17 Ocak’ta start alan ikinci Severance sezonunu bantmag.com’da hafta hafta, Meltem Demiraran ve Utkan Çınar’ın sohbetiyle kurcaladık. Aşağıda kısa bir özetini göreceğiniz 10 bölümlük külliyata buradan ulaşabilirsiniz.


Bölüm 1: Hello, Ms. Cobel

Meltem: Helly, dış dünyadaki outie versiyonunun Lumon’un mirasçısı olduğunu saklıyor. Ama neden? Korku mu, utanç mı yoksa başka bir manipülasyon mu? Bu yalan, dizinin temelini oluşturan innie-outie çatışmasını tekrar masaya getiriyor: Bir innie, outie’sine ne kadar borçlu?

Utkan: Esas ekibin bir araya gelişi de biraz eski tip blockbuster filmlerinin enerjisini verdi bana. Burada da yaşadıkları travmatik tecrübenin ardından fazla pozitif bir hâlde bulduk onları. Bu bana biraz garip geldi. Ben Severance’ı bir distopik ve psikolojik gerilim yapımı olarak görmek istiyorum belki de.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 2: Goodbye, Mrs. Selvig

Utkan: Dan Erickson’un röportajını okurken Lost’tan bahsettiği bir yere denk geldim. Burada onun gibi çok dağılıp toplayamama, “hepsi bir rüyaymış”a gelme tehlikesi var mı gibi bir soruya “Olay örgümüz belli, varacağımız yer belli.” diye cevap veriyordu ki bu biraz rahatlattı beni. Bu benim genelde çok sevmediğim bir şeydir. Diziyi yazanlar çok fazla gizem içeren bir kurgu yarattıklarında izleyicinin üzerinde çok güç sahibi oluyor. Bunu yaratıcı yazarlığı lekeleyen bir şey olarak görüyorum. Severance’ın da özellikle sezon öncesi recaplerde çok fazla fan teorisi içeren bir yapıma dönüşmesinden korkuyordum ama bu ikinci bölüm daha net bir akış koydu ortaya.

Meltem: Ben aslında severim fan teorilerini! Edebiyatta buna “deus ex machina” diyorlar, bir anda olağanüstü bir müdahale olması. Ama korkutmaz; yeter ki hikâye “yok artık” demeden çözülmesin. Bu bölüm odağımda hep Helly vardı.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 3: Who is Alive

Meltem: Şimdi burada bazı sürprizleri bozmam gerekiyor sanırım. Reentegrasyon hikâyesi devreye girdi artık. Şunu hatırlayalım: Petey de reentegrasyon yaptı ve öldü. Başına gelenleri tam anlamıyla anlatabildi mi? Hayır. Aynı şey Mark’ın başına da gelebilir mi? Her şeyi bilen bir tek Mark olacak ve bu bilgiyle ne yapacak?

Utkan: O sahne gerçekten çok iyiydi. Hem çekim tekniğiyle hem de Mark’ın geçirdiği değişimle. Hatırlama ânı, bilinç kazanışı… Retinaya mesaj yazma fikri saçma olsa da o sahne de iyiydi. Ayrıca dizinin temposunu da iyi taşıyan bir andı. Bahsettiğin reentegrasyon durumunda bir sıkıntı olacak. Çünkü olursa çok büyük bir adım atılmış oluyor.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 4: Woe’s Hollow

Utkan: Bölümlerin birbirinden kopuk kopuk devam etmeleri biraz canımı sıkıyor. Geçen hafta çok kritik bir cliffhanger’da bırakmışken şimdi tamamen alakasız, kendi başına bir bölümle karşı karşıya kaldık. Dışarıda bir bölüm olacakmış diye konuşuyorduk, bu oydu sanırım. Ne kadar “dışarıda”, o da tartışılır tabi. İlk iki bölüm arasında da öyle olmuştu. Bu bir stildir deyip geçebiliriz de. Sanki tüm bölümleri çekip zar atarak sıralamasına karar vermişler, lineer bir anlatım düşünmemişler.

Meltem: “Fiziksel olarak çok içerdeyiz, darlıyor” demiştik. Burada fiziksel olarak dışarı çıktık ama yine içerideydik. Bölümde kamp alanını bulmaları için kendilerine yol gösteren kişilerin kendilerine benzeyen kişiler olması da biraz sanki fan teorileri arasında yer alan klon muhabbetine şöyle küçük bir taş atmayı mı amaçladı diye düşündürdü bu arada.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 5: Trojan’s Horse

Utkan: Geçen hafta Milchick’e bir giydirdik, Lumon da bunu duymuş olacak ki kulak çekti.  “Yemeğini de yersin bu iş uzun sürecek” falan diye bir posta koydular kendisine. Ama çok da bir sonuç çıkmadı tabii, işine devam ediyor. Ona verdikleri resimler, kültürel sahiplenme dediğimiz şey, aslında ırkçılığın bir kolu gibi bir noktada. Üstün körü şirketin bu tavrından hoşlanmadığını belli ediyor Milchick. Ya daha sertleşecek bizim ekibe karşı ya da taraf değiştirecek gibi geliyor.

Meltem: Mark’ı orada tutmanın daha büyük bir planın parçası olduğunu biliyorlar. Mark’ın tavrı da ironik şekilde ters bir etki yarattı. At içeride artık çok belli. Ayrıca, geçen hafta Irving’e “Niye kendini kurban etti” falan dedik ama bu bölüm düşününce… Çok ince bir hamle yapmış. Mark’ı yalnızlaştırmak için mükemmel bir fedakârlıktı. Helena’nın elini kolunu bağladı, reentegrasyon da tamam. Bir anlamda Burt’e de kavuşmuş oldu sanırım.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 6: Attila

Utkan: Dışardakini içerdekiyle aldatma noktasına geldik! Dylan’ın içteki ve dıştaki hâllerinin bu kadar farklı olması da ilginç. Doğuştan gelen karakter özelliklerimiz ile çevresel faktörler ve yaşam tecrübelerinin insanı yontma oranlarını tartışmaya açacak bir durum. “İnsanı insan yapan nedir?” sorusu. Dıştaki Dylan gayet domestik bir hımbıl gibiyken; içteki çalışkan, cesur, duygusal, akıllı. Çok daha iyi. Bu kadar farklı insanlar olmamalılar diye düşünürsün aslında. Bir yandan da hayatımızdan tecrübelerimiz atsak, biz de çok farklı insanlar olurduk herhalde. 

Meltem: Bu, bilim kurgunun çok uzun zamandır esas derdi zaten. Ama böyle işlenişini, aynı beden üzerinden kurulan bir çatışmayı ilk kez görüyoruz diye düşünüyorum hakikaten. Dylan’ın dışarıdaki hâlini ilk gördüğümüzde “loser” demiştim. Bir derdi olduğu belli, belki bir depresyon yaşıyor.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 7: Chikhai Bardo

Utkan: Gemma, Lumon’un testlerine neden katıldı? Bu testler işkence. Sonuçta insanların kendini rahat hissetmediği şeylerin tekrar tekrar yapıldığını görüyoruz –dişçiye gitmek, uçakta türbülans yaşamak ya da sıkıcı Noel kartları yazmak gibi. Ona nasıl ikna olduğunu net göstermediler, belki de hiç göstermeyecekler. Buraya geri döneceklerini pek sanmıyorum.

Meltem: Çocuk kaybının ne kadar güçlü bir motivasyon olduğu tartışılır ama yaşamadığımız bir şey olduğu için empati kurmak da zor olabilir. Yine de kabul etmek gerekiyor. İnsanların bu tür kayıplarla başa çıkamadığına dair pek çok hikâye var –oyuncak bebeği çocuğu gibi gezdirenler, bir ağaç dalını bebek yapanlar… Gerçekten insanın kimyasını bozabilen bir durum.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 8: Sweet Vitriol

Utkan: 37 dakika işte. Ama bana da uzun geldi. İkinci kez izlerken baktım. Daha iyi sinematografi ile daha film gibi yapsalar izlerim ama… Bu biraz 2010’larda popüler olan Amerikan çorak topraklarında geçen bağımsız filmler gibi. No Country for Old Men tarzı, Winter’s Bone gibi. Küçük kasabalar, geniş açık alanlar, sessiz karakterler…

Meltem: Cobel’e dönersek… Tek bir kişinin bu kadar bilgiye sahip olması tehlikeli. Eğer o bilgiyle bunları yaptıysa, Mark ve Devon’a neler yapmaz? Cobel bu kadar takip ediliyorsa neden daha fazla müdahale edilmedi? Ya da neden Mark daha az izleniyor? Hikâyedeki mantık boşlukları giderek büyüyor diye korkuyorum.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 9: The After Hours

Utkan: Geçen hafta hakkında en kötü konuştuğumuz bölüm olmuştu. Bu hafta da iyi konuşamayacağım maalesef. Kötü işçilik, kötü edit, aceleye getirilmiş yan hikâyeler… Sanki önümüzdeki haftanın büyük finalinden önce yan unsurları derdest edelim, aklımız oralarda kalmasın denmiş gibi. Sezon ortalarında kendini toparlamaya başladı diye düşünürken; dizi şu an iyice topallıyor. 

Meltem: Tutunmamızın en büyük sebeplerinden biri, herkesin yan karakter olmaktan sıyrılıp kendi hikâyesini derinleştirmeye başlamasıydı. Derken her şey tepetaklak oldu ve bizi tek bir odağa hapsetti. O da tatsız, sıkıştırdı bizi burada. Eğer sadece Mark önemli olacaktı ise buna ikinci sezonun sonunda varmamıza gerek yoktu. O yolu tek sezonda da kat edebilirdik.

Tamamını okumak için buraya.


Bölüm 10: Cold Harbor

Utkan: Çok giydirdik son birkaç bölümdür ama en başta söylediğimiz gibi orijinal bir fikir olması değerli tabii. Dış basında da buna vurgu yapılıyor. Bir video oyunu ya da kitap uyarlaması değil, bir franchise uzantısı değil. Buna çok değer veriliyor. Ama yorumlarda da hep bir çekingenlik, soru işaretleri var. Çok da iyi altından kalkamadılar. Özellikle üç sene gibi bir aradan sonra aceleye gelmiş gibi duruyor. Lisede dönem ödevini son haftaya bırakmak gibi…

Meltem: Herkes bir başarı elde etti aslında. Cold Harbor oldu, Gemma kurtuldu, Mark’la Helly kavuştu. Ama işte bölümün adından bahsederken de söylemiştik, tıpkı Cold Harbor savaşında olduğu gibi fazla kayıp verilerek elde edilen zaferler oldu gibi her iki taraf için de ne yazık ki.

Tamamını okumak için buraya.

  1. “Sözü devirince şiir olmaz ama neyse…”: SIRRI SÜREYYA ÖNDER (1962-2025)

    Türkü gibi günlere.

  2. Anı parçalarının pek de tatlı olmayan kısımları: ASUMAN TANYAŞ ve Kalıntı Kutusu

    “Çoçukluk hikâyelerimizdeki doğaüstü varlıkların doğaya karışmaları, içinde yuvalanmaları, her an rahatsız edebilmeleri bana cazip geldi.” 

  3. Bir ulusun hafızası MALICK SIDIBÉ'nin renkli çerçevelerden taşıyor

    Loose Joints’ten geçtiğimiz haftalarda çıkan Painted Frames kitabı, Malili fotoğrafçı Malick Sidibé'nin, cam boyama tekniğiyle çerçevelenmiş portrelerinden oluşuyor.

  4. NE DİNLESEK?: Bağımsız sahnede 2025

    Gündemlerin altında kalıp kaybolma riskine karşı 2025 yılı içinde şimdiye kadar yayımlanan bağımsız müziklerden bir derleme.

  5. Bir tür sezgisel şifa gibi: DERADOORIAN

    “Kendimi her zaman rahat alanımın dışına itmek ve yeni bir şey yaratmaya çalışmak istiyorum. Bazen bunun benim için iyi olduğunu hissediyorum ama belki dinleyici için değil.”

  6. Mesele biraz gülmek değil miydi?: GEORDIE GREEP

    "Her şeyi çok ciddiye alıyormuş gibi davranmaktan kaçınmak hoşuma gidiyor.”

  7. Güneş açtıran duygu kazısı: LORADENİZ

    İlk albümü Sun Shone'un yaratım sürecinde zihninde dolaşanları ve arayışlarını dinlemek üzere Loradeniz’le sohbete koyulduk.

  8. Kelimenin tam anlamıyla: HİSSİKABLELVUKU

    Cereyan’ın ortaya çıktığı koşulları, bu birlikteliğin açtığı yeni kapıları ve gelecek planlarını Hissikablelvuku üyelerinden dinledik. 

  9. Nereye gidiyoruz Edward?: Miguel Gomes ile bir GRAND TOUR sohbeti

    Miguel Gomes’in sekizinci uzun metrajı, bizi aşk kovalamacası gibi bilinmeyen bir yolculuğa çıkarıyor; zamanlar ve imgeler arasında gezinen bu hipnotik macerada kimse nereye neden gittiğini bilmiyor.

  10. Birlikte var olabilen ikilikler: SOUND DREAMS OF ISTANBUL

    “Filmin, bir saatlik bir müzik eseri gibi kendi ritmine sahip olmasını istedim; farklı dinamikleri barındıran, izleyiciyi sürekli merak içinde tutan, kimi zaman şaşırtan, kimi zaman gülümseten bir akış yakalamak benim için çok önemliydi.”

  11. Seyir defteri: SEVERANCE 2. sezon

    10 bölümlük ikinci "Severance" sezonuna, hafta hafta tuttuğumuz seyir defteriyle tekrar bakma vakti.

  12. Eterik kafes: SEVERANCE

    Lumon şirketinin, çalışanlarının zihnini ikiye ayırarak onların acı, zaman ve mekân hissinden yoksun bir "içsel" versiyonunu yarattığını biliyoruz. Bu hâl, eterin bedende yarattığı duruma neredeyse birebir denk düşüyor.

  13. Kaitlyn Dever, Isabela Merced ve Young Mazino cevaplıyor: THE LAST OF US 2. sezon

    "The Last of Us" evrenine birlikte adım atan oyuncular Kaitlyn Dever (Abby), Isabela Merced (Dina) ve Young Mazino (Jesse), set deneyimlerini anlatıyor.

  14. Kardeşlik denen girift yapı: Vuslat Saraçoğlu ve BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL

    Bir geçmiş ne kadar farklı hatırlanabilir?

  15. Funda Eryiğit ve Erdem Şenocak, ÖLÜ MEVSİM’i anlatıyor

    Funda Eryiğit ve Erdem Şenocak ile senaryoya yaklaşımları, yönetmen Doğuş Algün’le kurdukları yaratıcı iş birliği, karakterlerinin duygusal katmanları ve daha fazlasını üzerine bir "Ölü Mevsim" sohbeti.

  16. Yeniden başlayabilme ihtimali: Zeynep Köprülü ve Nazan Kesal ile SU YÜZÜ üzerine

    Zamanında yaşanması gerekenler ve yaşanamayanların ardından “Yüzleşmeli ve iyileşmelisin,” diyor Su Yüzü, “artık büyümelisin de sanki, kendi iyiliğin için…”.

  17. Yaşamla ilgili her şey: İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİ'nin geçmişi ve bugünü

    Özgür Balcı ve Zeynep Yüksel ile bu yıl 20. yaşını kutlayan festivalin doğuşunu, politik vizyonunu ve festival hafızasında önemli yer edinen Sırrı Süreyya Önder'i konuştuk.

  18. hmmm? - LUISA MIELENZ

    Duygu durumları, mekânlar, zamanlar ve kaydedilenlere dair sorular sorduk. Luisa Mielenz arşivinden fotoğraflarla yanıtladı.

  19. Künye

    .