Müzik ortamından farklı insanlara “streaming” alışkanlığı, pratiği, ekonomisi ve etiği hakkında ne düşündüklerini sorduk. Konu üzerine deneyimlerini bizle paylaşmalarını istedik. 


David Brown (Müzisyen – Brazzaville):
Streaming’in artıları ve eksilerine çok hâkim değilim. Geçenlerde David Byrne tarafından yazılmış bir makale okudum. Spotify’ın sanatçılara haksızlık ettiğini, fakat büyük plak şirketleri için kötü olmadığını söylüyordu. Dinleme başına çok az ödeme yapıyorlar (bu da sanatçıyla paylaşılan tek gelir), ancak büyük plak şirketlerine kârdan pay vermek gibi bir uygulamaları var. Bu epey yüklü bir miktar olabiliyor ve hiçbir şekilde sanatçılarla paylaşılmıyor.
Fakat bu demek olmuyor ki dinleyicilerin Spotify’ı boykot etmeleri gerektiğini düşünüyorum… Kesinlikle öyle düşünmüyorum. Spotify bir gerçeklik ve bu gerçeklik yok olmayacak. Dolayısıyla bir sanatçı olarak benim işim bunu kabullenmek ve bunu nasıl lehime çevirebileceğimi keşfetmek. Olumlu tarafından bakacak olursak, müziğiniz, streaming servisi kullanmasa asla sizi duymayacak milyonlarca kişiye ulaşabiliyor. Kısacası bence bu servisler ne iyi ne de kötü. Onları en doğru tanımlama biçimi, çoğu insanın bundan böyle müziği keşfedip dinleyeceği birer araç görevi görmeleri. Bu yüzden benim gibi insanlar çok şikâyet etmeden onları kabullense iyi olacak bence. 

Murat Ertel (Müzisyen – Baba Zula):
Ben hem Spotify hem Deezer üyesiyim. Altı tane de müzik dergisine aboneyim. Onları okurken bilmediğim pek çok müzisyeni ânında bulup öyle okuyorum, yazıları aklımda kalıyor, öğreniyorum. Eskiden bilgiye ulaşmak çok güçtü ama daha kıymetli idi. Elimde tüketebileceğimden çok daha fazla mal var; binlerce plak, kaset, bant, CD, DVD ile çevrilmiş durumdayım. Satın alma hızımı yıllar önce düşürdüm ama buna rağmen daha hiç dinlemediğim yüzlerce fiziksel albüme sahibim, dijital albümleri saymıyorum bile…
Bu yeni düzen sanatçılara yaramıyor ama düzeni kuranlara, plak şirketlerine ve tüketicilere çalışıyor. Bu kurulu düzene yeni ürünlerde direnmek ve sanatçı dostu alternatiflerde buluşmak gerek. Eski ve şirketlere satılmış albümler için yapacak pek fazla şey yok, plak gibi ya da kitaplı CD gibi sanatsal nesneler daha ilgi çekici.
Biz her zaman kendi kayıtlarımızı kendimiz yaptık ve bağımsız şirketlerle çalıştık. Bizim için önemli olan, müziğimizin insanlara ulaşmasıydı, hiçbir zaman okuduğumuz gibi büyük miktarlarda telif ya da avanslar söz konusu olmadı. O yüzden bu sistem bizim için daha iyi görünüyor, hiç olmazsa daha çok insana ulaşabiliyoruz.
Teknolojik devrimin hızlanacağını ve sanatçıların bu durumdan ilham alacağını düşünüyorum. Büyük müzik şirketlerinin son çırpınışları bu zamanlar, takipte kalmak gerek, pek yakında ilginç birşeyler olacak gibi… 

Alan Bishop (Müzisyen – Sun City Girls, Sublime Frequencies plak şirketi kurucusu):
Müziği “stream” etmek bir illüzyondan ibaret. Aslında öyle bir şey olmuyor. Müziği “stream” ettiğinizi düşünüyor olabilirsiniz, ama işin aslı şu ki hiçbir şey yaptığınız yok. Hiçbir şey! 

Barış Akpolat (BirGün Cumartesi Koordinatörü):
Hem Deezer hem de Spotify’ı premium plus özelliğiyle kullanan biri olarak söylemeliyim ki çok faydalı buluyorum. Sürekli yeni müzik keşfetmeye çalışan biri olarak karşıma yeni öneriler çıkartması hoşuma gidiyor. Bunun yanında ikisini de paralı kullandığım için içim rahat. Ama içinde arşiv yapmak gibi derdim yok, neticede streaming servislerinde 30 albüm dinlediysem gidip elbet birkaç tanesini plak formatında ediniyorum. Streaming’e karşı olmayı mantıklı bulmuyorum. Müziğin geleceği olarak gördüğüm bu yapı pek çok keşfedilmeyi bekleyen müzisyenin şöhretine yardımcı olacaktır. Bununla birlikte Thom Yorke’un (Radiohead) Spotify’ın genç müzisyenlere vermesi gerektiğinden az hak verdiği için yaptığı eleştirileri de doğru buluyorum ama kesinlikle doğrudan karşısında değilim. Son olarak streaming servislerinin hâlihazırda biraz bizim gibi eski kafalı plak dinleme alışkanlığına sahip insanların yapısını değiştireceğine inanmıyorum. Herkes yeni müzik dinler ve gerçek müzikseverler her zaman kitapçıkları okuyup CD’lerini silecek, plaklarını düzenleyecek ve müzik dinlemeye devam edecektir. Bununla büyüyen çocuk ve gençlerin teknolojiden uzak kalmasını engelleyemezsiniz, onlar için en kolayı bu. Zaman değişiyor ve akan selin önünde durmaya çalışmanın bir manası yok. Tek gereken Deezer ve Spotify gibi streaming servislerinin dinlenme ve telif oranlarını sanatçılarla şeffafça paylaşmaları ve haklarını vermeleridir.

Sarp Keskiner (Müzisyen – Great Republic Of South):
Sadece plakların var olduğu günlerden streaming teknolojisine ulaşmış son kuşak bizken müziğin artık tamamen sanal bir mecrada birikmesi, herhâlde ilk elde, “sevdiğin müziğin sahibi olmak” adına geçmişe ait her türlü alışkanlığı paramparça eden bir durum. O hâlde, streaming hususunu tartışırken ilk akla gelen de “mülkiyet” kavramı olmalı. Bu, şimdilerde daha yüksek bir tonda tartışılan “müzik herkesin malıdır, üretenden çıktığı an kamu malı hâline gelir; anonimleşir” tezini de meydana atarken “broadcasting royality” kavramının da belinden burkulmasına yol açıyor. Streaming’in hayatımdaki varlığına pozitif yönde bakanlardanım: Her an kesintisiz olarak güncellenen global bir “kolektif hafıza” oluşturması, her türlü müziğe ve görüntülü materyale dünyanın herhangi bir noktasından her an ulaşılabiliyor olması, arkadaşlık ağı da yaratabilecek şekilde aynı zevki paylaşanları yine türlü işleyişlerle ufak cemaatlerde toplaması ve belki de her şeyden önemlisi, üretilip paylaşılan/yayımlanan her ürünün ânında açıkça herkesin değerlendirmesine sunulabiliyor olması… Ben elbette hâlâ albüm toplamak, o albümü dinlerken kartonetine dokunmak gibi eski alışkanlıklar ile meşgûlüm ama bu gibi alışkanlıklar bayat da olabilir. Akan giden yayınlar ve dur duraksız önerilen/empoze edilen seçkilerin içinden misinayla balık avlamakla yetiniyorum.

Cevdet Erek (Müzisyen – Nekropsi):
Spotify da Deezer da kullanmıyorum, aşina değilim, dolayısıyla karşı da değilim.

Aidan Baker (Müzisyen – Nadja):
Almanya’da yasaklı oldukları için Spotify gibi araçlarla çok az deneyimim var, ama geçmişte Last.fm kullanmıştım. Fakat o da bir abonelik sisteminden ziyade online radyo gibi işliyordu. Bir sanatçı olarak, Spotify’ın da müzisyenlere fayda sağladığını söyleyip, karşılığında çok az şey kazandıran bir tür parazit endüstri fenomeni olduğunu düşünüyorum. Bunu eski ve yeni müzik endüstrilerinin bir araya gelmeye çalışması olarak görüyorum. Birbirine ters düşen kazanç sağlama ve müziğe ücretsiz ulaşım gibi kavramların etkisiyle birlikte uzlaşamıyorlar. Bir başka değişle, online streaming araçları fikirsel olarak güzel olsalar da müzisyene işinin karşılığını veremiyorlar. Yine de Spotify, sadece kullanıcılarına güvenen ve kesinlik, veri aktarım hızı gibi konularda çok küçük bir kontrol mekanizması olan YouTube’a kıyasla müzik dinlemek için çok daha tercih edilebilir bir araç.

Eray Düzgünsoy (Müzik Hayvanı plak şirketi kurucusu):
Yaklaşık 10 yıldır hız kazanmış olan bu sektörün yani dijital müzik paylaşımının tekelleşen tarafının (buna birçok markayı katabiliriz) aynı zamanda ses paylaşım kültürüne bir alternatif oluşturduğunu düşünmüyorum. Bu anlamda zaten müzisyenin elinden geçmesiyle beraber ikinci ele geçmiş olan seslerin kendi paylaşım alanını oluşturması her daim olan bir şey. Bence bu sesleri bizlerden daha da uzaklaştıran bu paylaşımın tekelleşmiş dijital medyada yer bulma çabası ve de direkt araçların cazibeli görünme telaşıdır ve kaçınılmazdır. Dolayısıyla doğası gereği sert olan bu kurguyu biraz olsun sindirebilmek adına daha alternatif bir alanı oluşturmak acil olarak gerekebilir. Buradaki etik yaklaşımı benim için biraz basit; kendi adıma yapmış olduğum müzikler üzerinden Batı merkezli bir sahiplenme biçimim yok. Yani telif, lisans onay gibi dertlerim pek yok. Bunun sebebiyse seslerin herhangi bir kişiye ait olabileceğini düşünmememden kaynaklanıyor ve bu ifadeyi de etik olarak kişi istediği dil yapısıyla kurgulayabilir. Bu dil hukuk dili olmak durumunda da değil. Bir şiir de olabilir… O zaman endüstriye daha sağlıklı bakılabilir diye düşünüyorum.

Demonation Festivali’nde sahne alacak müzisyen ve gruplara da bu konudaki hislerini sorduk. 


Ah! Kosmos:
Etiğin politika ve ekonomiyi öncellemesi gerektiğini düşünüyorum. Sanatçının sorumluluğunun ne olduğu, sanatseverin sorumluluğunun ne olduğu ve neoliberal koşullardan sanatın nasıl özgürleşebileceği konusunu açık açık konuşmaya, tartışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Genel geçer bir yorum yapmak yerine bunu tartışabilecek ortamların kurulup sanat üreticisi ile sanat alımlayıcısının bir araya gelmesini önemli buluyorum.

Marika:
Bence hep beraber mümkünse sadece plak dinleyelim. Bütün mesele çözülecek o zaman…

Alpman & The Midnight Walkers:
İşin aslında müziğin bu kadar kolay ulaşılabilir olmasına karşı değilim. Ama bu dijital ulaşılabilirlik asla fiziksel formatlarda müziği edinmenin yerini dolduramaz diye düşünüyorum.

Pitohui:
Söz konusu araçların varlığının müzik endüstrisine zarardan çok katkısı olduğuna inanıyorum. İnternet ve müzik ilişkisinin çok farklı boyutları sürekli tartışılıyor ve bu tartışmalardan kesin bir sonuç alınamıyor olsa da “yeni” müziklere ulaşımı kolaylaştıran her araç, aynı şekilde müzisyenleri de daha kalabalık kitlelere ulaştırabiliyor. Üstelik insanların uğraşlarını yerlerinden kalkmadan internet üzerinden halledebilmesinin amaçlandığı bir dönemi yaşarken “streaming” hakkında yapılan tartışmaların kalitenin ve yaygınlığın nasıl artacağı yönünde gelişmesinin daha sağlıklı olacağı aşikâr. 

Soundcollage:
Bence bir çok değişkene bağlı, çok karışık bir konu. Bir platform hakkında iyi şeyler hissetmem için DIY ruhuna olumlu bir ivme kazandırıyor olması benim için yeterli. Ana akım müzik bir şekilde dinleyiciye ulaşıyor. Yatak odasında davul makinesi ve sample’larıyla “güzel” beat’ler üreten genç bir prodüktör adayının bu “streaming”den ne kadar faydalanabildiği üzerine düşünmek sağlıklı ve etik olur sanırım.

Balina:
“Streaming”in herkesi müzik profesörü yaptığını söyleyebilirim. Artık albüm ya da müzisyen odaklı bir dinlemeden ziyade “tür” odaklı bir dinleme ve hep daha iyisini aramak gibi bir eğilim söz konusu sanırım. Bu da müziğin içindeki özneleri ve küçük tatlı ayrıntıları çöpe atıyor hâliyle. Ekonomik durum zaten apayrı bir konu. Uzun uzun söz etmek lazım. Etik ise sadece müzikte değil, genel olarak son zamanlarda varlığı pek aranmayan bir arkadaş. 

Utkan’la Deniz:
Bu konu birkaç cümlelik değil gerçekten. Her şeyden önce bir “müzikdinler”im; müzik paylaşılmalı, evet. Müzisyenler sadece müzik yaparak yaşayabilmeli, evet. Fakat müzikte sektörleşmenin şahlandığı, dinleyicisiyle müzisyenin/müziğin arasındaki ilişkinin bulanıklaştığı ve bünyemize ÇOKLUK olgusunun her yerden saldırdığı bu dönemde “iç müziğimizi” nasıl koruruz ve de etik konusunda nasıl uzlaşırız kestiremiyorum.

Nodul:
Müzik artık çok akışkan ve bu sayede bir çok insan, çok farklı tarzda müzik ve müzisyene rahatlıkla erişebiliyor. Bunun oldukça olumlu ve ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. 

Robotik Hayaller:
Rafet: xxxxx…………………………..
Can:   yyyyy………………………………….

Medical Phalanx Of Space:
Simon: Müzisyenler emeklerinin karşılığını yeteri kadar ve adil bir şekilde aldığı sürece, insanların nasıl ve nerede müzik dinledikleri veya hangi formatta müzik dinledikleri umrumda değil.
Alexx: Bence bir albümü internetten dinlemenin insanı tatmin etmeyen bir tarafı var ama yinede internet olağandışı soundlar için harika bir araç. Etik açıdan bakarsak; kazançlı bir iş bulsalar bile dünyadaki insanların çoğu çalışmalarının karşılığını alamıyor. Bence sanatçılar, sporcular, politikacılar, aktörler ve bunun gibiler toplumda ayrıcalıklı bir yeri hak etmiyorlar. İdeal bir dünyada tüm insanlar haftanın bir bölümünde işe giderler diğer bölümünde ise kendi kişisel projeleri üstünde çalışırlardı, mesela müzik yaparlardı, spor yaparlardı veya kaliteli porno üretirlerdi. Büyük şirketler her zaman için insanları kıçlarından becerdi. Bir şirketin en çok kazananının, en az kazananından 10 kattan daha fazlasını kazanamayacağı bir kanun olmalı. Bir de, neden internetten müzik dinleme sitelerin bu kadar aptalca isimleri olmak zorunda?

Farazi v Kayra:
İnternetin gelişimiyle açığa çıkan ticari kaybı gören müzik piyasası yaşamına devam etmek için evrilmek zorunda kaldı. Dijital müzik platformları açılmadan çok önce zaten Youtube aracılığıyla bu iş başlamıştı. Her getirinin bir götürüsü vardır. İnternet sizin farklı insanlara ulaşmanıza yol açarken sizin somutluğunuzu yok edebiliyor. Plaklar ve kasetler gibi muhtemelen CD’ler de kısa bir süre içerisinde yok olacak. Mecburen çağa ayak uydurmanız gerekiyor. Amaç müziği yaymaksa, ister CD olsun, ister internet üzerinden .flac olarak dinlemek, çok da bir şey fark edeceğini düşünmüyorum ama Spotify, Deezer, Itunes ya da TTNetMüzik gibi kanalların müziğinizi yaymak için sizi şirket bulmaya ya da şirket kurmaya ittiği de bir gerçek.

12metreküp Sound System:
Müzik dinleme alışkanlıkları, biçimleri hep bir evrim içindeydi zaten. 90’larda kaset kopyalarak nasıl müzik el altından yayıldıysa bugün de dosya paylaşımı ve streaming yoluyla yayılıyor. Streaming’in ya da dijital müzik mecralarının müzik dinlemeyi yozlaştırdığını düşünmüyoruz. Hatta Net labellar’ın ve yatak odası stüdyolarının müzik üretimini daha da özgürleştirmiş olduğunu söyleyebiliriz.  

  1. Beş yıl önce on yıl önce

    1 Aralık 1913100 yıl önce bugün Belkıs Şevket tek motorlu üstü açık uçağa binen ilk kadın oldu ve İstanbul üzerinde uçarken aşağı attığı kartlarla Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Derneği (Kadın Haklarını Savunma Derneği) adına bildiri dağıttı. 2 Aralık 194370 yıl önce bugün, Varlık Vergisi’ni ödemedikleri için 1943 başından itibaren Aşkale ve Sivrihisar’daki çalışma kamplarına gönderilen ve yüzde 87’si gayri Müslim olan mükelleflerin serbest bırakılmasına karar verildi. 3 Aralık 197340 yıl önce bugün Pioneer 10 aracı Jüpiter’in ilk yakın çekim fotoğraflarını gönderdi.;(http://planetimages.blogspot.com) 6 Aralık 20085 yıl önce bugün 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos’un iki polis tarafından öldürülmesiyle 2008 Yunan isyanı başladı. (libcom.org)

  2. Big Brotherın bizi izlediği doğruysa: Simon Menner

    Top Secret isimli kitabında Stasi arşivinden akıl almaz karelerle Doğu Almanya hükümetinin gözetleme operasyonuna bir iç bakış sergileyen sanatçı Simon Menner ile sohbet ettik. Alman fotoğrafçı Simon Menner, gözetleme konusunda oldukça meraklı. Küratörlük görevini üstlendiği son kitabı Top Secret: Images from the Stasi Archives, Doğu Almanya hükümetinin şaşırtıcı büyüklükteki gözetleme operasyonunu konu ediniyor. Arşivdeki milyonlarca belgenin arasından seçilmiş fotoğraflardan oluşan kitapta insanların nasıl takip edileceğinden dövüş tekniklerine, sahte bıyık takma önerilerinden daire aramalarına kadar her şey mevcut. Fakat görüntülerin yakın tarihten gelmesine rağmen, Top Secret bir anda hem tanıdık, hem de oldukça yabancı bir dünyayı yansıtıyor; bugüne de şüphesiz ilginç bir ışık tutuyor. Gözetim ve

  3. Ethem Onur Bilgiç ve Tatlı Kabuslar

    Bant Mag. illüstratörlerinden Ethem Onur Bilgiç, 3 Aralık salı günü Tatlı Kâbuslar adlı ilk kişisel sergisini Milk Gallery’de açtı. Sergiden önce bir başka çizer Sedat Girgin, hem sergi hem de Ethem’in estetik algısı üzerine merak ettiklerini sordu. Sedat Girgin: 3 Aralık’ta ilk kişisel sergini Milk Gallery’de açıyorsun. Nedir bu serginin adı? Ethem Onur Bilgiç: Serginin adı Tatlı Kâbuslar. Sedat Girgin: İşlerin küçük bir kısmını önceden gören şanslı insanlardan biri olarak yazıyorum, işlerin bir seri olduğunu söylemiştin. Nedir bu seri? Neyi anlatıyorsun? Anlatırım demiştin. Kısmet burayaymış. Ethem Onur Bilgiç: Ufaktan bahsettiğim gibi, rüyalarımda gördüğüm ve ufak ufak not aldığım biraz saçma biraz garip biraz da ürkütücü öyküler

  4. Homofobinin yasalaştığı topraklarda büyüyen çocuklar: Children 404

    Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeseli uluslararası platformda destekçilerini arıyor. 2013 yazı Gezi Parkı olayları neticesinde Türkiye tarihinde gördüğü en coşkulu ve kalabalık LGBT onur yürüyüşünü yaşarken komşu Rusya’dan gelen ve ulusal homofobiyi meşrulaştıran anti-gey propaganda yasası kalbimize kara gölgeler düşürmüştü. Aradan aylar geçti ve her nasıl Türkiye’de Gezi Parkı direnişinin meyvelerini görüyorsak, Rusya’da da bu anti-gey propaganda yasasına karşı başlatılan direniş de meyvelerini vermeye başladı.  Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeselinin ekibi var olan yasal baskı nedeniyle anonim kalmak durumunda, ancak belgesel için yardım toplamaya çalışan Kanadalı proje ortağı

  5. Manzaralar: Koray Kantarcıoğlu

    Fezada süzülen dağlar, patlayan kozmos, atomlar, zerreler, pikseller ve sonsuzluk.

  6. "O çöpü biz düzgün hale getiririz": Don Kişot Evi

    Don Kişot işgal evinin hikâyesini ve bu hareketin temel pratiklerini hem ev hem de atölyesinin manzarasının buraya baktığı sanatçı Talat Doğanoğlu ile konuştuk.

  7. Demonation Festivali No:4

    Üretimlerini bağımsız şekillerde ve ticari kaygılardan muaf olarak sürdüren müzikleri bir araya getiren Demonation Festivali, dördüncü senesi itibariyle hem gelenekselleşmiş, hem de Bant Mag. olarak en favori organizasyonlarımızdan biri. 4-5 Ocak tarihlerinde Babylon’da gerçekleşecek festivalde sahne alacak isimleri daha yakından tanımak için onlara birkaç soru yönelttik.

  8. The Cribs’den nasihatler var

    The Cribs’in 6 Kasım’daki adrenalin yüklü Tokyo konserinin ardından, Louder Than War ekibinden Katie Clare ve The Cribs’in hem solisti hem basçısı olan Gary Jarman, grubun yıldönümü albümü, müzikal zevkleri, ve sakalları hakkında konuşmak üzere buluştu...

  9. 10 kaplan gücünde bir müzisyen: Emily Wells

    27 Kasım'da Babylon'da sahne alan Emily Wells, müzikseverlere eşine kolay rastalanmayan o dört dörtlük konser deneyimlerinden birini yaşattı. buralara kadar gelmişken, biz de röportaj yapma fırsatını kaçırmadık.

  10. Red Bull Music Academy Radio Festival rehberi

    Dans etmeden duramayacağınız yepyeni festival hakkında bilmeniz gerekenler

  11. Bir Berlin seyahatinden sahneler ve eski efsaneler

    Kadınlar için uluslararası bir network olarak işleyen female:pressure’ın düzenlediği, ses teknisyeninden organizatörüne, katkıda bulunan herkesin kadın olduğu Perspectives Festival için Berlin’e giden Yeşim Tabak’ın kaleminden izlenimler; buram buram Berlin, inşaat ve “kızlar” kokulu bir yazı…

  12. Dijital veri ve ederi: Streaming ve ötesi

    Müzik ekonomisi incelemelerinde bu ayki konumuz; günümüzün en yaygın müzik dinleme yöntemi “streaming”, yani bir şarkıyı bilgisayara indiremeden internet üzerinden dinleme.

  13. Müzik insanları “streaming” hakkında ne düşünüyor?

    Müzik ortamından farklı insanlara “streaming” alışkanlığı, pratiği, ekonomisi ve etiği hakkında ne düşündüklerini sorduk. Konu üzerine deneyimlerini bizle paylaşmalarını istedik.

  14. Bambaşka bir albüm deneyimi: Görsel albümler

    Müziğin görselle desteklenmesinin etiği daha yıllarca tartışılacak gibi duruyor. Bugüne kadar bu tartışmaya nokta koyan olmasa da karşımıza çıkmış en tatmin edici örnekleriyle görsel albümleri masaya yatırıyoruz.

  15. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada.

  16. Müziğe dair kısalar

    İnsanların, inandıkları şeyin tam tersini savunan şarkıları sevebilmesinin inanılmazlığı ve sanatta taklite yönelik kısa yazılar...

  17. Bu Ay Ne İzlesem

    Sinema salonlarında Başka Sinema’nın ön ayak olduğu bağımsız film canlanmasının etkisini sürdürdüğü aralık ayında, vizyonda görmek için gün saydığımız çok sayıda filme kavuşacağız.

  18. Türden Türe, Daldan Dala Konan Üç Yönetmen

    Her çektiği filmle, başka bir türe, epey farklı dünyalara yolculuk eden yönetmenlerden François Ozon ve Spike Lee’yi bu ay vizyonda ağırlıyoruz. Onlara, geçtiğimiz Filmekimi’nde The Look of Love’la karşımıza çıkan Michael Winterbottom da eklenince, daldan dala konan bu yönetmenlerin ne işler karıştığını didiklememek olmazdı…

  19. Hiç Kimsenin Favori Oyuncusu: Keanu Reeves

    Resmen Hollywood’un mundar ettiği bir simayı, hiç kimsenin her gece yatağa onu düşünerek girmediğine neredeyse emin gibi olduğumuz Keanu Reeves’in kulaklarını, bu ay bizde de gösterime giren yeni filmi 47 Ronin’e rağmen kimse çınlatmıyordur kesin, bari en azından biz çınlatalım dedik.

  20. Beyazperdenin Yalnız Karakterleri

    Geçtiğimiz ay gösterime giren All is Lost’ta azgın dalgalara karşı tek başına ayakta durmaya çalışan ve tüm bir filmi yalnız başına sırtlayan Robert Redford’u izleyince, beyazperdenin yapayalnız karakterleri etrafında şöyle bir gezinelim dedik.

  21. Çıfıt

    Görüyoruz-beğeniyoruz, dinliyoruz-ilgileniyoruz, yiyoruz-bayılıyoruz, okuyoruz-şaşırıyoruz, sonra da sizinle paylaşıyoruz.

  22. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] sorumlu yazı işleri müdürü J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın koordinatörü