Hayatımıza Dirty Projectors’ın vokalisti olarak giren Angel Deradoorian’ın solo işleri ve farklı iş birlikleriyle hayli kabarık ve heyecan verici bir diskografisi var. Los Angeles’ta üretimlerini sürdüren müzisyenin son durağı, 2023’te Kate NV’yle birlikte hayata geçirdikleri projesi Decisive Pink olmuştu. Bant Mag.’ın o yılın albümlerinden yaptığı 100’lük listede zirveye yerleşen sürreel pop güzelliği Ticket to Fame’in ardından sıra, Deradoorian’ın beşinci solo albümü Ready for Heaven’a geldi.

İsmiyle müsemma albüm, cennet ve cehennem arasında salınan ruh hâllerine, insanlığın sınırsızlığına ve kaotik bir çağda hayatta kalmanın yollarına dair sezgisel bir yolculuğa ortak ediyor. Deradoorian için şarkı yazarlığı artık bir kimlik inşası değil; sürekli değişen, dönüştüren bir merak ve keşif pratiği hâline gelmiş durumda. Bu yüzden de tek başına yaratığı Ready for Heaven; diskografisinde daha oyuncu, deneysel ve içgüdüsel bir yerde duruyor. Dub, krautrock ve endüstriyel estetiklerinden beslenen dokusunda, akılda kalıcı melodiler ve çeşitli ses dokuları bir araya gelerek kendine has bir pop koleksiyonu yaratıyor.

Deradoorian’la sesle kurduğu bağları, zamanla evrilen aidiyet hissini ve daha fazlasını konuştuk.


“Eskiden çok düz bir tonla konuşurdum ve konuşmama daha fazla varyasyon katmayı kendime öğretmek zorunda kaldım. Bunu şarkı söylemeye dönüştürmek zaman aldı; hem yeni hem de çok derin bir deneyimdi.”

Albümün artık senden çıkmış olması nasıl hissettiriyor?

Bilmiyorum… Gerçekten ne hissettiğimi anlatmak zor. Şu an bir grubum olması ve albüm lansman konserimizi çalacak olmamız beni heyecanlandırıyor. Başkalarıyla birlikte müzik yapmak, kafamda olan müziği nihayet kafamdan çıkarıp dünyaya aktarabilmek çok güzel bir his.

Ready for Heaven büyük ölçüde dünyanın yavaşça çöküşüne tanıklık etmekle ilgili. Tüm bu kaos içinde müzik yapmak nasıl bir şey?

Açıkçası bu çok çelişkili bir durum. Dünyada her gün olan biteni izlemek ve haberlere ulaşma hızımız ve yoğunluğumuz gerçekten zor olabiliyor. Bazen kendimi, insanlığa daha doğrudan faydası olan, daha amaçlı bir şey yapmam gerektiğini düşünürken buluyorum. Ama sonra hatırlıyorum ki tarih boyunca müzik zor zamanlarda hep önemli bir rol oynamış. İnsanların iyileşmesine, anlamasına, ilerlemesine yardımcı olmuş. Dünyada çok fazla şey olup bitiyor ve bu bağlamda müzik yapmak hem gerekli hem de gerçekten zorlayıcı hissettiriyor.

Albümdeki sözler, genellikle soyut ve açık uçlu bir his yaratıyor. Yazım aşaması ses ve prodüksiyon sonrasında mı başlıyor, yoksa önce daha kişisel bir yerden mi geliyor?

Genelde müzikten doğuyorlar. Nadiren sözle başlıyorum. Önce bir melodi buluyorum ve saçma seslerle onu söylüyorum. Sonra tekrar tekrar dinleyip şekillendiriyorum ve kelimeler, melodiden doğal bir şekilde çıkıveriyor.

Albümdeki vokal partisyonları çok etkileyici. Sesi sadece sözleri taşıyan bir araç olarak değil; başlı başına bir enstrüman gibi kullandığın anlar çok. “Ses” kavramıyla olan ilişkin zaman içinde nasıl evrildi?

Dirty Projectors’tan ayrılıp kendi başıma şarkı söylemeye başladığımda, kendi sesimi tanımıyordum. Birçok müzisyenin yaşadığı bir süreç bu aslında, gerçekten kendilerine ait olan bir sesi bulmaya çalışmak.

Bu, birçok müzisyenin yaşadığı bir şey. Benim için bu yolculuk belki 12 yıl önce başladı. Belli ölçeklere, daha Orta Doğulu ezgilerine, minör ve mikrotonal öğelere çekildiğimi fark ettim. Zamanla drone stili söyleyip, efekt pedallarıyla oynayıp, sadece prova alanında vakit geçirerek dokularla daha fazla ilgilenmeye başladım. Nefesi, kısa deyişleri, süslemeleri ve sesin duyguyu ifade etmesinin farklı yollarını keşfetmeye başladım.

Cathy Berberian’ı duydun mu hiç? Grafik partisyonlarla çalışmış ve gerçekten ifade yüklü, alışılmadık vokalizasyonlar yapmış biri. 20. yüzyılın başlarında aktifmiş, gerçekten çok havalı biri. Ayrıca Linda Sharrock ve arkadaşım Amirtha Kidambi de var; hepsi seslerini kullanarak işitsel manzaralar yaratma ve bir ruh hâli oluşturma biçimleriyle beni çok etkiliyorlar.

Kendini vokal ile ifade ederken rahat olmak kesinlikle zaman alıyor. Bir odada yalnız başınayken, denemeler yaparken bazen gerçekten hoş sesler keşfediyorsun ama sonra şu sorular geliyor aklına: Bunu bir şarkıya nasıl uydururum? Bu bir şarkı mı, belki de sadece bu sesin kendisi şarkıdır? Bazen bir kelimeyi melodik bir şekilde ve efektle söylerken kendimi kaydediyorum ve kulağa çok güzel geliyor ama sonunda onu hiç kullanmıyorum. Bazen korkutucu olabiliyor. Otizm spektrumundayım ve benim gibi insanlar için sesi ifade aracı olarak kullanmak zor olabiliyor. Eskiden çok düz bir tonla konuşurdum ve konuşmama daha fazla varyasyon katmayı kendime öğretmek zorunda kaldım. Bunu şarkı söylemeye dönüştürmek zaman aldı; hem yeni hem de çok derin bir deneyimdi. Ama aynı zamanda güçlendiriciydi de. Sanatçıların bazen kendilerini konfor alanlarından zorla çıkarmaları gerektiğini düşünüyorum.

“Set Me Free” çok güzel bir barok pop performansı. Albümde öyle belirgin bir yere sahip ki neredeyse ortada bir “damak temizleyici” gibi hissettiriyor. Bu şarkı nasıl ortaya çıktı, özellikle atmosferi ve düzenlemesi neyden ilham aldı?

O sıralar Robert Wyatt’a bayağı sarmıştım. “At Last I Am Free” diye bir şarkısı var ve “Set Me Free” için kesinlikle ondan etkilendim. Yaptığım müziğin çoğu sevdiğim başka müziklerden etkileniyor. Tekrara düşmemeye çalışıyorum ama bazen bir şarkı başka bir kapıyı açıyor. O şarkı beni gerçekten etkiledi. Zor bir ayrılığın içindeydim.  Müzisyen olmak zor, özellikle ABD’de. Pek destek ya da fon yok. Kendimi güvende hissedip devam edebilmek için âdeta daha yüce bir güçle bağlantıya geçmem gerektiğini hissettim. Bu şarkı da çok duygusal bir yerden geldi.

Aslında “Set Me Free”yi New York’ta bir arkadaşımın evinde, Robert Wyatt’ın şarkısını defalarca dinledikten sonra yazdım. Çok sade olması gerektiğini hissettim. Üzerinde fazla düşünmedim bile, albümde üzerine en az kafa yorduğum şarkı buydu. Sanki evrenden bir mesaj geliyormuş gibi hissetmiştim. Neredeyse kolaya kaçıyormuşum gibi hissettirdi. Akorlar hazır gelmiş gibiydi. Dürüst olmak gerekirse, sadeliği sayesinde iyi yazılmış bir şarkı ama başta bana fazla basit geldiği için albüme koymak istemedim. Şarkıyı plak şirketine gönderdiğimde, “Bunu kesinlikle kullanmalısın.” dediler. İyi ki koymuşum çünkü müzisyenliğimin genelde paylaşmadığım farklı bir yönünü gösteriyor.

Şarkı, acı çekilen bir dünyada yol almayı öğrenmekle ilgili. Hayatın olduğu hâlinin kabullenilmesiyle, acıyı inkâr etmeden yatıştırmanın yollarını bulmakla ilgili. Klasik piyano eğitimi aldım ve her zaman barok müziği ve o tür akor yürüyüşlerini sevdim. Ayrıca David Axelrod’un prodüksiyonları gibi eski tınılı müzikleri de çok severim, onun etkisi de biraz var. Albümde gerçekten damak temizleyici gibi duruyor, biraz rastlantısal belki ama insanlar buna çok güzel tepkiler verdi. Bu tepkiler bana hatırlattı ki müzik her zaman senin yarattığın bir şey olmak zorunda değil, bazen sana gelen bir şeydir. Bu şarkı da tam olarak öyleydi.


“Kendimi her zaman rahat alanımın dışına itmek ve yeni bir şey yaratmaya çalışmak istiyorum. Bazen bunun benim için iyi olduğunu hissediyorum ama belki dinleyici için değil.”

Aidiyet hissiyle ilişkin yıllar içinde nasıl evrildi? Şarkılarının belirli bir zaman, yer veya duygusal duruma mı bağlı olduğunu hissediyor musun?

Kendi yaptığım müziği duyduğumda eleştirel yaklaşıyorum ama yapmış olmaktan gurur duyuyorum. Bir müziği yayımladığın anda o artık sana ait olmaktan çıkıyor, başkalarını etkilemeye başlıyor. Eğer başkalarıyla bağ kurmuyorsa, bunu yapmanın ne anlamı var? Aksi takdirde sadece bir fikir olarak kalmış olur. Onu gerçek yapan şey başkaları aslında. Bir şeyi dünyaya vermek, paylaşmak, onun doğasını oldukça değiştiriyor.

Albümlerimi tekrar dinliyorum çünkü zaman geçtikçe müzikle ilişkim mesafeleniyor. O şarkıyı yaptığım zamanı kesinlikle hatırlıyorum ve bu dönemler genellikle zorlu zamanlar oldu. Dürüst olmak gerekirse, müzik yapmaya devam etmek ve yaptığım şeye inanmak için çok çabaladığım zamanlardı. Özellikle müziği değerli gördüğünü söyleyen ama bunu göstermeyen bir toplumda.

Bazı şarkıları söylemek, taşıdıkları anılar yüzünden zor oluyor mu senin için?

Nadiren. Bazen, özellikle prova yaparken, şarkılar çok duygusal gelebiliyor. Bu her zaman söylediğim kelimelerle ilgili değil; bazen daha çok bir şey yaratmış olmam, onun bedenimden çıkıyor olması ve bunu ifade etmemle ilgili. Her zaman sözlerle örtüşmeyebiliyor ama bu bir tür sezgisel şifa gibi. Bedenindeki enerjiyi hareket ettiriyorsun. Şarkı söylüyorsun ve bir şeyler titreşiyor, “Ah, gerçekten şu an bir deneyimle yüzleşiyorum ve sindiriyorum.” diyorsun. Bu acı verici ya da geçmişte baş ettiğim bir şey olabiliyor ama sahnede çok sık olmasa da bazen duygusallaşabiliyorum. İnsanların karşısında olduğumda farklı bir moda geçiyorum genelde.

Yeni albüm müzikal yolculuğunda nereye oturuyor? Bir devam niteliğinde mi, bir dönüşüm mü, yoksa tamamen yeni bir şey gibi mi?

Bu albüm biraz zorlayıcıydı. Bitirdikten sonraki birkaç ay boyunca albümü pek sevmedim ve neden böyle hissettiğimi düşündüm. 

Sanırım bunun nedeni, önceki albümlerimde inşa ettiğim güvenli dünyalardan biraz uzaklaşmış olmasıydı. O albümler biraz daha ciddiydi, bu ise farklı fikirleri kurcalamakla ilgili. Hayatımın istikrarlı bir döneminde değildim, bu da müzisyenler için oldukça yaygın bir durum. Yeni bir ayrılık yaşamıştım, sürekli seyahat ediyordum ve kalıcı bir evim yoktu. Tutarlı bir albüm yapmaya çalışıyordum ve stüdyoya gidip demo hâlindeki parçaları tamamlamaya çalışıyordum ama hayatım sürekli değişiyordu, bu yüzden müzik de hayatımla birlikte değişti. 

Sonunda, birçok parçayı yeniden düzenledim. Nnormalde işlerimde bu kadar çok düzenleme yapmam. Bu yüzden, bir devam olduğunu söylemek zor; teknik olarak evet, proje adı bağlamında. Ama albümün bazı kısımları bana müzikal olarak zaten bildiğim şeyleri yapmaya devam etmemem gerektiğini ilham veriyor. Ve bence bir albüm yapmanın amacı da bu. Kendimi her zaman rahat alanımın dışına itmek ve yeni bir şey yaratmaya çalışmak istiyorum. Bazen bunun benim için iyi olduğunu hissediyorum ama belki dinleyici için değil. Çünkü insanlar bir müzisyenin tarzına ve sound’una gerçekten bağlanıyorlar ve aynısını istiyorlar. Ama ben bunu yapmak istemiyorum.

Decisive Pink’le bu kadar yakın bir iş birliğinden sonra tamamen solo bir üretim sürecine dönmek nasıl bir histi? Her şeyi tek başına yaparken seni özgürleştiren ya da zorlayan şeyler oldu mu?

Fena değildi sanırım. Kate NV ile beraber bir şeyler yazmaya koyulmadan önce yeni şarkılardan bazılarını yazmaya başlamıştım. Sonra geri dönüp kendi albümümü tamamladım. 

Onunla şimdiye kadar müzik yapmış olmaktan dolayı çok minnettarım çünkü şu anki albümde bana birçok şekilde yardımcı oldu. Farkında olmasa da bana nasıl yazılacağını, müziği deneyimlemeyi, nasıl fikir üretileceğini gösterdi. Kate, çok oyuncu bir ruha sahip ve bu da bu albümde kendi içimdeki o yanı biraz daha ortaya çıkarmamı sağladı.

Bu işleri tekrar yalnız yapmak biraz zorlayıcıydı. Bir odada tek başına oturup müzik yapmak her zaman en iyi hissettiren şey değil ve albümün bir parçası da onu gerektirdi. Ama onun sayesinde yeni fikirler, araçlar ve duruma farklı bir bakış açısı edindim ki Kate olmasa sahip olamayacağım şeylerdi bunlar.

Decisive Pink albümünün ardından solo üretimlerine Fire Records çatısı altında devam etme kararını ne şekillendirdi? Bu etikette seni özellikle çeken ne gibi detaylar vardı?

Fire’ı çok seviyorum; harikalar. Beni çok desteklediler. Oradaki herkes çok tatlı. Sanırım şimdiye kadar bulunduğum plak şirketleri arasında bana en uygun olanı bu. Beni en iyi anlayanlar onlar oldu ve iletişim şeklimizi gerçekten seviyorum. Her şey gayet iyi gidiyor.

Yaklaşık on yıl önce Bant Mag.’in konuğu olarak İstanbul’da arkaoda’da Eric Copeland’la aynı gece çalmıştın. İstanbul’u düşündüğünde aklına ilk ne geliyor? Seni burada yeniden sahnede görmek harika olurdu.

Aslında daha önce, hâlâ Dirty Projectors’la çaldığım zamanlarda bir turnemizin İngiltere ve Japonya arasında bir boşluk vardı; ben de o arada tek başıma Türkiye’ye gitmeye karar verdim ve arkaoda’da sahne aldım. Sonra kız kardeşimle birlikte çalmaya tekrar geldim. 

İstanbul çok yoğun bir şehir, enerjisi çok güçlü. Yemekler inanılmaz, gerçekten harika. Bant Mag. çevresinden tanıdığım çok güzel insanlar var; Fitz sayesinde onlarla tanıştım. Açık hava pazarları, deniz kenarlarını çok seviyorum. Çok farklı ama hayran olduğum bir dünya. Arkadaşım Başak (Günak), artık orada yaşamıyor. Onu da Ah! Kosmos projesinden tanıyorsunuz belki. Red Bull Music Academy zamanında hepimiz birlikteydik. Şimdi Berlin’de yaşıyor, İstanbul’un çok değiştiğini söylüyor. Nasıl değiştiğini tam bilmiyorum ama kültür, yemek ve müzik hâlâ en önemli şeyler bence.

  1. “Sözü devirince şiir olmaz ama neyse…”: SIRRI SÜREYYA ÖNDER (1962-2025)

    Türkü gibi günlere.

  2. Anı parçalarının pek de tatlı olmayan kısımları: ASUMAN TANYAŞ ve Kalıntı Kutusu

    “Çoçukluk hikâyelerimizdeki doğaüstü varlıkların doğaya karışmaları, içinde yuvalanmaları, her an rahatsız edebilmeleri bana cazip geldi.” 

  3. Bir ulusun hafızası MALICK SIDIBÉ'nin renkli çerçevelerden taşıyor

    Loose Joints’ten geçtiğimiz haftalarda çıkan Painted Frames kitabı, Malili fotoğrafçı Malick Sidibé'nin, cam boyama tekniğiyle çerçevelenmiş portrelerinden oluşuyor.

  4. NE DİNLESEK?: Bağımsız sahnede 2025

    Gündemlerin altında kalıp kaybolma riskine karşı 2025 yılı içinde şimdiye kadar yayımlanan bağımsız müziklerden bir derleme.

  5. Bir tür sezgisel şifa gibi: DERADOORIAN

    “Kendimi her zaman rahat alanımın dışına itmek ve yeni bir şey yaratmaya çalışmak istiyorum. Bazen bunun benim için iyi olduğunu hissediyorum ama belki dinleyici için değil.”

  6. Mesele biraz gülmek değil miydi?: GEORDIE GREEP

    "Her şeyi çok ciddiye alıyormuş gibi davranmaktan kaçınmak hoşuma gidiyor.”

  7. Güneş açtıran duygu kazısı: LORADENİZ

    İlk albümü Sun Shone'un yaratım sürecinde zihninde dolaşanları ve arayışlarını dinlemek üzere Loradeniz’le sohbete koyulduk.

  8. Kelimenin tam anlamıyla: HİSSİKABLELVUKU

    Cereyan’ın ortaya çıktığı koşulları, bu birlikteliğin açtığı yeni kapıları ve gelecek planlarını Hissikablelvuku üyelerinden dinledik. 

  9. Nereye gidiyoruz Edward?: Miguel Gomes ile bir GRAND TOUR sohbeti

    Miguel Gomes’in sekizinci uzun metrajı, bizi aşk kovalamacası gibi bilinmeyen bir yolculuğa çıkarıyor; zamanlar ve imgeler arasında gezinen bu hipnotik macerada kimse nereye neden gittiğini bilmiyor.

  10. Birlikte var olabilen ikilikler: SOUND DREAMS OF ISTANBUL

    “Filmin, bir saatlik bir müzik eseri gibi kendi ritmine sahip olmasını istedim; farklı dinamikleri barındıran, izleyiciyi sürekli merak içinde tutan, kimi zaman şaşırtan, kimi zaman gülümseten bir akış yakalamak benim için çok önemliydi.”

  11. Seyir defteri: SEVERANCE 2. sezon

    10 bölümlük ikinci "Severance" sezonuna, hafta hafta tuttuğumuz seyir defteriyle tekrar bakma vakti.

  12. Eterik kafes: SEVERANCE

    Lumon şirketinin, çalışanlarının zihnini ikiye ayırarak onların acı, zaman ve mekân hissinden yoksun bir "içsel" versiyonunu yarattığını biliyoruz. Bu hâl, eterin bedende yarattığı duruma neredeyse birebir denk düşüyor.

  13. Kaitlyn Dever, Isabela Merced ve Young Mazino cevaplıyor: THE LAST OF US 2. sezon

    "The Last of Us" evrenine birlikte adım atan oyuncular Kaitlyn Dever (Abby), Isabela Merced (Dina) ve Young Mazino (Jesse), set deneyimlerini anlatıyor.

  14. Kardeşlik denen girift yapı: Vuslat Saraçoğlu ve BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL

    Bir geçmiş ne kadar farklı hatırlanabilir?

  15. Funda Eryiğit ve Erdem Şenocak, ÖLÜ MEVSİM’i anlatıyor

    Funda Eryiğit ve Erdem Şenocak ile senaryoya yaklaşımları, yönetmen Doğuş Algün’le kurdukları yaratıcı iş birliği, karakterlerinin duygusal katmanları ve daha fazlasını üzerine bir "Ölü Mevsim" sohbeti.

  16. Yeniden başlayabilme ihtimali: Zeynep Köprülü ve Nazan Kesal ile SU YÜZÜ üzerine

    Zamanında yaşanması gerekenler ve yaşanamayanların ardından “Yüzleşmeli ve iyileşmelisin,” diyor Su Yüzü, “artık büyümelisin de sanki, kendi iyiliğin için…”.

  17. Yaşamla ilgili her şey: İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİ'nin geçmişi ve bugünü

    Özgür Balcı ve Zeynep Yüksel ile bu yıl 20. yaşını kutlayan festivalin doğuşunu, politik vizyonunu ve festival hafızasında önemli yer edinen Sırrı Süreyya Önder'i konuştuk.

  18. hmmm? - LUISA MIELENZ

    Duygu durumları, mekânlar, zamanlar ve kaydedilenlere dair sorular sorduk. Luisa Mielenz arşivinden fotoğraflarla yanıtladı.

  19. Künye

    .