Sporu tekniği-taktiğiyle değil, hikâyesiyle seven bir ekibin nevi şahsına münhasır dergisi Socrates, yayın hayatına merhaba dedi.


Sporun bilhassa her dalını sevdirmeye gönül veren Eurosport ekibinin elinden çıkan bir dergi düşünün. Dijital değil, bildiğiniz basılı dergi. En güzel hikâyelerin içinde, en yakın arkadaşını duvarlarına astıkları futbolcu, basketbolcu posterleri yapanların dergisi Socrates’in ilk sayısı nisan başında yayınlandı. Her sayfasına uzun uzun baktıran derginin ilk sayısı çıkar çıkmaz Caner Eler ile Onur Erdem’i yakaladık ve merak ettiklerimizi sorduk. O kadar güzel anlattılar ki, iyi ki sormuşuz. 

Image

Bağış (Erten) ağbi Socrates gibi dergi fikri olduğunu ilk ne zaman size söyledi? O an ne hissettiğinizi hatırlıyor musunuz?
Caner Eler: Yaz sonu olsa gerek, “N’aparız, yapar mıyız?” dedi. Biz de heveslendik tabii. Baksana, kaç ay geçmiş üstünden? O an ne hissettiğimi hatırlamıyorum tam olarak ama dediğim gibi; heveslenmiştim çok. İş gerçeğe bindiğinde asıl o zaman büyük bir heyecan hissetmiştim. Onu çok iyi hatırlıyorum.

Onur Erdem: Ben çok ciddiye almamıştım açıkçası. İki soru var çünkü burada: Can Yayınları neden dergi çıkartsın? Hadi çıkarttı, neden spor dergisi çıkartsın? Ölü proje diye çok heveslenmedim başta. Sonra aldı bizi bir toplantıya götürdü, gördük ki iş ciddi. O zaman heyecanlanmıştım bak.

Ekibin kurulma aşaması nasıl oldu? Kimin ne yapacağı, iş planı derken bir de yayınevi tarafı var tabi. Biraz bahsedebilir misiniz?
O.E.: Ya ekip üç aşağı beş yukarı belliydi de görev dağılımı, iş planı falan yoktu başta. Hâlâ da yok aslında, herkes her işi yapıyor. Ama şöyle bir şey var; herkesin uzman olduğu alan belli az çok, bir konu geldiğinde gideceği yer de belli oluyor böylece. Bisiklet ise konu Caner’le İnan var, basketbol Uğur Ozan’a gidiyor, eski-nostaljik konular İlhan’da mesela, Queen’e Sencer bakıyor, ben de Arsenal’la ilgileniyorum.

C.E.: Ekibin çekirdeği Eurosport Türkiye kadrosundan oluşuyor. Yıllardır beraberiz zaten. Dışarıdan Onur, Atahan, Kutay, İlhan, Burak ve Emir katıldı bize. Hepimiz birbirimizi tanıyoruz, iş dışında yıllara dayanan arkadaşlıklar çoğu. O yüzden insanları bir araya getirmek zor olmadı. Yayınevi tarafı ise bize tüm teknik, hukukî, maddi konularda destek veriyor. İçişlerinde bağımsız, dışişlerinde Can Yayınları’na bağımlıyız diyeyim özetle.

Image

En zor anlardan biri de şüphesiz derginin isminin konması olmalı. Ben aslında bir itiraf bekliyorum şu an. Aranızdan kim Socrates hayranıDerginin ismini Socrates koyalım ağbi” önerisinde kim bulundu?
C.E.: İtiraf sayılır mı bilmiyorum ama derginin isim babası Bağış Erten. Dergi projesi başladığından bu yana belli olan tek şey isimdi. Ama sadece Bağış Erten sevmiyor Socrates’i, bizler de seviyoruz. Nihayetinde şekli şemali, duruşu, niyeti bariz bir insan. Sevmemek zor.

Kahramanlar” temasıyla siftahı yaptınız. Belli ki bu bir seri olacak. Bununla başlamanızıözel bir nedeni var mı? Bundan sonraki sayılarda nasışekillenecek derginin temaları?
O.E.: Her ayın bir ana teması var, ilk sayıda dergide yarıya yakın bir içerik kapladı ama genelde üçte bir gibi bir oran planlıyoruz. “Merkez Kort” bölümün adı, başlarken de “Kahramanlar” teması üzerinden gidelim istedik. Zira bu konu, biraz da bu dergiyi neden yaptığımızı anlatıyor. Bizler bu oyunları teknik ve taktikle değil insanlarla sevmeye başladık. Dört-beş yaşında bir çocuk için istatistiklerin ya da dizilişlerin pek önemi yok, malûm. Ancak, izlediği bir maçta karşılaştığı bir insan, bir an ya da bir jest pekala o çocuğun o oyuna bağlanmasını sağlayabiliyor. O yüzden, biz de yola çocukken posterleriyle duvarlarımızı süsleyen, bizlere bu oyunları sevdiren “kahramanlar”la çıkalım istedik. İkinci sayının teması da “maç izleme deneyimi” olacak.

Ben biraz tasarımları da merak ediyorum. Kapak gerçekten müthiş güzellikte. Üç efsaneyi yan yana görmek, gerçekten çok keyifli. Aynı şekilde derginin içinde birçok yazıda illüstrasyonlar görüyoruz. Spora ilgisi olan biriyle mi çalıştınız? Böyle bir tercihiniz oldu mu “biraz sporu da seviyor olsun” diye?
C.E.: Derginin kurumsal kimliğini TBWA üstlendi. Buradan bu birlikteliğe aracılık eden Volkan Karakaşoğlu’na teşekkür edeyim öncellikle. Ardından da o söylediğin illüstrasyonların ve kapağın sahibi Hüseyin Sandık geliyor elbette. Aslında biz TBWA tarafıyla ilk görüştüğümüzde onların da sporla bu kadar ilgili olduğunu bilmiyorduk. Meğer Hüseyin bisiklet hastasıymış, öyle sadece izlemek falan da değil yani, bayağı sporcu adam. O da bizim şansımız oldu işte. Görsel yönetmenimiz Oya Çitçi var ayrıca, sayfaların büyük çoğunluğunda onun imzası var. Sporla ilgisi pek yoktu başta. “Taffarel kimdi, Galatasaraylı mıydı o?” düzeyinde diyeyim, siz anlayın. Ama birkaç ay içinde çok yol kat etti, bisikletçileri falan tanıyor şu an. Seneye Eurosport’ta işe yorumculuğa başlar.

Image

Düşünen spor dergisi” diyerek çıktığınız yolda başarmak istediğiniz ilk şey ne? Yani sizi işler iyi ya da kötü gitse de ne olması her şekilde mutlu ederdi?
O.E.: Kimseye saldırmadan, kimseyi kayırmadan, gerçekten içimize sinen, okunan, insanların ayırdığı zamana ve verdiği paraya lanet etmediği bir dergi yapalım yeter. Öyle büyük iddialarımız yok ama şu var; bir keresinde Belçika’da 10 bin nüfuslu bir kasabada alelade bir dükkâna girmiştim, meğer dergiciymiş. İçinde “dergi reyonu” olan bir yerden bahsetmiyorum yalnız, içinde sadece dergi olan bir yerden bahsediyorum. Silah dergisi var, 30 çeşit. Bisiklet dergisi var, 40 çeşit. Aklım çıkmıştı. Buraya dönünce de üzülüyorsun işte. Öyle bir durum yok, malûm. Biz de çok şikâyet ediyorduk eskiden, şikayeti bırakıp bir şeyler deneyelim dedik. Olur olmaz, zaman gösterecek. Ama insanlara yurtdışında görünce mutlu olduklarına benzer bir şey sunabilsek burada, fena mı olur? Olmaz yani, derdimiz, niyetimiz de bundan ibaret.

Socrateste futbol, bisiklet, boks, tenis, basketbol ve daha birçok spor dalına ait enfes yazılar var. Aslında tam anlamıyla bir spor dergisi olduğunu bu anlamda da çok iyi bir şekilde hissettiriyor. İlgilenilmeyeceğini düşündüğünüz spor dallarına dair yazılar koymakla ilgili bir çekinceniz oldu mu? Bu olmaz” deyip de koymaktan vazgeçtiğiniz yazılar mesela?
C.E.: Başta dedim ya, ekibin çoğu Eurosport altyapısından. O yüzden, o uzaktan bakılan sporlar aslında bizim çok yakınımızda. Yakın olunca da seviyorsun. Her şey için geçerlidir bu. Bugüne kadar, atıyorum, kayakla atlamayla insanları buluşturamamışsın demek. Beysbolu anlatamamışsın, insanlar da uzak kalmış. Öyle olunca da hâliyle “Halk bunu istemiyor” noktasına varıyor mevzu ama ben buna inanmıyorum. İyi ve doğru şekilde sunduğun her içeriğin alıcısı oluyor. Biz Eurosport’ta ilk bisiklet anlatmaya başladığımızda günde bir e-mail belki geliyordu. Şimdi yayın sırasında Twitter üzerinden gelen sorulara yetişemiyoruz. O yüzden insanların ilgilenmesi ya da ilgilenmemesi gibi bir çekincemiz yok. Güzel bir hikâye olduğu sürece her spora yer verebiliriz.

Dergide yer alan her bir yazıya nevi şahsına münhasır diyebilirim çünkü mesela Uğur Yücel, Muhammed Ali hakkında yazmış veya başka bir sayfada Gabriel Garcia Marquezin bisikletle ilgili bir yazısı var. Dergini konularını seçerken, nasıl bir yol izlediniz? Örneğin, Uğur Yücelin öyle bir yazı yazabileceğini nerden biliyordunuz?
O.E.: Bilmiyorduk. Şansımız yaver gitti. Muhammed Ali’yi birisine yazdırmak istiyorduk ama kime yazdıracağımız noktasında tıkanıyorduk. Dedik ki Ali’yi zamanında izlemiş biri olsun, gecenin köründe Ali’nin maçı için uykusunu bölmüş bir çocuk olsun, güzel bir insan olsun, kalemi düzgün olsun, olsun da olsun… Sonra baktık, bu filtreden geçen insanların sayısı belli. Biri de Uğur Yücel işte ama nasıl ulaşacağız? Ayşim (Özgür) var, o tanıyordu Uğur Yücel’i. Rica ettik, “Sorar mısın?” dedik, sordu ama biz o sıralar kendisinin zamanında boks yaptığını falan bilmiyoruz. Denk geldi yani, çok denk geldi. Biz bir filtre yaptık kendimizce ama bu kadarını biz de beklemiyorduk; meğer Türkiye’de Ali’yi yazabilecek en iyi iki-üç insandan birine gitmişiz. Kendisine buradan da teşekkür etmiş olalım, yeri özeldir.

İnternetin hayatımızın neredeyse tamamını işgal ettiği bir hayat düzeninde, dijital yerine eski usûl bir dergi yayımlamak tamamen cesaret isteyen bir şey. Siz böyle bir şey yaparak, başkalarına örnek olmak gibi bir misyon taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
C.E.: Örnek olmak gibi bir misyonumuz yok ama biz tutunabilirsek belki başkalarına cesaret veririz, o da bizi fazlasıyla mutlu eder.

Ülkemizdeki spor algısında fark yaratmak veya biraz da olsa vizyonu değiştirmek adına Socratesin bir katkıda bulunabileceğine inanıyor musunuz? Yoksa sadece yer verdiğiniz spor dallarıyla ilgilenen, zaten sizi takip edip, bilen kişilerin bu dergiyi alacağını mı düşünüyorsunuz?
C.E.: Katkı şöyle olur belki; yaptığımız işi sevip değer veren insanlar, bizden uzak duranlara ulaşmamızı sağlar, o ulaştığımız her kişi de bizim için artı değer olur. Ama “vizyon değiştirmek” ve “ülkenin spor algısında fark yaratmak” falan çok iddialı söylemler. Kendimize ne kadar yer açabilsek, o kadar iyi diyelim.

  1. Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, bize gezdiklerinizi çizin: They Draw & Travel

    Haritaların sihirli dünyasına hoş geldik.

  2. İran politik tarihine bir de buradan bakın: Sheida Soleimani

    “Ergenliğin son yıllarına kadar hep katı bir şekilde İranlı olduğumu düşündüm ve Amerikalı olma fikrini reddettim. Büyüdükçe fark ettim ki, benim aklımdaki İran fikri, aslında batılı bir merceğe göre şekillenmişti.”

  3. Bir yol gösterici olarak “Serpent”: Baysan Yüksel

    “Yılan, çok anlamlılığı açısından tam da hayatın kendisindeki çelişkileri karşılıyor benim için. Döngüsel ve kültürlerarası bir şekilde negatif ve pozitif olarak anlam değiştiriyor. Hatta aynı kültürün içinde bile bu çift kutupluluğu barındırıyor."

  4. Küresel haberlere farklı gözler: Politik beslenme çantası

    İllüstrasyon: Sadi Güran

  5. “Taraflıyız ve bir gündemimiz var”: Joris Leverink

    Röp: 13melek

  6. Yasemin Mori’yle şarkı şarkı ‘’Finnari Kakaraska’’

    Kara deliklerden çıkıp Yasemin Mori'ye yeni albümü Finnari Kakaraska'yı şarkı şarkı sorduk ve çınarların gölgesine uzandık. Berat Pekmezci çizdi.

  7. Şarkı şarkı Ars Longa ve ”Günler”

    Ezeli ve ebedi "söz"leriyle Ars Longa’ya yeni albümü "Günler"i şarkı şarkı sorduk. Yağız Yılmaz çizdi.

  8. Ruh hâlleri ve atmosfere odaklanan sesler: Jacco Gardner

    Sürreal bir yaklaşım ve melodik popu kendine has bir şekilde kesiştiren Jacco Gardner’in ikinci albümü sahiden heyecan veriyor.

  9. Sevginin çoklu hâli: Unknown Mortal Orchestra

    “Çalışmalarımız adına durgun zamanlar geçirmek veya eskiden yapılan çalışmalara gölge düşürecek bir sürece girmektense grubu dağıtmak ve iyi zamanlarımızı hatırlamak bana her zaman daha iyi gelmiştir.”

  10. Danielle de Picciotto’dan “yuva” fikrine saygı duruşu

    İlk solo albümü için doğru zamanı yakalayan De Picciotto, yıllar sonra doğduğu yeri ziyaret ediyor.

  11. Kadınlar elektronik müzik için “baskılıyor”: DJ Mo

    “Kadınlar yalnızca erkeklere kıyasla kendilerini eleştirmeye çok daha yatkınlar ve bu nedenle çoğu zaman insanlarla müziklerini paylaşmadan önce yıllar boyu stüdyolarında çalışıyorlar.”

  12. Karanlığın içinden eve kaçmak: RAN

    Önceki sayfalarda Mo Loschelder’le Berlin, tekno kültürü ve kadın prodüktörler üzerine konuşmamızın ardından, şimdi bir süredir Berlin’de yaşayan genç bir kadın prodüktörün, Ran’ın dünyasını ziyaret ediyoruz.

  13. Dans, soğuk ve bazen bolca üzgünlük: She Past Away

    “Yeni albümde hissiyat olarak pek bir değişiklik yok. Belki biraz yavaşladığımızı ve daha kontrollü olduğumuzu söyleyebilirim.”

  14. Kot-tişört gezen bir albüm: Palmiyeler EP

    “Duvarlarımıza poster astığımız zamanlarda, benim odamda Kill'em All posteri, Tarık’ın odasında da Fedon posteri vardı. Gerçekten…”

  15. Hal Hartley’le röportaj yapmanın tarifsiz mutluluğu

    Hartley, Henry Fool’un ne kadar büyük bir aptal olduğunu, zekânın ana akım kültürde ne kadar yüzeysel kullanıldığını ve kendi filmografisinden en sevdiğini kısa ve net cümlelerle anlattı ve kendisine olan hayranığımızı katmerledi.

  16. Kamera önünden arkasına: Yönetmenlikte iddialı 12 oyuncu

    Beyazperdenin oyuncu-yönetmenleri arasına, bu ay bizde de gösterime giren ilk filmi Lost River’la Ryan Gosling de giriyor. Bize de fırsat bu fırsat deyip, oyuncu-yönetmenlerin dünyasını didik didik etmek düşüyor…

  17. Barış Atay ve Funda Eryiğit ile ‘’Eksik’’ üzerine

    “Neye inanmamız gerektiğini, nasıl düşünmemiz gerektiğini söyleyen yapıtlar objeleşmeye, bir ideolojinin ya da siyasi sistemin malzemesi hâline gelmeye açık olurlar.”

  18. Akıl kaçırmak için yeni neden: ‘’Ex-Machina’’

    Alex Garland’ın yönettiği ve geçtiğimiz ay dünya prömiyerini gerçekleştirdiği SXSW’de bilim-kurgu hayranlarını yepyeni tartışmalara gark ederek heyecandan çıldırtan Ex-Machina, bir film değil, bir mesele olarak ele alınmayı hak ediyor.

  19. Korkunç bir atmosfer harikası: ‘’It Follows’’

    Amerikan bağımsız sinemasından çıkan yakın tarihli atmosferik korku gerilim furyasının son meyvesi It Follows, sakin ve derinden yaydığı tedirginliği, tüm bir seyir boyunca seyircisi üzerinde egemen kılan, şaşırtıcı bir film.

  20. Niyeti bariz dergi: ‘’Socrates’’

    Sporu tekniği-taktiğiyle değil, hikâyesiyle seven bir ekibin nevi şahsına münhasır dergisi Socrates, yayın hayatına merhaba dedi.

  21. Mobil, özgün, herkesin: ‘’H-art Collective’’

    “Bizce etkileyici fotoğraf çekmek, onun neyle çekildiğine bağlı değil.”

  22. Heartland: Amerika’nın Kalbine Bir yolculuk

    Tommy Hilfiger 2015 İlkbahar / Yaz Kadın Koleksiyonu Heartland, renkli, rahat çizgisiyle gerçek Amerikan stilini yansıtıyor. Üç farklı temadan oluşan koleksiyon,

  23. Libertango

    Hikaye ve çizgi: Sadi Güran

  24. Kırık çıkık

    Hikaye ve çizgi: Furkan Birgün

  25. Tomurcuk

    Hikaye ve çizgi: Merve Atılgan

  26. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler