27 Kasım’da Babylon’da sahne alan Emily Wells, müzikseverlere eşine kolay rastlanmayan o dört dörtlük konser deneyimlerinden birini yaşattı. buralara kadar gelmişken, biz de röportaj yapma fırsatını kaçırmadık.


Emily Wells her tarafından yetenek damlayan o ender insanlardan biri. Müzikal bir atmosferde doğup, büyüyen Emily Wells uzun zamandır bu yeteneğini parlatmakta. O yüzden muhteşem bir sound ortaya çıkarması sürpriz değil ve sürekli gelişen müziğiyle de dinleyiciyi aynı şekilde şaşırtmaya devam ediyor.

Müzikle dolu bir evde büyüdünüz. Küçükken ne tür ezgilerle tanıştırıldınız ve müzikle iç içe büyümek nasıl bir şey idi? 
Babam vaizdi bu da klasik müzikle çok fazla ilgili olduğu anlamına geliyor. Tabiî bu dine bulanmış bir müzik. Ama sonuç olarak bu tutkusu müziğin güzelliğini, odanın akustiğini, koronun seslerini ve orgun kalitesini keşfe doğru evrildi. Çok küçükken klasik keman öğrendim. Annem hiç bıkmadan beni her derse taşıdı ve piyanonun başında kulaktan, sonsuz sayıda melodi öğrenmem için benimle beraber oturdu. Bu nota öğrenmemden çok daha önceydi.

Müzik kariyerinizde belirleyici olan bir çocukluk anınız var mı?
Dört yaşındayken Midori isimli 14 yaşında bir çocuğun, Johnny Carson Show’da bir Vivaldi keman konçertosu çaldığını görmüştüm. Böylece keman çalma fikri bende bir saplantıya dönüştü. Bıkıp usanmadan ailemi ta ki beni ilk dersime götürene kadar bunalttım. Çoğu erken dönem anılarım ışığın bir odada nasıl göründüğü, erkek kardeşim veya piyano ya da kemanımla nasıl ilişki kurduğum etrafında dönmüştür. 

Neredeyse en başından beri müziğinizde bir DIY yaklaşımı var. Hattâ çoğundan erken dönemden beri davetler almanıza rağmen bir plak şirketiyle anlaşma yapmayan nadir insanlardansınız. Bu tavrınızın sebebi özgürlüğünüzün peşinde olmanız mı yoksa kontrol endişesi mi? 
Özgürlük/kontrol? Tam olarak emin değilim. Son çalışmamda benimle beraber çalışan bağımsız bir etiket vardı ama oraya da çalışmanın bitmiş hâliyle gittim. Yani yaratıcı özgürlük benim için asla sorun teşkil etmedi… Özgürlük, dağıtım ve promosyonla ilgili detayları düşünmeden iş yapabilme özgürlüğü olduğu kadar bir plak anlaşmasından bağımsız olma özgürlüğü de aynı zamanda.

Bize biraz stüdyonuzdan bahseder misiniz? Orada neler oluyor, çalışma alanınızın olmazsa olmazları nedir?
Şu anda stüdyomda iki büyük pencere ve o pencerelerden gün boyu gelen çok güzel bir ışık var… Enstrümanlarım ve topladığım bazı mikrofonlar, eski bir Gibson tüplü amplifikatör, Fostex Spring bir reverbim var. Ortamda gün geçtikçe arapsaçına dönmüş kablolar ve amansız bir müzik kovalama durumu. Ayrıca 10 yaşındaki pitbullumu bir yerlerde uyuklarken bulabilirsiniz. Artı olarak birçok kitap, kupaların yanında yanlışlıkla abone olduğum ama yığınla okunmamış dergi; çay, kahve ve viski bardakları var.

2012’de, Partisan Records’dan Mama’yı çıkardıktan sonra bir yılınızı albümü çok daha basit bir sounda, vokal ve gitarla yeniden keşfetmeye adadınız. Mama’nın akustik versiyonu yine Partisan Records’dan 2013’te çıktı. Bu vokale odaklanan keşif yolculuğu nerden çıktı? Bu süreçte kendiniz ve müziğinizle ilgili ne keşfettiniz?
Bu kasten yapılmış bir şey değildi ama tüm bu süreç beni büyüledi. Bir şarkı nedir? Ses nedir? Bunlar cevaplanması gereken çok basit sorular. Kendimi odasında kendinden vücut bulan şarkılara, gitar bölümleri yapan bir ergen gibi hissettim… Benden vücut bulan parçalar… Hani ergenken yaparsın ya… Kendini müziğe bağlarsın. Albüm kendiliğinden oluştu ve akustikleri kaydederken ben sadece kemiktim. Bilirisiniz güneşte bir süre kaldıktan sonraki gibi… Şarkılar öyle tınlıyor ve ben bu huzuru seviyorum; hâlâ iskelet olmalarını ama zaten ölümle bir derdim olmayacak kadarını biliyorum artık…

Mama‘da şarkıların farklı versiyonlarını dinlerken neler hissediyorsun?
Albüm çıktığından beri pek fazla dinlemedim… Ki bu pek beklenmedik değil… Aslında bunlar  gerçekten ilk çıktığı zaman dinleyebileceğim remiksler. Çünkü artık katkıda bulunan kişiyi içeriyor ve orijinal kayıtları dinlerken hissettiğim tanıdık, yoğun duyguları hissedemiyorum.

Aynı zamanda Chan-woon Park’ın son filmi Stoker için “Becomes The Color” diye bir parça yazdın. Filmi henüz izlememişler olanlar için spoiler vermekten kaçınıyorum fakat Park’ın diğer işleri gibi sonunda doruğa çıkaran oldukça titiz bir iş. Film hakkında ne düşünüyorsun ve kapanış müziğini yazma aşaması nasıl geçti?
Yapım sürecinden büyülendim. Park kesinlikle ne istediğini biliyor fakat aynı zamanda birlikte çalıştığı artistleri özgür bırakarak oyuncuların, bestecilerin, sinemacıların vs. yapım aşamasında  yaratıcı olmalarına sağlıyor. Diğer bir deyişle çalışma arkadaşlarının bu yolu kendi bulmalarını sağlamak için onlara kendilerinin sahip olduklarından bile daha fazla genişlik tanıyor.

Senin için rahatlıkla tek kişilik bir grup diyebiliriz. Çok geniş ve kapsamlı bir enstrümantal repertuvarın var. Önceden kaydedilmiş sesler yerine performanslarında canlı loop ve sample’lar kullanmayı tercih ediyorsun. Bu da dinleyicilerin tabaka tabaka bir parçanın ortaya çıkmasına tanık olacakları çok özel bir dinleme deneyimi oluyor. Bir parçayı bu şekilde inşa etmek senin için nasıl bir deneyim peki? 
Bu tarz bir performansa ilk başladığım zaman sahneye daha çok ses taşımaya çalışıyordum. Ayrıca canlı performanslarımda beceriye dayalı deneyimleri ön planda tutuyordum. Bir süre sonra arzulanan deneyim değişti. Seyircinin aşamaları anlamasını istediğim sırada onların ilk on dakika içinde her şeyi unutmalarını da istiyorum. Gerçekten sample mı yapıyorum ya da loop mu diye düşünmelerini istemiyorum; bu seslerdeki deneyimin herhangi bir piyano resitalinde ya da rock’n’roll grubu konserindeki gibi değil sadece duygulara odaklanmasını istiyorum.

Canlı bir müzik oluşturuyor olmak yanı sıra bir konseri iyi bir performans haline getiren nedir? Ve de tam tersi kötü hale getiren?
Seyirci ile bağlantı kurmak her şeydir… Onunla beraber ne kadar küçük ya da garip bir  mekan olmasının önemi kalmaz, sen yanıyorsundur. Onsuz ise hiç uçamazsın.

Bildiğim kadarıyla gezmeyi seviyorsun. Yaptığın geziler müziğini nasıl etkiliyor?
Gezmeyi seviyorum ama bunun için evim dediğin bir yer ve hayatın bir süre aynı görünmesi gerektiğini öğreniyorum. Her yerde insanlarla bağlı kalmanın, bir yeri öğrenmenin en kolay yolunun da en küçük etkileşimler olduğunu anladım. Bu tip incelikler müziğin içinde her zaman kendilerine bir yol bulur.

Bugünlerde ne üzerine çalışıyorsun? Yeni projelerin, albüm planların var mı?
Yeni yazdığım bir kaydı tamamlamak üzereyim, son birkaç ayımı kaydetmekle geçirdim.  Bir kaç ay önce Richard Brautigan’ın hayatını anlatan bir film müziği yaptım. Ayrıca aşk, arzu, vücut, insan doğasının etkileşimi üzerine sorulan soruları “college rap” sözler sayesinde yanıtlamaya girişen bir başka remiks /sanat çalışması üzerinde çalışıyorum.

Stüdyonda ya da turnede değilken neler yapıyorsun?
Stüdyo ya da turnenin dışında zaman var öyle mi? Ha! Böyle düşünmek istiyorum fakat nasıl eğleneceğimi öğrenmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımla vakit geçirmeyi, okumayı, koşmayı ve köpeğimle vakit geçirmeyi seviyorum, harikulâde bir şehir olan New York’u deneyimliyorum.

Son zamanlarda keşfettiğin müzisyen ya da gruplar nedir? Ya da herhangi bir favorin var mı?
Geçen hafta Airwaves adında bir grubu izledim ve onların “Knockout” parçasına âşık oldum.


https://www.youtube.com/embed/IynsKv2RUgk
Emily Wells Babylon konseri öncesinde Robinson Cruose’de minik bir akustik performans da gerçekleştirdi. 

  1. Beş yıl önce on yıl önce

    1 Aralık 1913100 yıl önce bugün Belkıs Şevket tek motorlu üstü açık uçağa binen ilk kadın oldu ve İstanbul üzerinde uçarken aşağı attığı kartlarla Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Derneği (Kadın Haklarını Savunma Derneği) adına bildiri dağıttı. 2 Aralık 194370 yıl önce bugün, Varlık Vergisi’ni ödemedikleri için 1943 başından itibaren Aşkale ve Sivrihisar’daki çalışma kamplarına gönderilen ve yüzde 87’si gayri Müslim olan mükelleflerin serbest bırakılmasına karar verildi. 3 Aralık 197340 yıl önce bugün Pioneer 10 aracı Jüpiter’in ilk yakın çekim fotoğraflarını gönderdi.;(http://planetimages.blogspot.com) 6 Aralık 20085 yıl önce bugün 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos’un iki polis tarafından öldürülmesiyle 2008 Yunan isyanı başladı. (libcom.org)

  2. Big Brotherın bizi izlediği doğruysa: Simon Menner

    Top Secret isimli kitabında Stasi arşivinden akıl almaz karelerle Doğu Almanya hükümetinin gözetleme operasyonuna bir iç bakış sergileyen sanatçı Simon Menner ile sohbet ettik. Alman fotoğrafçı Simon Menner, gözetleme konusunda oldukça meraklı. Küratörlük görevini üstlendiği son kitabı Top Secret: Images from the Stasi Archives, Doğu Almanya hükümetinin şaşırtıcı büyüklükteki gözetleme operasyonunu konu ediniyor. Arşivdeki milyonlarca belgenin arasından seçilmiş fotoğraflardan oluşan kitapta insanların nasıl takip edileceğinden dövüş tekniklerine, sahte bıyık takma önerilerinden daire aramalarına kadar her şey mevcut. Fakat görüntülerin yakın tarihten gelmesine rağmen, Top Secret bir anda hem tanıdık, hem de oldukça yabancı bir dünyayı yansıtıyor; bugüne de şüphesiz ilginç bir ışık tutuyor. Gözetim ve

  3. Ethem Onur Bilgiç ve Tatlı Kabuslar

    Bant Mag. illüstratörlerinden Ethem Onur Bilgiç, 3 Aralık salı günü Tatlı Kâbuslar adlı ilk kişisel sergisini Milk Gallery’de açtı. Sergiden önce bir başka çizer Sedat Girgin, hem sergi hem de Ethem’in estetik algısı üzerine merak ettiklerini sordu. Sedat Girgin: 3 Aralık’ta ilk kişisel sergini Milk Gallery’de açıyorsun. Nedir bu serginin adı? Ethem Onur Bilgiç: Serginin adı Tatlı Kâbuslar. Sedat Girgin: İşlerin küçük bir kısmını önceden gören şanslı insanlardan biri olarak yazıyorum, işlerin bir seri olduğunu söylemiştin. Nedir bu seri? Neyi anlatıyorsun? Anlatırım demiştin. Kısmet burayaymış. Ethem Onur Bilgiç: Ufaktan bahsettiğim gibi, rüyalarımda gördüğüm ve ufak ufak not aldığım biraz saçma biraz garip biraz da ürkütücü öyküler

  4. Homofobinin yasalaştığı topraklarda büyüyen çocuklar: Children 404

    Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeseli uluslararası platformda destekçilerini arıyor. 2013 yazı Gezi Parkı olayları neticesinde Türkiye tarihinde gördüğü en coşkulu ve kalabalık LGBT onur yürüyüşünü yaşarken komşu Rusya’dan gelen ve ulusal homofobiyi meşrulaştıran anti-gey propaganda yasası kalbimize kara gölgeler düşürmüştü. Aradan aylar geçti ve her nasıl Türkiye’de Gezi Parkı direnişinin meyvelerini görüyorsak, Rusya’da da bu anti-gey propaganda yasasına karşı başlatılan direniş de meyvelerini vermeye başladı.  Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeselinin ekibi var olan yasal baskı nedeniyle anonim kalmak durumunda, ancak belgesel için yardım toplamaya çalışan Kanadalı proje ortağı

  5. Manzaralar: Koray Kantarcıoğlu

    Fezada süzülen dağlar, patlayan kozmos, atomlar, zerreler, pikseller ve sonsuzluk.

  6. "O çöpü biz düzgün hale getiririz": Don Kişot Evi

    Don Kişot işgal evinin hikâyesini ve bu hareketin temel pratiklerini hem ev hem de atölyesinin manzarasının buraya baktığı sanatçı Talat Doğanoğlu ile konuştuk.

  7. Demonation Festivali No:4

    Üretimlerini bağımsız şekillerde ve ticari kaygılardan muaf olarak sürdüren müzikleri bir araya getiren Demonation Festivali, dördüncü senesi itibariyle hem gelenekselleşmiş, hem de Bant Mag. olarak en favori organizasyonlarımızdan biri. 4-5 Ocak tarihlerinde Babylon’da gerçekleşecek festivalde sahne alacak isimleri daha yakından tanımak için onlara birkaç soru yönelttik.

  8. The Cribs’den nasihatler var

    The Cribs’in 6 Kasım’daki adrenalin yüklü Tokyo konserinin ardından, Louder Than War ekibinden Katie Clare ve The Cribs’in hem solisti hem basçısı olan Gary Jarman, grubun yıldönümü albümü, müzikal zevkleri, ve sakalları hakkında konuşmak üzere buluştu...

  9. 10 kaplan gücünde bir müzisyen: Emily Wells

    27 Kasım'da Babylon'da sahne alan Emily Wells, müzikseverlere eşine kolay rastalanmayan o dört dörtlük konser deneyimlerinden birini yaşattı. buralara kadar gelmişken, biz de röportaj yapma fırsatını kaçırmadık.

  10. Red Bull Music Academy Radio Festival rehberi

    Dans etmeden duramayacağınız yepyeni festival hakkında bilmeniz gerekenler

  11. Bir Berlin seyahatinden sahneler ve eski efsaneler

    Kadınlar için uluslararası bir network olarak işleyen female:pressure’ın düzenlediği, ses teknisyeninden organizatörüne, katkıda bulunan herkesin kadın olduğu Perspectives Festival için Berlin’e giden Yeşim Tabak’ın kaleminden izlenimler; buram buram Berlin, inşaat ve “kızlar” kokulu bir yazı…

  12. Dijital veri ve ederi: Streaming ve ötesi

    Müzik ekonomisi incelemelerinde bu ayki konumuz; günümüzün en yaygın müzik dinleme yöntemi “streaming”, yani bir şarkıyı bilgisayara indiremeden internet üzerinden dinleme.

  13. Müzik insanları “streaming” hakkında ne düşünüyor?

    Müzik ortamından farklı insanlara “streaming” alışkanlığı, pratiği, ekonomisi ve etiği hakkında ne düşündüklerini sorduk. Konu üzerine deneyimlerini bizle paylaşmalarını istedik.

  14. Bambaşka bir albüm deneyimi: Görsel albümler

    Müziğin görselle desteklenmesinin etiği daha yıllarca tartışılacak gibi duruyor. Bugüne kadar bu tartışmaya nokta koyan olmasa da karşımıza çıkmış en tatmin edici örnekleriyle görsel albümleri masaya yatırıyoruz.

  15. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada.

  16. Müziğe dair kısalar

    İnsanların, inandıkları şeyin tam tersini savunan şarkıları sevebilmesinin inanılmazlığı ve sanatta taklite yönelik kısa yazılar...

  17. Bu Ay Ne İzlesem

    Sinema salonlarında Başka Sinema’nın ön ayak olduğu bağımsız film canlanmasının etkisini sürdürdüğü aralık ayında, vizyonda görmek için gün saydığımız çok sayıda filme kavuşacağız.

  18. Türden Türe, Daldan Dala Konan Üç Yönetmen

    Her çektiği filmle, başka bir türe, epey farklı dünyalara yolculuk eden yönetmenlerden François Ozon ve Spike Lee’yi bu ay vizyonda ağırlıyoruz. Onlara, geçtiğimiz Filmekimi’nde The Look of Love’la karşımıza çıkan Michael Winterbottom da eklenince, daldan dala konan bu yönetmenlerin ne işler karıştığını didiklememek olmazdı…

  19. Hiç Kimsenin Favori Oyuncusu: Keanu Reeves

    Resmen Hollywood’un mundar ettiği bir simayı, hiç kimsenin her gece yatağa onu düşünerek girmediğine neredeyse emin gibi olduğumuz Keanu Reeves’in kulaklarını, bu ay bizde de gösterime giren yeni filmi 47 Ronin’e rağmen kimse çınlatmıyordur kesin, bari en azından biz çınlatalım dedik.

  20. Beyazperdenin Yalnız Karakterleri

    Geçtiğimiz ay gösterime giren All is Lost’ta azgın dalgalara karşı tek başına ayakta durmaya çalışan ve tüm bir filmi yalnız başına sırtlayan Robert Redford’u izleyince, beyazperdenin yapayalnız karakterleri etrafında şöyle bir gezinelim dedik.

  21. Çıfıt

    Görüyoruz-beğeniyoruz, dinliyoruz-ilgileniyoruz, yiyoruz-bayılıyoruz, okuyoruz-şaşırıyoruz, sonra da sizinle paylaşıyoruz.

  22. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] sorumlu yazı işleri müdürü J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın koordinatörü