkçe sözlü hafif gotik müziği” icra edebilmek niyetiyle yarattım ve sadece geceyi, karanlığı, sisi, dibi görünmeyen çukurları ya da kişiliği olmayan insanları anlatan bir hikâye anlatıcısı olarak anılmak istemiyorum ancak hayat ve zaman bana bunları getiriyor.
Bu sebeple dinleyecek olanlara -bu EP özelinde- söyleyebileceğim şu; Aydınlık, neşe ya da aşk acısı üzerine güzelleme vs arayanlar Cinema Inferno ile vakitlerini kaybetmesinler. Bir çıkış yolu öneremeyen Cinema Inferno en iyi ihtimalle içinizde yanan ateşi diri tutabilir.
Bugünlerin, müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Bu soruyu bir önceki soruyla birlikte yanıtladığımı düşünüyorum.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
İnsanı insan yapan, hayatta kalma direnci. Bu dirence sımsıkı sarılın ve her ne olursa olsun yaşamaktan vazgeçmeyin. Hep birlikte filmin sonuna yaklaşırken mücadeleye devam edin ancak akıl sağlığınızı koruyabilmek adına günlük yaşantınıza, kendinizi mutlu etme çabanıza, iyi hissettirecek aktivitelere katılmanıza çökmelerine de izin vermeyin. Mücadele eden kitleler, bireysel olarak ne derece dinç ve motive olurlarsa bütünün duruşu da o kadar sağlam olur. Hayali kurulan geleceği kovalarken bugünden maksimum faydayı elde etmek için çabalayın. Zira biz bu kaosta hep birlikte sürüklenirken zaman durmuyor; akıp gidiyor.

KİM Kİ O
“If They Come For You” isimli şarkınızın ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Ekin: İki buçuk sene kadar önce tamamı neredeyse doğaçlama takılırken çıkmış bir parça. Genelde şarkılarımız doğaçlamadan çıkar ama buna sonrasında neredeyse hiç dokunmadık. Kalabalık “grup müziği” hissinde olması hoşumuza gidiyor. Diğer yeni şarkılarımızdan da biraz ayrıksı. Parçanın ısrarlı ve anonim yapısı, üzerine sloganvari (ya da mantravari) sözler alıntılamamıza yönlendirdi. Anonim sloganın İngilizcesini Fatimah Ashgar‘ın şiirinden alıntıladık.
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı?
Berna: Mesajı çok açık bir parça. “Birlikte güçlü” olmak, herhalde Türkçede en iyi karşılığı.
Ekin: Ya da “hiçbirimiz güvende değiliz”. Çok temel ve bariz, evet. Ama küçücük topluluklarımızda bile yaşanamayan… Tekrara düştükçe, içselleştirdiğimiz ayrımcılıkları ve benimsediğimiz sözleşmeleri fark etmeyi, fark ettikçe onlardan azade olabilmeyi umarım.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Berna: Daha çok müzik yapmaya imkân bulmak sanki bir savaş hâline geldi. Hem onsuz yaşayamamak hem de yapabilmenin iyiden iyiye bir lüks olması iyice sarsıyor.
Ekin: Dönüşüm sanki hiç bitmiyor. Dertler, dönüşümler bir yandan da “konfor” alanımız tabii!
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Ekin: Bu yılki ilk konserimizi 21 Haziran’da, Arter’de çalacağız. Aile Yılı kutlayacağız hep beraber! Gelebilen gelsin!

LIGHT MOTIV
Geçen Günler Düşen Yapraklar Gibi isimli yeni EP’nin ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Bu cümle daha hiçbir şarkı yokken aklıma gelmişti. Bir tane kâğıda yazıp masamın kenarına koymuştum. Sonra bu cümlenin hissi biraz negatif bir şekilde üstüme yapıştı. Arka planda bossa nova hayranlığım giderek artıyordu ve yeni şeyler keşfediyordum bu tarzda. Hep melankolik geliyordu bossa nova ama o süslü ve neşeli hüznü çok hoşuma gidiyordu. Bu demolar aklıma gelmeye başladığında İzmir’den klasik gitarımı getirmiştim, bir şeyler denerim diye. Zamanla hoşuma giden birkaç fikir gelmeye başladı aklıma, birkaç tekrar eden cümle de yazıyordum aynı zamanda. Baya organik sayılabilecek bir süreçten sonra şarkılar iyice ete kemiğe bürünmeye başladı.
Sözler için de… Bir şeyler yaşandı diyelim… Açılış şarkısında üflemeli bir şeyler istiyordum ve çok sevgili Dilan Balkay’a ‘’… Düşünür müyüz?’’ diye gönderdim en güncel hâlini, o da derdini tasasını üfledi şarkıma, canım benim. Bir de en son şarkıya bir klavye solosu eklemek istiyordum ama o kadar iyi klavye çalamıyorum. Onun için de Burak Erensoy imdadıma yetişti ve çalmaya çalışanların parmaklarını spagetti gibi birbirine dolayacak bir klavye solosu çaldı. Zaten hepsinden önce bu EP için bir dünya oluşturmuştum aklımda, post fedon-ik yazlıkcore diyebilirim bu dünyaya da. Böyle oldu her şey <3
Dinleyenlerin bu EP’de duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Özellikle dikkat edilmesini istediğim bir şey yok, zaten dinleyen kişi hoşuna gidecek ya da ona dokunacak bir şey bulursa ben mutlu olurum. Benim için mutsuz bir dönemin böyle akça pakça bir meyvesi olması hoşuma gidiyor. “Saravá” şarkısında telefonu gitarıma çok yakın tuttuğum için bazı yerlerinde hfffssss diye burnumdan nefes verme sesim duyuluyor, onu duymalarını isterim özellikle. Ben de sonradan fark etmiştim. His olarak da ne diyeyim… Kalpler kırıldı ama gittik beyazları çektik paşalar gibi çaldık bossamızı…
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Tabii ki oluyor. Yani ülkemizin müziğe ve müzikle hayatını kazanan insanlara bakışıyla alakalı her yeni farkındalığımda aslında bir eşiği atlamaya ne kadar uzak olduğumuzu görüp üzülüyorum. Birçok arkadaşım sadece müzikten para kazanıyor ve aslında artık kazanamıyor. Ne yapacaklar bilmiyorum. Ben hayatımı müzikten kazanmıyorum o yüzden burası nispeten daha özgür olduğum ve bir kaygı gütmeden istediğimi yapabildiğim bir alan benim için. Ama böyle bir konumdayken bile minimum bir karşılık alamadığım, sahne bulmakta zorlandığım bir durumda kalınca hevesim kaçıyor. Sonra bir şekilde arkadaşlarımla ya da yeni keşfettiğim bir şarkıyla, sanatçıyla vs. kendime niçin bunu sevdiğimi hatırlatıyorum ama bu hem yorucu bir döngü hem de bunu hatırlaması bazen o kadar kolay olmuyor.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Hepinize vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir yerlerde denk geldiğim ve light motiv ile alakalı tatlı şeyler söyleyen herkes beni çok mutlu ediyor, iyi ki varsınız. Umarım çok fazla konseri olur light motiv’in de arkadaşlarımla müziğimizi olabilecek en fazla kişiye ulaştırabiliriz. Herkes kendine çok dikkat etsin… 𝐻𝑜𝓈𝒸𝒶𝓀𝒶𝓁𝒾𝓃…

MELTED
“Hep Biz Elalemi Çekeceğimize Biraz da Biz Delirelim Elalem Bizi Çeksin” isimli şarkınızın ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Mustafa: Bu şarkıyı yaparken stüdyoda Cansu, babanesinin “eşek olma, binerler” sözünü söylemişti. Buradan hareketle o anda aklımıza etrafımızdaki deliliği hep alttan alarak, kibarlıkla yönetmeye çalıştığımız geldi ve aslında bunun işe yaramadığını fark ettik. Biz de madem öyle, biraz da biz deli olalım elalem bizi çeksin fikrine gelmiş olduk.
Ceyhun: Şarkı albüm kayıtlarında en hızlı çıkan şarkı oldu diyebilirim. Kaotik bir doğaçalma yapıyorduk ve verse ortaya çıktı, sonra bu verse üzerine hepimiz fikir yürüterek düzenlemiş olduk. Melted’da şarkı yazım süreci genel olarak uzun sürüyor çünkü herkes çok aktif şekilde bestelere katılıyor ve hepimiz birbirimizin seveceği fikirler ortaya atıyor bu yüzden aralarından seçmek bazen uzun sürüyor. 🙂
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı? Neler?
Cansu: Çok açıkça itiraf ediyorum ki bu şarkının baslarında New Model Army – Notice Me şarkısından epey esinlendim! 🙂 Biraz gizli bir selam veya sadece bilen az sayıda kişinin çağrışım yapabileceği bir sinyal gibi olmasını istedim.
NMA şarkısındaki bas yürüyüşü sıkışıklık ve anksiyete hissini çok iyi yansıttığı için hep ona benzer bir şey yazmak aklımın bir köşesindeydi. “Elalem” şarkımızdaki his biraz daha farklı yöne bakıyor, ancak o sıkışıklık hissi tam olarak aynı. NMA sevenlerin bir de bu açıdan kulak vermeleri hoş olabilir!
Mustafa: Andy Warhol’un herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacaktır lafına benzer şekilde linç kültürü de artık her linçleyen bir gün linçlenecektir diyeceğimiz bir noktaya geldi. Özellikle underground scene’de bunun yaygınlığı beni mental olarak yoran bir noktaya evrildi ve aslında bu şarkıyı çalarken bu bıkkınlığı kustuğumu hissediyorum. Şarkı o yüzden kısa, agresif, direkt ve ani bitişiyle keskin bir sessizliğe gömülüyor. Tıpkı bir kusmuk gibi.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Cansu: Yeni albüm bana hüzün / anksiyete gibi hislerin yoğunlukta olduğu şarkılar ve problemli durumlarla deliye yatarak baş etme çabası olan şarkılar olarak ikiye ayrılıyor gibi geliyor. Melted’ın ve hepimizin geçmişteki diğer projelerinde olmayan ve kendi içimizde clown core diye isimlendirdiğimiz bir tavır ortaya çıktı. En az son iki yıldır tanık olduğumuz ve kendi aramızda da sürekli konuştuğumuz ülke gündemi ve toplumsal bunalımdan kaynaklı bıkkınlığımızın bu müzikal tavırda etkisinin büyük olduğunu tahmin ediyorum.
Ege: Zaten müzik yapmak içimden pek gelmiyordu. Şimdi daha da gelmiyor.
Ceyhun: Bugünlerde müzik alışkanlıkları geçmişe kıyasla daha sınırsız olduğu için, hem yerel sahnede hem de küresel ölçekte yeni akımların ve bu akımlara karşı çıkan yeraltı akımların da çok az olduğunu gözlemliyorum. Bu kadar kolay erişimin bir sonucu olarak, ortaya çıkan birçok özgün deneme ve gerçekten çok güzel, özgün albümler beni mutlu ediyor. Müzik gruplarının şehirden şehire sınıflandırılmasının yanı sıra artık aynı lokalde bile pek çok özgün işin ortaya çıkması, benim de daha yaratıcı olmam için motivasyon sağlıyor.
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Ceyhun: Yeni albüm için beklemede kalın ve yeni single “Dés vu”yu da dinlemenizi öneririm. Bayaa heyecanlıyız bu albüm için !
Mustafa: İsteğimiz müziğimizdeki etkilenim noktalarından hoşlanan insanların hepsine ulaşabilmek. Bunu henüz düşük bir oranda başardığımızı düşünüyorum.

MERTCAN MERTBİLEK
“Votka” adlı yeni şarkının ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
“Votka” tek bir gitar riff’i üzerinden ortaya çıktı ve tüm şarkı tekrar eden bu riff etrafında şekillendi. Kaydetme aşamasına geçmeden önce şarkının girişini çalıp duruyordum, kafamdaki basit akor geçişini biraz süsleyip belli belirsiz kırsal (country) bir hava vermek istiyordum; şarkıdaki ana gitar melodisi de bu denemeler sırasında ortaya çıktı. O ânı kaybetmemek için hemen davul ve bas gitarı kaydettim, ardından da akustik gitar ve lead gitarları ekledim.
Sözler daha sonra geldi. Orijinal kayıtta birkaç farklı akor ve bölüm daha vardı ama prodüksiyon sırasında şarkıyı tek bir notaya indirgeyip sözleri eski hâline göre bıraktım, bu da şarkının köprü kısmında garip bir entonasyona sebep oldu ve şarkıya ilginç bir karakter verdi diye düşünüyorum.
Dinleyenlerin yeni şarkında duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Şarkı sözlerinde davetkâr bir tavır var, aynı zamanda şarkıda tekinsiz bir aşk hikâyesi olma durumu da söz konusu. Bu belirsiz ilişki durumundan kaynaklanan duygusal ama yırtıcı bir his akışı yaratmak istedim. Ayrıca şarkının, sözlerden bağımsız olarak kendi hikâyesini anlattığı, kendine ait bir ritim dünyası da var. Orada da bazı hisler olduğunu düşünüyorum, daha yoruma açık bir dünya orası. Dinleyici ikisinden biri ile bağ kurabilir.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Tabii ki, olumlu bir etkisi var. Bugünler yeni fikirler getirirken içimdeki eski ve çiğ potansiyellerle de yeniden temas etmemi sağlıyor. Kesinlikle dönüştürücü bir etkisi oluyor, bir tazelenme hissi yaratıyor ve yeni üretimler için heyecanmama sebep oluyor.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Yakında yeni bir single yayımlamayı planlıyorum, belki bir double single bile olabilir. Şarkıya eşlik etmesi planlanan video da şu sıralar tamamlanmak üzere. Yıl sonuna doğru albümü dinleyicilere ulaştırmayı çok istiyorum. Hem dijital hem de fiziksel olarak bu albüme ulaşılabilecek. Bu gelişmeler için gerçekten çok heyecanlıyım.

MİN TAKA
“eYeSiGht” ve “Pyramid” isimli şarkılarnın ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
“eYeSiGht” Hollanda’ya taşındığım ilk akşam yazıldı. Her şeyin bulanık olduğu, geleceğin ne getirdiğini bilmediğim, bir yandan da uzun mesafe ilişkisine başladığım bir döneme girmiştim. Bu belirsizliği anlatmak için göz testi metaforlarını kullandım. “E F P T R, reading shouldn’t be this hard” veya “I just can’t see through the blurry house, I hoped you could fix my eyesight” diyerek göz testindeki uzaktaki evi ve verilen harfleri kullandım.
“Pyramid” ise metal dönüşümü, iç dünyamın yıkımı ve yeniden inşa sürecimi anlatan bir parça. Şarkının ilk kısmı olan “mantra” bölümü 2020’de ortaya çıktı, geri kalanını ise 2022’de tamamladım. “Lonely in a crowded place, sipping on a drink sour taste” sözleriyle aslında “CIN SODA” şarkımdaki “Etrafım kalabalık ama ben neden yalnızım?” ve “Elimde cin sodam…” dizelerine bir gönderme yaptım.
Dinleyenlerin bu şarkılarda duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Şu sıralar çıkardığım yeni parçaları hep bir filmin veya sahnenin altında çalan parçalar gibi hayal ediyorum. “eYeSiGht” şimdiye kadar çıkardığım en akustik ve naif şarkılardan biri. Filmin akışındaki “âşık olma” sahnesini ya da her şeyin iyi gittiği ama kırılma noktasına ulaşmadan önceki masum hâli yansıtıyor. “Pyramid” ise tam tersine, filmin climax ânı gibi. Karakterin kırıldığı, içsel kriz yaşadığı ve her şeyin çatışmaya dönüştüğü bir sahneye eşlik edebilecek bir parça. Şarkının yavaş bir build up’ının olması belki de filmdeki antagonist’in bakış açısını gördüğümüz bir an gibi hissettiriyor. Genel olarak bu şarkıları yürürken, otobüsteyken ya da bir işle uğraşırken dinlediğinizde kendinizi kendi filminizin ana karakteri gibi hissetmenizi istiyorum.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Yaşadığım günler, düşüncelerim ve bilinçaltımda olan bitenler doğal olarak müziğimi ve üretim sürecimi de etkiliyor. Bu değişimi hâlâ gözlemliyorum ve içinden geçiyorum. Şu anda bu dönüşümün etkilerini en çok sahnede hissediyorum. Özellikle Hollanda’daki konserlerimde, ülkemin gündemine dair bir şeyler söyleme ihtiyacı doğuyor. Yıllar önce yazdığım protesto şarkım “AYIP!”, ne yazık ki bugün daha da anlam kazanmış durumda.
Bu şarkı aracılığıyla mücadelenin hâlâ sürdüğünü hatırlıyorum ve bu tür platformlarda sesimi duyurmaya çalışıyorum.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Hayatımda çok önemli iki insanın sözlerini sizinle paylaşmak istiyorum. “Keep calm and be real” ve “The best version of yourself is yourself”.

MİSKİNLER
“Mevsimler Geçerken” isimli şarkınızın ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Ozan: Grubu ilk kurduğumuzda nasıl bir şey yapmak istediğimizi ve birlikte ne yapabileceğimizi anlamak için beş gün boyunca hep birlikte stüdyoya girip doğaçlama çaldığımız bir çalışma yapmıştık. O çalışma sırasında ortaya çıkan fikirlerden birini de Erkin Koray’ın “Cemalim” şarkısına benzettiğimiz için “Cemilem” ismiyle kaydetmiştik. Şarkıyı tekrar ele aldığımızda, Güneş şarkıyı Erkin Koray’a adamak istediğini söylemişti.
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı? Neler?
Güneş: Parçada Erkin Koray’dan “Cemalım”, “Mesafeler”, “Hayat Bir Teselli”, “Çöpçüler”, “Gün Doğmuyor” gibi şarkılarına atıfta bulunan satırlar var; üstü kapalı olanlardan birkaçına açıklık getirelim. Mesela “Kırgın gittin bu kente, çöpçüler zengin oldu” dizelerinde hem Erkin Koray’ın plak şirketleri tarafından uğradığı istismara hem de ülkedeki bozulan düzene bir gönderme var. “Dalga dalga saçların bu caddeye rüzgâr oldu, esti durdu gecelerce, perdeyi açtı, göğsüme doldu” dizelerinde Erkin Koray’ın uzun saçlarıyla İstiklal Caddesi’nde bir rocker olarak verdiği mücadele ve yarattığı etkinin nesiller boyu yankılanarak bizim de ciğerlerimize nüfuz etmesinden bahsediyoruz. Açılan perde de aslında Koray’ın özgür müzisyenliğiyle bıraktığı eserleri yıllar sonra batı kültürüyle harmanlanmış gençler olarak dinleyince, Türkiye’nin müziğine ve kültürüne bakış açımızı değiştirme etkisinden ve verdiği aidiyet duygusuyla, hikâyeyi devam ettirmek için “yapmamız gereken müzik bu” dememize sebep olmasından bahsediyoruz. Kapak tasarımındaki karalar içinde sahildeki kırmızı bank ise mevsimler geçerken sevdiklerinden ve değerlerinden kopan, yalnızlar rıhtımında kalan bizleri sembolize ediyor.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Deniz: Aslında uzun yıllardır dönüştürmekten çok yıkıcı etkileri olan günler yaşadığımızı düşünüyorum. Sanata olumlu bir etkisi olmuyor. Tüm müzisyenler, müziklerini bu yıkıcı ortamın etkilerinden korumaya ve üretimlerini devam ettirecek yeni yollar bulmaya çalışarak hayatlarına devam ediyor. Anaakımın dışında kalan müziklerin çoğu imkân açısından yoktan var ediliyor, buna emin olabilirsiniz. Miskinler’de bu durumdan çok azade değil. Bir yandan yaptığınız müzik grup müziği olduğunda bu tip sorulara net cevap vermek de zor, herkes farklı açıdan bakabilir. Ben, müziğin canlı icra edilirken bir dinleyici grubu ile paylaşılmasını ve bunu yaparken de grup elemanları arasında, grup ile dinleyici arasında, dinleyicilerin kendi aralarında, bütün alanda yaratılan o kolektif enerjiyi çok seviyorum. Ama yaşadığımız günlerin canlı müzik açısından oluşturduğu çaresizlik, gelecek açısından da umutsuzluk yaratıyor. Bu umutsuzluğun beni daha bireysel hâle getirdiğini düşünüyorum. Üretim aşaması, ürettiğin şeyi zamanı geldiğinde birebir, yüz yüze paylaştığın konser hayalinden uzaklaştıkça daha izole ve içe kapanık bir hâle geliyor sanırım. Bir içe dönüş yaşıyorum, uzun bir cevap oldu ama sanırım böyle bir dönüştürücü etki var üstümde.
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Durukan: Sonbaharda yayımlanmasını planladığımız yeni enstrümantal parçalarımız için çalışmalarımıza düzenli bir biçimde devam ediyoruz. Bunları bir EP olarak birleştirme niyetindeyiz. Arka planda ise sonraki bahar aylarına denk düşecek LP için hazırlanıyoruz. Bu zaman diliminde de olabildiğince çok yurt içi ve yurt dışı konser vererek seyircimizle buluşmak istiyoruz. Bizi sosyal medyalarımızdan takip edebilirler, basılmış olan 45’lik plaklarımızı satın alarak bize destek olabilirler. Herkese sevgiler.

MOJAVE
Kandırma Kendini isimli albümünüzün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Uzun süre single’lar çıkardıktan sonra 2023 ortasında albüm yapmalıyız fikrine kapıldık ve sürece başladık. Bir süre sadece yeni şarkılar dinledik ve bol bol birlikte canlı çaldık. Şarkıların çoğu böyle çıktı zaten. Prova sırasında birlikte çalarak yeni besteler ortaya çıktı.
Dinleyenlerin bu albümde duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı? Neler?
Şarkılarda sözler açısından daha melankolik ama enstrümental açıdan daha hareketli bir hava var. Yaşanılan dramatik olayları ille de karanlık, daha yavaş müzikle anlatılması gerekmediğine inanıyoruz. Bu yüzden böyle bir tezatlık yarattık. Dinleyicilerin de bu havayı biz nasıl hissediyorsak öyle hissetmelerini isteriz.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
“Bugünlerimiz” sözcüğünün kendisi bile içinde oldukça karışık ve yoğun hisler barındırıyor. İstanbul’da gitgide sıkışır gibi hissettiren ama bir o kadar da çeşitliliğe ve renge sahip bir ekosistemde birçok başka isimle birlikte var olmaya, müzik yapmaya çabalıyoruz. Tarihin haklarımızın kısıtlandığı ve gaspa uğradığı bir dönemine denk gelmiş herkes gibi bizim de müziğimizde, sözlerde, gitardan davula çıkan tüm seslerde bunun izleri var. Yer yer kişisel ama pek çok açıdan da protest. Uğradığımız muameleyi, haksızlığı ve adaletsizliği reddediyor ve değişim talep ediyoruz.
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Bol bol konserlerimize gelsinler. Çünkü enerjimizi ve hislerimizi sahnedeyken daha iyi ilettiğimizi düşünüyoruz. Dinleyiciler de konserin önemli bir parçası oluyor ve ortaya olağanüstü bir gece çıkıyor.

NAZİRE
“some thoughts” isimli şarkının ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Aslında çok ilhamsız ve demotive olduğum bir gün olduğunu hatırlıyorum. Yazın evde şarkılarımın bir türlü ilerlemeyen süreçleri yüzünden ve başka bir şey yapmaya hevesim olmadığından canım sıkkındı. Evde gitarlarım yoktu ama zaman geçirmeye çok ihtiyacım vardı, ben de artık toz tutan ve pedalları gıcırdamaya başlayan piyanoma uzun zaman sonra bir şans vermeye karar verip başına oturdum. Kendi kendime birşeyler tıngırdatırken “some thoughts”un riff’i aniden hayat buldu. Hoşuma giden bu melodinin üzerine gitmek istedim ve süsledikçe süsledim. Henüz bir şarkı olacağından habersiz, “some thoughts”un introsu yazılmış oldu. Hoşuma giden bu melodiyi biraz motivasyon olması açısından Instagram hikâyemde paylaştım ve o dönem takipleştiğim Barış Yalaz çok beğendiğini söyledi, onun üzerine biraz konuştuk ve beraber prodüksiyonunu yapmaya karar verdik. Bu üretim sürecimde yeni bir sayfa oldu çünkü ilk kez bu şarkı için stüdyoya girdim. Odamdan, kendi imkânlarımla kısıtlandığım lo-fi sound bu parçaya yakışmayacaktı ve yeni iş birliklerine açıktım. Orada canlı enstrüman çalıp kaydetmek ve şarkımı dinleyebilmek küçükken hayalini kurduğum üretim sürecini bana yaşattı. Barış da şarkıyı çok sevdi ve bu sayede çok pürüzsüz ve keyifli bir süreç oldu.
Dinleyenlerin şarkında duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Bu parçayı kaydederken çok detaycı bir tutumumuz vardı. Umarım bütün detayları istediğimiz gibi duyurabilmişizdir ve umarım dinleyici de bu müzikal detayları fark eder. Mesela Zeynep Oktar çok son dakika bir karar ile şarkıya harika vokal armonileri yazıp söyledi. Dinlerken insan duysa bile dikkatini vermediğinde o armonilerin hissini ve gücünü tam olarak algılayamayabiliyor. Ya da piyanodaki belli belirsiz pitch bendin vermek istediği bir nostalji hissi var mesela. Normalde insanların şarkımı dinlediğinde şöyle ya da böyle hissetmesini isterim diyen biri değilim, top benden çıktıktan sonra artık kim nasıl keyif alıyorsa alsın, şarkıyı kendi bakış açısıyla benimsemesi benim için yeterli. Ama sorulduğu zaman o şarkıya kendi kattığım hisleri bir hatırlıyorum ve en ağır basanı nostalji oluyor. Değişime karşı pasif bir kabulleniciliğin yanında eskiyi tam olarak bırakamama ve özlem var. “Yearning for what once was” ve “it is what it is” hislerini harmanlayarak yazdığım sözler oldu. Şarkı İngilizce olduğu için çekinmeden bir de “cynicism towards self” yani “özbenliğe karşı kuşkuculuk” içeriyor diyebilirim. Dinleyici de kendisi için doğru bir dönemde şarkıyla tanışırsa şarkı benzer düşüncelerine tercüman olacaktır.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Bugünler müziğime karşı daha eleştirel yaklaşmamı sağladı. Aslında sürekli kötü şeyler oluyor. Pek yeni sayılmaz. Bazen insan gündeme yönelik bir şey üretmediğinde veya bir nevi “toplum için sanat” yapmadığında kendi yaptığı şeyin değerini sorgulayabiliyor. Ben sorguladım çok fazla kez. Hakkında konuşabileceğim, müziğime aktarabileceğim onca önemli şey, onca mağduriyet, bünyemde onca öfke varken güncel diskografimin lisede yazdığım aptal aşk şarkılarından oluşması benim de zoruma gidiyor. Ama birkaç başarısız denemeden sonra öfkesini müziğe kanalize edebilenlerden olmadığımı fark ettim. Hepimizin yetenekleri farklı. Bu dönemde içimden bu yeteneğe sahip olan insanların sesini yükseltmek geliyor. Aşk şarkıları her zaman dinlenecek ve var olacak. Protesto şarkıları da öyle. Yine de önümüzdeki süreçte daha ciddi bir sound ve daha olgun sözler yazmam konusunda beni daha da teşvik eden günlerden geçiyoruz. Zaten şu an üzerinde çalıştığım EP’yi kime dinletsem önceki işlerime kıyasla daha karanlık olduğunu vurguluyorlar, hem sound olarak hem de sözleriyle. Ama bu zaten aslında hep yapmak istediğim şeydi. Yalnızca kendimi geliştirmem ve nasıl yapacağımı doğru insanlardan öğrenmem gerekiyordu – partnerim Gün Damatoğlu’nun (pembe, 888Hz) bu konuda çok yardımı oldu. O proje gün yüzüne çıkana kadar öncesinde çıkan başka side projectler olur mu bilmiyorum ama şimdilik önceliğim orada. Bugünlere geri dönecek olursak, iyi ki gücünü öfkesinden ve başkaldırısından alan müzisyenler var ve iyi ki umudumuzu kaybetmenin kolay olabildiği bu günlerde hepimize ilham oluyorlar.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Özgür Türkiye, özgür Filistin.

NAZZAN
“Vazgeçme” isimli şarkının ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Bazen bir şeyler için çabalarken, bir süre sonra içimizden bir ses usulca “Ne yapıyorum ben?” demeye başlar. Büyük ihtimalle, harcadığımız emeğin ya da seçtiğimiz yolun bizi nereye götüreceğine dair yaşadığımız belirsizlik bu hissi doğurur. Bu şarkının hikâyesi, tam da bu duyguya yakın durumlarla ilgili diyebilirim. “Vazgeçme” kendi kendime verdiğim bir telkin.
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Şarkıda duyulmasını istediğim şeyi doğrudan söylüyorum: “Vazgeçme.” Kendin olabilmek ve kendini var edebilmek zorlu bir süreç. Sana öğretilenin dışına çıkmak cesaret gerektiriyor. “Düşsem de bir yerde kalkarım elbette.”
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Bugünlerin müziğim üzerindeki etkisi kesinlikle var. Bu ortam, bende daha fazla sanatsal üretim yapma isteği uyandırıyor. Silinmeye, görmezden gelinmeye çalışılan renkler çoğalmalı. Varoluşumuz; çizdiğimiz resimle, yaptığımız müzikle, yazdığımız şiirle, çektiğimiz filmle mümkün. Bize dayatılan şekilleri kabul etmeden, kalbimizden geçen tınıları söylemek ve daha fazla üretmek, bugünlerde yapabileceğimiz en anlamlı şeylerden biri.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Herkese güneşli günler dilerim…

NİHAL SARUHANLI
Boyutların Müziği isimli albümünün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Boyutların Müziği bundan yaklaşık bir, bir buçuk sene önce Müze Gazhane iklim Müzesi’nde bir solo performans için fikirler düşünürken ortaya çıktı. Ursula K. Le Guin’in “Uçuştan Uçuşa” kitabı okuduğum anda beni etkilemişti. Kafamda bu denli yer ettiğini bu fikirle ortaya çıkana kadar ben de farkında değildim.
Dinleyenlerin yeni albümünde duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Bu albümün yaratım aşaması benim için diğer albüm çalışmalarından farklı gerçekleşti. Her ne kadar solo bir performans olsa da aslında Yusuf Bahar’ın okuduğu kitaba ait metinlere eşlik ediyorum. Metinlerin çizdiği farklı boyut seyahatlerine ses oluyorum. Bu sesler kimi zaman oraların ruhunu kimi zaman oralardaki toplumların iç sesini yansıtıyor. Sadece metin ve sesler, kimi zaman müzik. Bu benim için bilinçli bir tercih oldu. Görsel öğeleri kullanmayı özellikle istemedim. Dinleyicinin hayal gücünü harekete geçirip olabildiğince çerçevesiz bırakmayı amaçladım. Bugünün görsel dünyaları çok etkileyici ve çekici. Onlarsız neler yapacağımı ve yapacağımızı merak ettim.
Bugünlerin, müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Bugünlerin kesinlikle müziğe yaklaşımımda büyük bir etkisi var. Bu etki kimi zaman seslerle etrafa saçılan bir öfke, kimi zaman hayal kırıklıkları, umut kırıntıları şeklinde olabiliyor. Boyutların Müziği’nde ise bir kaçış kapısı aramaya itti beni bugünler. Olan bitenden kaçıp başka boyutlara seyahatler yapmak gibi.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Kendime bıraktığım notları onlara da bırakmak isterim. Kalıpların dışında düşünebilmek için kafanı açık tutmaya çalış, denemeye devam etmekten vazgeçme, kendini en aciz halinde görmekten korkma ve kendine iyi bak.

PLASTIC IDEAS
Afterglow isimli albümünüzün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misiniz?
Yaklaşık ikiyıldır yazıp çizdiğim şeylerden en çok içime sinenleri derlediğim bir albüm oldu diyebilirim. Tabii kayıt süreci evde gerçekleştiğinden çok uzun bir zamana yayılabildi. Bir buçuk yıldır Almanya’da yaşadığımdan benim için oradaki süreci de yansıtıyor aslında. Uzakta olduğumuz için grup deneyimini tam anlamıyla yaşayamasak da Efe ve Sertaç’la sürekli iletişim hâlindeydik ve onların da çok fazla yardımları dokundu. Örneğin “Her Şey Anlamsız” şarkısında Efe’nin lead vokalleri var, o da kendi evinde kayıtları yapıp gönderdi. Sertaç’ın yine aynı şarkıda kitap okuduğu bir kısım var, onu da sanırım iki yıl önce falan onun evinde toplanıp demo alırken kaydetmiştik. Özetle çok kolay veya ideal bir kayıt süreci olmasa da sonucunda sözleriyle ve müziğinin tonuyla bizi çok iyi yansıtan bir iş yaptığımızı düşünüyorum.
Dinleyenlerin bu albümde duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da akıtmayı istediğiniz belirli hisler var mı? Neler?
Tabii ki herkes farklı şeyler hissedecektir. Ama müziğin tonunda bir karamsarlık olduğu da inkâr edilemez. Beste yaparken disonans sesler hoşuma gidiyor ve bunları da genellikle kullanmak istiyorum. Fakat tüm bunların yanı sıra sözlerde nadir de olsa umut kırıntıları görebilirsiniz. Mesela “Some Days” ve “Don’t Let Them Bring You Down” şarkılarında. Bunun sebebi sanırım Gökçe’nin hayatımda olması ve Türkiye’deki kaostan uzaklaşmış olmam. İlk albümde bu tarz sözlere pek yer vermemiştim çünkü içimden gelmiyordu.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Benim deneyimimde genellikle dünlerin müziğimde veya yaklaşımımda etkisi oluyor. Bugünler beni sinirli ve agresif yapıyor fakat bunu müziğe yansıtmakta çok başarılı olamıyorum. Genellikle bugünler düne dönüştüğünde sinirim de karamsarlığa dönüşüyor ve o ruh hâlini müziğime daha iyi yansıtıyorum.
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Sevdiklerinize her zaman zaman ayırın.

RINXLAYA & 2MHC
“BİZ KORKTUKLARI HER ŞEYİZ” isimli şarkınızın ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizimle paylaşabilir misiniz?
Rinxlaya: “BİZ KORKTUKLARI HER ŞEYİZ” önce sadece bir cümleydi. Sonra bir şiire, ardından da o şiirin hissiyatından doğan bir parçaya dönüştü. Bazı şarkılar masa başında değil, sokakta, çatışmanın tam ortasında doğar. Bu da onlardan biri.
Dinleyenlerin bu şarkıda duymasını özellikle istediğiniz şeyler ya da hissetmelerini arzu ettiğiniz duygular var mı?
Rinxlaya: Öfkemizi unutmayalım istedik. Unutmayalım, affetmeyelim ve mücadele etmeye devam edelim.
Varoluşlarımızın sistematik olarak hedef alındığı, hayatlarımızın kriminalize edildiği bu dönemde biliyoruz ki bir araya gelmemizden, adalet arayışımızdan, emeğimizden ve özgürlüğümüzden korkuyorlar. Çünkü biz inandığımız değerler için mücadele ederken birbirimizi bırakmıyoruz.
2MHC: Gaza gelsinler.
Bugünlerin müziğiniz ya da müziğinize yaklaşımınız üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
2MHC: Oluyor. Gaza geliyoruz.
Rinxlaya: Açıkçası müziğim üzerine düşünmeyi bıraktım. 🙂
Dinleyicilerinize ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersiniz?
Rinxlaya: Asla yalnız yürümeyeceksin!
2MHC: Bir araya gelip hep beraber gaza gelsinler.

SELİN BAYCAN
AŞİNA isimli albümünün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
AŞİNA, yaklaşık yedi yıla yayılan bir sürecin sonunda doğdu. Başta tasarladığım ve Mehmet’le (Mutlu) kurmayı hayal ettiğim dünya esasen başkaydı. Ancak süreç boyu içinden geçtiklerim, piyanomla kurduğum ilişki, bireysel ve kolektif yaşamlarımız boyu hikâye buna evrildi. Yas tutmanın, kayıp ve acı gibi üstü örtülü duygularla temas etmenin kıymetini gördüm ve yaşadığım dönüşümlerin, kayıpların, yüzleşmelerin bir yansıması olarak döküldü şarkılar. Her biri o dönem benim için bir dönüm noktasıydı. Bu yüzden AŞİNA benim için sadece bir albüm değil; aynı zamanda bana büyük bir iyileşme sunan bir yaşam aralığı.
2023 yazında “Kaybolan Ne Var”ı tekli olarak paylaştıktan sonra kendi yolunu çizen bir sürece teslim oldum. Açılış şarkımız “Aşina” ise albüme isim aradığım son düzlükte plansızca doğdu. Onu yazdığım gün tüm taşlar yerli yerine oturdu, hikâye örgüsündeki son zincir tamamlanmış oldu aslında. “Aşina” kelimesinin tınısını da hissini ve çağrıştırdıklarını da çok sevdim, benim müziğimi karşılayan ve kapsayan bir ruhu var.
Dinleyenlerin yeni albümünde duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Albümdeki şarkıların her biri, yazdığımda beni derinden dönüştürdü. Bu yanıyla çok özel ve rafine bir seçki olduğunu düşünüyorum. Bu güçlü hissin dinleyiciye ulaşması; içlerinde duyamadıkları, belki cılız çıkan bir sesi güçlendirmesi, belki bastırılmış bir duyguya temas etmesi en büyük niyetim ve dileğimdi. Dünyanın da insanın da iyileşmeye çok ihtiyaç duyduğu bir çağın içindeyiz. Albümün kapağı da bu karanlık çağa bir referans aslında. AŞİNA, o “yaraya” dokunursa, kolektif iyileşmeye bir katkı sunabilirse ne mutlu bana.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Kesinlikle, ne üretme biçimi ne de içeriği bugünümüzden muaf olamıyor. Memleketçe ve dünyaca içinden geçtiğimiz cehenneme karşı çok keskin hislerim var. Zamansızca arkasında durabileceğim ve içimdeki öfkeyle nasıl bir söz söylemek istediğim uzun zamandır aradığım bir yer. Bazen yazdığım şarkılar kendi sansürüme uğruyor, bazen de bu yükün altında sıkışmış hissediyorum. Kendi sesimle, dürüst ve sahici bir biçimde bu çağın adaletsizliğine nasıl bir cevap verebilirim, benim burdaki rolüm nedir? Bu sorunun peşindeyim.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
AŞİNA’nın zamansız bir yerden onlara eşlik eden bir başucu albümü olmasını çok isterim. Dinleyen herkesin kendi yoluna, kendi sesine dair bir şeyler duymasını; kaybolduğu yerlerde yalnız olmadığını, kaybolmanın da insana dair olduğunu hatırlamasını isterim.

SELÛT
Değerlim’in Hikayesi isimli albümünün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Bu soruya CTZ olarak (Selût Görsel Departman Müşaviri) cevap veriyorum;
2019 yılında Değerlim’in Hikayesi, “Odam” adlı tek bir illüstrasyondan türedi, Selût’ün yazdığı şarkılar ürettiğim 13 eserlik görsel bir serinin parçası oldu. Tüm bu serinin ismi Değerlim’in Hikayesi, hem görsel / hem işitsel bir albüm. Ana illüstrasyon; “Odam”, ilk yayımlanan “Sahiden” adlı parçasının da kapağı oldu. Albümün tamamı o zaman daki ruh hâlimi anlatıyor, beş sene süren bir kayıt ve görsel prodüksiyon süreci olsa da parçaları yazıldığı süre aşağı yukarı iki – üç ay da tekabül ediyor. Selût; sahnede, sokakta, bulduğu her alanda söyleyerek ve ekip arkadaşları (başta Güneş Akyürek olmak üzere, Saliha Turan, İpek Ektaş, Danae Palaka ve son yılda Deniz Tekin) ile paylaşarak, bugün dinlediğimiz hâllerine geldiler. Albüm görselleri ve klipler, saklı detayları anlamak ve bazı sürekli gelen karakterleri tanımak için önemli. Bunlardan en önemlisi “Kuş” mesela; iç hesaplaşmayı, inkârı, öfkeyi ve hüzünü temsil ediyor. “İstemem” klibinde öldüğünü düşündüğümüz karakter bir sonraki sene “Evdekiler” klibinde bizi “Selût” ile karşılıyor, Selût onu yiyor ve kusuyor. Kuş burda “kendi derdine ancak kendin derman olursun – kafesleri kırmaya devam” sinyali veriyor. Süreç çok uzun olduğu için, yazım sürecinin yanında animasyon üzerine çalışırken bile yeni deneyimlerimden kırıntılar ekledim. İyi seyirler, biraz da sizlerden gelen yorumlamaları konuşalım derim. (ucunu ardına kadar açık bırakıyor*)
Dinleyenlerin yeni albümünde duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Dinleyiciyi albümün tamamını dinlemesine teşvik etmek isterim, çünkü baştan sona büyümeyi duyabiliyorum, belki de ben çok kez dinlediğim için ama doğruya doğru, bu albümü yazarken daha hayatımda stüdyoya girmemiştim ve bu albüm kaydedilmek üzere yazılmamıştı. Beş senede çok şey öğrendim, son parça “Nediney”i kaydederken çok farklı konuşan birisi olmuştum. “Evdekiler” ve “Dünün Kokusu” kız kardeşler olsalar da sesim ve tavrım değişmiş. Bu tür nüansları duymak, hayatımı belgelemişim gibi hissettiriyor, bunun zaman ayrılıp tamamının yenmesi beni mutlu eder. Albüm bir arabaya binip başlıyor, aniden terk ve pişmanlık, sonra da çocukluğumdan bir anıyla bitiyor. Hisler konusunda çok an ile bağdaştırabiliyorum, belirli bir histense bazen çok keyifli olup da damarıma basacak bir şeyler dinlemek isterim ve aklıma ilk “o” parça gelir ya, işte Değerlim’in Hikayesi de herkese zevke keder bir noktada yıllarca eşlik etsin isterim.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Müzik bir lütuf, resmen hayatın cilvesi bence. Ve özellikle bu kalabalıklar olarak tutunmamız gerektiği günlerde bağlayıcı bir etkiye sahip. Bu birlik duygusu içinde kaybolmuş hissediyorum; üretim hâlimi, hatta iş kolumu gereksiz bulduğum oluyor. Sonra ağzımı açıp bağırmaya başlıyorum, kâğıtlara istediklerimi, doğru bulduğumu yazıyorum ve bunu sunabileceğim yeri yine müzikte oluyor. Sahnede bildiğim şarkıyı baştan yazdırabilecek kadar etkiliyor tüm gördüklerim, tek insana söyleyemeyip, yazdıklarımı bir gün onlarca insan toplanıp suratıma söylüyor – var mı bundan iyisi? Orda görüyorum iletişimi ve varım diyorum, o yüzden ne duyuyorsam, görüyorsam aynı zabıt gibi tutuyorum kaydını, unutturmamak, değişim için benden bir şeyler yazıyorum.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Herkesin kulağına sağlık, albümü dinleyip ulaşan, zaman ayırıp hislerini döken herkes ile tanışmak ayrı bir başarı ve unutmayacağım birşey benim için. Bana böyle yaşanmışlıklar verdiğiniz için teşekkür ederim. Tüm üretim hakkında geri dönüş almak inanılmaz motive edici daha fazla şeyi paylaşmak için cesaret veriyor bana.

SEZGİN İNCEEL
Kaktüs, Kedi vs isimli albümünün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizimle paylaşabilir misin?
Bu albüm, uzun süredir içimde taşıdığım bir isteğin ürünüydü: Baştan sona bir hikâye anlatan, tematik bir bütünlük içinde ilerleyen bir albüm yaratmak. Bir süredir kendimi sadece bir müzisyen değil, aynı zamanda bir hikâye anlatıcısı olarak da görüyorum. Kaktüs, Kedi vs bu bakış açısının doğal bir uzantısı oldu. Yaratım sürecinde Sara Ahmed’in metinlerinden, Shirin Neshat’ın görsel dünyasından, RuPaul’s Drag Race’in cesur ve özgürleştirici ifadelerinden ve Arkadaş Z. Özger’in şiirlerinden beslendim. Albüm, ötekileştirilmeye karşı bir direnişin ve kendi kimliğiyle var olmanın manifestosu olarak şekillendi.
Dinleyenlerin yeni albümünde duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı?
Albümün temel duygusu direnç. Bu direnç hem bireysel hem de toplumsal boyutta kendini gösteriyor. Şarkıları yazarken kişisel hikâyelere odaklandım ama bu hikâyelerin kaçınılmaz olarak politik yansımaları da oldu. Sözlerde bu izleri görmek mümkün. Bir de sanırım baş etme ve ayakta kalma aracı olarak belli bir oranda mizah da var sözlerde. O yüzden şarkılar karanlık atmosferlerinin ötesinde biraz umut, biraz gülümseme uyandırır diye ümit ediyorum.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Bence dünya oldukça zor bir dönemden geçiyor. Ben de bireysel olarak bu dönemin ağırlığını hissediyorum. Ama müzik sayesinde duygularımı dışa vurabildiğim, bir nevi hafifleyebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Elbette bunun için gerekli bazı koşullara (zaman, enerji, maddi imkân vb.) sahip olmak da bir ayrıcalık.
Yine de maalesef sanatın ve müziğin her şeyi dönüştürebileceğine tamamen inanmıyorum. Bazen kültürler arasında köprüler kurduğu söylense de sanatın ve müziğin de sınıf, toplumsal cinsiyet, ırk ya da beden normları gibi eşitsizlikleri yeniden üretme potansiyeli var. Bu yüzden hep daha fazla farkındalıkla üretmeye çalışıyorum.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Albüm “O kadar yalnızım ki” cümlesiyle başlıyor ve yine aynı cümleyle sona eriyor. Fakat bu tekrar bir döngü değil; aksine bir dönüşümün ifadesi. Aradaki şarkılar bir yolculuk anlatıyor; tıpkı Joseph Campbell’ın tanımladığı Kahramanın Yolculuğu gibi. Dinleyici olarak bu yolculuğa eşlik ettiğimizde başlangıç noktamıza geri dönsek bile artık aynı kişi değiliz. Deneyim, bizi de yalnızlığımızı da dönüştürmüş oluyor. Ben de bu albümle böyle bir dönüşüm alanı yaratmak istedim. Kendi hikâyelerinden parçalar bulan herkesin, bu müzikal anlatının bir parçası olmasını ve yolculuğu birlikte paylaşmamızı çok isterim.

SHOUKRAN
İhtimal isimli albümünün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Aslında bir nevi kendime aldığım notların parçalara dönüşmesiyle ortaya çıktı. Çok uzun senelerdir Gözyaşı Cetesi’nin bestelerini yapıyorum. Bunlar daha çok bilgisayarda oluşturduğum davul, bas, synthesizer, gitar temalarından çıkan müziğin üstüne yazdığım sözlerdi. Bazen doğaçlama çaldığımız bir parçanın kaydına bile söz – beste yapıyordum. Bazen de boş giden bir davul cümlesinin üstüne. Bu demoları grubumla paylaşıp canlı hâlde şekillendiriyorduk. Doğal olarak parçalar daha kolektif bir kafayla oluşuyordu.
Birkaç sene önce kendime bir akustik gitar aldım. Enstrümanın da etkisiyle otomatikman daha yalın bir kafaya geçtim. Söz – vokalin önde olduğu, yaşadığım ortamla uyumlu olarak kendine has country tarzına göz kırpan bir sound belirdi. Bu çıkan demoları en iyi Ayyuka’dan Özgür Yılmaz’ın yansıtabileceğini ve parlatabileceğini düşündüm. Özgür, kafamın içinde dolaşanları görerek elini artırdı; Umut Arabacı’nın çaldığı baslarla da ortaya orijinal bir albüm çıktı.
Dinleyenlerin albümünde duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Bu albüm benim bir yanımın yansıması. O dönemde bir yandan gündelik hayatımı sürdürürken bir yandan kafamda yeni bir alanın açılıyor olmasının hevesiyle çıkan temaları puzzle gibi birleştirmeye çalıştım. Temalardan parçalara, parçalardan da albüme ulaştım. Parçaların farklı kafalarda oluşmasına rağmen albüm bütünlüğüne ulaşmış olması da beni ayrı heyecanlandırdı. Bu sürecin o kadar içindeydim ki albüm bitince benim bile sonradan dinlediğimde, “Aslında şunu demek istemişim.” dediğim oldu. Albümü yapmak bana iyi geldi. İçine kapıldığım şeylere daha dışarıdan ve sakince bakmamı sağladı. Dinleyenler de “iyi geldi” diye mesajlar yazdı. Benim albümle ilgili tek aktarmak istediğim, iyi bir kulaklıkla dinlenmesi; gerisi dinleyicinin takdiri 🙂
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Tabii ki oluyor. Bu günler bazen insanın üstüne çökebiliyor. Ümitsizlik, anlamsızlık, yalnızlık gibi depresif bir moda sokabiliyor. O zamanlarda bende daha çok üretme dürtüsü çıkıyor. Bir nevi kendi kırılgan ve karanlık yanımla baş etme mekanizması gibi. Bir olaya, düşünceye ya da zamana saplanıp kalmak, kendimi tekrar ettiğimi hissetmek benim için klostrofobik bir his. Hayat dümdüz giden bir çizgi değil; bazen çiğneyip yutuyor, bazen de uzaklara tükürüyor. İnsan olarak yüzeyde dengede kalmaya, sorun çözmeye, adapte olmaya çabalarken ruhsal olarak rüyaların, algıların, düşüncelerin dehlizlerinden gelenler sonradan açılmak üzere kafamın içindeki bir müzik dosyasına gidiyor. O dosyanın varlığı bana ümit, güç veriyor.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Herkese isteklerinin arkasında durabilme gücünü bulabildiği, çabalarının boşa gitmediği bir hayat dilerim.

SUH.EYL
Olalım Artiz isimli albümünün ortaya çıkma, yazılma hikâyesini bizle paylaşabilir misin?
Olalım Artiz bir “rol çalma” değil; bir “rolü bırakma” albümüdür. İzleyici kendi problemlerini unutmak ister müzik dinlerken, peki problemlerin üstüne basa basa eğlenmek nasıl bir his, edilgen değil etken eğlence nasıl olabilir? Bu albüm gerçekle hayalin, sahneyle kulisin birbirine karıştığı bir yer.
Kendimizde geliştirdiğimiz özgüveni temsil eden şarkılardan oluşuyor albüm. Bu özgüveni üstünüze zırh olarak geçirmenizi diledim, tercihlerimizin arkasında durduğumuz, iddiamızı anlatmak istediğimiz bir hayat belki de müzik ile beraber çok zor değildir.
Dinleyenlerin yeni albümünde duymasını özellikle istediğin şeyler ya da akıtmayı istediğin belirli hisler var mı? Neler?
Bir gün Zeki Demirkubuz bir röportajda şöyle demişti: “Gerçek entelektüel, girdiği yerin ışığını bozan kişidir.”
Benim gözümde “artiz” de biraz öyle. Kalıba sığmayan, normu reddeden; rol kesmeyi değil de rolünü seçmeyi bilen kişi. Artistlik poz vermekten ibaret; artizlik ise pozisyon almaktır. “Olalım Artiz” diyorsam, maskelere değil; niyete dikkat çekmek içindir.
Bugünlerin müziğin ya da müziğine yaklaşımın üzerinde dönüştürücü etkileri oluyor mu?
Biz bu hayatta ya kendimiz olduğumuz için acı çekiyoruz ya da bir kaba sığmaya çalışırken acı çekiyoruz. Bu acı bizi öfkelendirdiğinde, bize hayatta yardım edecek bir albüm yaptım. Bugünler bana prodüksiyon öğretti, çok uzun zamandır bu kadar mutlu olmamıştım seçimlerimde.
Dinleyicilerine ve okuyucularımıza nasıl bir not bırakmak, onlarla ne paylaşmak istersin?
Ben bu sabah bir söz okudum, daha okurken sorgulamaya başladım, aha dedim geliyor koca bir taş ve bitirdiğimde beni gülümsetti. Böyle bir notla veda ediyorum, sevgiler.
“Sizi seven insanlara yapacağınız en büyük saygısızlık, uyuşukluğunuzdur.”’