Üretimlerini bağımsız şekillerde ve ticari kaygılardan muaf olarak sürdüren müzikleri bir araya getiren Demonation Festivali, dördüncü senesi itibariyle hem gelenekselleşmiş, hem de Bant Mag. olarak en favori organizasyonlarımızdan biri. 4-5 Ocak tarihlerinde Babylon’da gerçekleşecek festivalde sahne alacak isimleri daha yakından tanımak için onlara birkaç soru yönelttik.

Marika
Dandadadan, Kara Orkestra, 123, Great Republic of South, Konstrukt ve daha nice projede karşımıza çıkan üç müzisyenden oluşan Marika, doğaçlama ve gürültüyü benimsediği bir tür free jazz yapıyor. Korhan Futacı, Berke Can Özcan ve Barlas Tan Özemek’ten oluşan Marika, festivalin en hareketli performanslarından birini sergileyecek gibi gözüküyor. Gruptan Korhan Futacı sorularımızı yanıtladı.
soundcloud.com/marika-11
Bu projenin diğer müzik projelerinden ne gibi farklılıkları var?
Marika öncelikle özgür doğaçlamalara oldukça fazla imkân veren bir trio ve aynı zamanda bu doğaçlamaları da kullanarak kendi hikâyelerini anlatma derdinde, dingin sularda gezinebiliyor ama zaman zaman da hırçınlaşabilen bir tabiata sahip. Birlikte çalınan melodiler ve peşisıra gelen akıcı doğaçlamalar Marika’nın en belirgin özellikleri diyebiliriz.
Şimdiden şekillenmeye başlayan gelecek projeleri neler? Yakında yeni kayıtlar ya da konserler var mı?
Araya yazın girmesi ve Gezi olaylarıyla birlikte bir süredir ilgilenememiştik bu projeyle ancak tekrar konserlerin başlamasıyla birlikte yeni hamleler yapmayı planlıyoruz. Yeni kayıtlar ve yurtdışından bazı sanatçılarla işbirliği yapmak niyetindeyiz. Ancak şu an isim vermek için erken.
Müziğinizin canlı ve kayıtlı hâlleri arasında nasıl farklılıklar var?
Müzik sadece kulakla işitilmiyor ya da hissedilmiyor, bedenimizin tamamı bu titreşimden payına düşeni alıyor. Hâl böyleyken insan yapımı, kulak taklidi bir mikrofonun çalan müziği olduğu gibi kaydedebilmesi imkânsız. Ancak müziği çalındığı yerde dinlediğiniz zaman bambaşka yoğunlukta hissedişler oluyor. Seyirci ve müzisyen arasında çift yönlü bir akım başlıyor. Her iki taraf da bundan besleniyor. Bu da müziğin bütün genetiğini değiştiriyor.

Alpman & The Midnight Walkers
Güneş Alpman’ın solo projesi olarak başlayan ve zaman içinde daha kalabalık bir funk deneyimine dönüşen Alpman & The Midnight Walkers, eşlik edemeden duramayacağınız bir performansla ilk konserini Demonation’da vermeye hazırlanıyor. Vintage gitar tonları ve özellikle boyun bölgenizi çok hareketlendirecek ritimlere hazır olun!
https://soundcloud.com/alpman
Neden müzik yapıyorsun? Seni müzik yapmaya yönelten motivasyonların neler?
Müzik yapmaya bilinçli bir şekilde başlamadım, 6 yaşında evde bulduğum gitardan ses çıkartmamla gelişen bir hikâye biraz. Yaptığım şeyin müzik olduğunu fark etmemse sanırım 13 yaşımda falan oldu. Neden yapıyorum, kendimi tanıma evremde yanımda olan şey müzikti ve açıkçası en sağlıklı sonuç aldığım iletişim yönlerinden birisi müzik. Sanırım bu yüzden, biraz içgüdüsel. Motivasyonlar ise tam olarak içeriğini bilmediğim bir konu. Herhangi bir şey beni ses çıkartmak konusunda yöneltebiliyor sanırım.
Alpman & The Midnight Walkers ilk kez konser verecek. Grubun nasıl bir araya geldiğini biraz anlatabilir misin?
Evet, ilk konserimiz olacak. Aslında grup toparlama fikri Alpman projesine ilk başladığım andan itibaren aklımda vardı. Kayıtlarda her şeyi çalıyorum evet, fakat iş bunu canlı bir şekilde dinleyiciye sunmak olduğunda aynı anda yapabileceğim şeyler sınırlı, doğal olarak. Grubun kuruluşu da bu amaç doğrultusunda gelişmişti ilk başta. Fakat The Midnight Walkers, biraz daha ilginç oldu. Tamamen Alpman temelli bir proje değil bu. Büyük ihtimalle sahnede Alpman olarak yayınlanmış parçalardan fazla, yeni yayınlanmamış ve daha önce hiç duyulmamış ortak parçalar çalacağız.
Müziğinin canlı ve kayıtlı halleri arasında nasıl farklılıklar öngörüyorsun?
Performans, daha canlı olacak. Daha eğlenceli ve daha rahat olacak. O kadar da kitaba bağlı gitmeyeceğiz sanırım.
Yaşadığın yerin müziğinde nasıl etkileri oldu/oluyor?
İstanbul, dünyanın en karmaşık şehirlerinden birisi. Pek gülümseyen bir şehir değil. Neden bilmiyorum. Her ne kadar dışarıdan belli olmasa da parçalarımı oluştururken ciddî anlamda bir duygu karmaşası yaşıyorum. Mutlu olmayan ya da kaçış olarak mutluluğu seçen bir funk. Kulağa garip geliyor işte ama, oluyor sanırım…

Robotik Hayaller ve Komet
Geçtiğimiz yıl içerisinde birtakım stüdyo ve ev deneyleri sonucunda ortaya çıkan Robotik Hayaller, endüstriyel ve gerçeküstü öğelerin bir araya gelmesiyle oluşmuş kalabalık bir müzik kolektifi. Grup yaptığı ilk kayıtlarından oluşan 3-33 adlı albümünü kaset formatında sınırlı sayıda yayınladı.
facebook.com/Robotik.Hayaller
Müziğinizi hiç dinlememiş birine kendi müziğinizi hangi kelimelerle tanımlardınız?
Can: Robotik, cyberpunk, yeraltı bilimkurgu müziği.
Müziğinizin canlı ve kayıtlı hâlleri arasında nasıl farklılıklar var?
Rafet: Robotik, geç olgunlaşmış bir proje; bu yüzden sorunuzu biraz dolambaçlı yanıtlayacağız. Oluşum ilk kez 2011yılıda Philip K. Dick’in Ubik romanını merkeze alan bir sanat projesi için yan yana geldi. Bir kayıt ve telepatik bir doğaçlama performans yapıp, dingin bir ritme girdi. Ardından bu yıl yaşadığımız sıcak yaz deneyimi ve buna eşlik eden MORS başlıklı kaydımızı paylaşımı, sualtında yürüttüğümüz hareketi gün ışığına çıkardı ve Facebook üzerinden bir “fanpage” açtık. Bu hamlelerin ilk sıcak meyvesi ekim ayında yer aldığımız Ghetto’da düzenlenen İndustrialFest oldu.
Bu ilk “gerçek” performans deneyimiydi bizim için, şimdi önümüzde DDR ve djKufuRa ile birlikte sahne alacağımız 13 Aralık Peyote sahnesi var. Hemen ardından da Demonation var.
Sanırız; Robotik Hayallerin sahne performansı iki temel hevese dayanıyor. Kendi parçalarımızı sahnede, kayıtlardaki ruh iklimine en uygun canlı çalmaya yeltendiğimiz bölüm ve kendimizi tamamen kaosun otomatik bir akışa bıraktığımız serbest doğaçlama dünyası.
Müzik sizin için “tam zamanlı bir iş” mi? Müzik dışında nelerle uğraşıyorsunuz?
Rafet: Robotik’in kurucu çekirdeğin de üç kişi var. Zaman içinde gerek ekip gelişti ve yeni süreçte farklı disiplinler de üreten sanatçı arkadaşları da davet ederek üretimleri kolektifleştirmeye soyunduk.
Can Batukan; DDR, DDR-30 ve Alpha60 projesiyle, sanırız aramızda işi “tam zamanlı işi müzik” tanımına en yakın olan arkadaşımız. Ama bunun yanında GSÜ Felsefe Bölümü’nde “hayvan ruhu” üzerine doktorasını yazıyor ve ilk kitabını hazırlamaya devam ediyor.
Kendin için cümle kurmak zor ama, disiplinsiz üretimimim içinde “tam zamanlı rüya mimarı” diyebilirim kendime.
Anıl Çelik; grubun gürültü makinesi olmak dışında, bir video oyun kanalında prodüktör olarak çalışıyor, aynı zamanda görsel sanat projeleri de yürütüyor. Boş zamanlarında ise mucitliğe soyunup çeşitli devreleri bozuyor, küçük pedallar inşa ediyor, Jory adında virüsler üretiyor.
Can: Bence aramızda “robotik” tanımına en yakın olanımız Anıl. O gerçek bir melo-gürültü makinesi. Zihninin işleyiş şekli hepimize ilham veriyor. Dünya bir Heidi olarak, ama bazen de beklenmedik çığlık patlamalarıyla vazgeçilmez. Gökhan’ın çekingen yeraltı adamı hamleleri de öyle. Bir de KufuRa’dan bahsetmek isterim: orijinal Japon devreli bir davul makinesi! Onunla davul ritimleri üreten iki robot olarak iyi anlaştığımıza inanıyorum.
Tam zaman, yarı-zaman tanımlarını burada aşıyorum. Müziğin zamansız olması fikrine inanmak isterim. Etkin kuvvetlerin bir birleşimi olarak yükselmek ve Komet’le yakaladığımız o nadir düzeyi her seferinde farklı biçimlerde, farklı ruhsal kanallarda deneyimlemek zorundayız. Bunu yapamadığımızı hissettiğimiz an altımızdaki uçurumu fark edeceğiz. Kurguladığımız evren gerçekte olandan çok başka. Her kayda girdiğimizde o evrenin içerisinde el yordamıyla yeni bölümleri yoklama ve aslında kendi kendimizde başkalığı sorgulamaktayız belki de. Bu yeni bir şey değil; bizim bulduğumuz bir şey de değil, sadece bilim-kurgunun hepimize gösterdiği o sonsuz yaratım alanının müzikte deneyimlenme denemesi.
Geçtiğimiz günlerde kaset formatında bir kayıt yayınladınız. Bu format size neler ifade ediyor, biraz anlatabilir misiniz?
Rafet: Analog çağ ile tinsel bir bağ içindeyiz demek belki de yanlış olmaz. Kaset, bant, makaralı teyp bizim için 20. yüzyılın başlarındaki ilkel robot tasarımları ya da ilk synthesizer’lar gibi birer arzu nesnesi. Bu noktada Sürrealistlerin eskimiş/gözden düşmüş nesneler ile kurduğu ruhsal bağa ortağız. Bu yüzden kasetimiz 3-33’ün oluşumu bizim için çok kıymetliydi.
Can: Algılarımızı zamanda ileriye ve geriye doğru kırabiliriz. Şimdiki zamanda sıkışmak ya da başka deyişle şimdiyi, geçmişi ve geleceği kaplayacak biçimde genişletmek yerine kurguların gerçekliğin önüne geçtiği bir evrene ve zamana doğru yol almak… Analog çağ tüm nesnelliğiyle bir ruhu anlatır ve hatırlatır. Biz onu bugün hâlâ yaşayabilmek, derinliklerimizde hissedebilmek için bu müziği yapmak zorundaydık. Birileri benzer bir deneyimi robotik kasetler dinleyerek elde edebilirse amacımıza ulaşmış sayılırız.
Öte yandan artık şimdide olmayan bu ruhu ya da ruhluluğu bir nostalji olarak görmemek gerekir. Bu geçmişe dönse de bizim için bir ileri atılma, fırlatılma deneyimidir. Evet, belki Robbe-Grillet gibi şeyci (chosiste) bir tarafımız olabilir. Ya da Spinoza gibi tanrısallığı bedenlerin kapasitelerinde ve ruhu bedenden ayrılamaz olarak arıyoruzdur –ama aynı zamanda robotik bedenlerde, tuhaf cihazlarda, devrelerde kaos ve döngüyü bir arada düşünerek– Deleuze gibi, Beckett gibi, Joyce gibi.

Farazi V Kayra
2007 yılında bir araya gelen Farazi v Kayra, Eylül 2013’te yayınladığı Hayalet Islığı isimli albümüyle bu yılın en çok adından söz ettiren hip hop gruplarından biri oldu. Underground hip hop sahnesinde solo projeleriyle de karşımıza çıkan ikilinin kendi çabalarıyla hazırladığı son albümlerinde Da Poet, Ağaçkakan ve Vinyl Obscura gibi isimler konuk olarak yer alıyor.
farazivkayra.bandcamp.com
Yaşadığınız yerin müziğinizde nasıl etkileri oldu/oluyor?
Farazi: Teknik açıdan bakarsak, yaptığım altyapılar tamamen sample üzerine kurulu olduğu için dışardan bakıldığında bir etki söz konusu değil gibi gözüküyor ama aslında kullandığım sample’lara bakıldığında etki görülebilir. İstanbul? Seviyorum, bana çok şey kattı ama müzikal olarak değil. Yunan ya da Bulgar Radyo-TV kanallarının Türk kanallarından daha çok bulunduğu dönemlerde her tatilde, Yunanistan sınırında bir köyde yaşıyordum. O dönem duyduklarımın, dinlediklerimin beni etkilediğini düşünüyorum. Buna örnek olarak Hayalet Islığı albümünün yarısında Rumeli-Balkan tarafından sanatçı/gruplara ait parçalardan sample almamı gösterebilirim. Daha önceki çalışmalarımda da aynı şekilde bu taraftan bir çok etkileşim vardı.
Kayra: Gözden uzak, kendi hâlinde, dışarıya kapalı ve bunlardan rahatsız olmayan bir şehirde büyümüş olmak söz yazımı esnasında gereğinden fazla etkisini gösteriyor. Zaman geçse de temelde değişmeyen ve muhtemelen de değişmeyecek birçok şeyin olduğunu bana fazlasıyla hatırlatıyor büyüdüğüm şehir. Söz yazımı sırasında ne kadar istersem isteyeyim şehrin bana yoğun şekilde kazıdığı gerçeklerden uzaklaşamıyorum ve ayrı bir kimlikle söz yazabilmem çok güçleşiyor. Bu da beraberinde çoğu zaman aklıma gelen bir çok konudan ve anlatım şeklinden uzaklaşmama sebep oluyor. Bu durumdan rahatsız oluyor gibi gözüksem de kendime bile çaktırmamaya çalıştığım bir memnuniyet hâli de yok değil.
Konser vermek, insanların önüne çıkmak konusunda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Kayra: Konser vermek bana her zaman yoğun gerginlikler yaşatan bir olay olmuştur. Sahneye ayak bastığım an bir türlü aşamadığım bir utanç duygusu içimi kaplıyor ve konser boyunca -aynı etkide olmasa bile- bu duygu devam ediyor. Konseri takip edenlerin konserden hoşnut olup olmama durumlarını net şekilde idrak edemem ve bu bana konser esnasında sürekli iç konuşmalar yaşatır. Sanırım ilkokulda herhangi bir okul müsameresinde nasıl utanmışsam, sahneye çıktığım zaman da aynı utanma hissini yaşıyorum. Sürekli yere bakasım hatta arkamı dönüp söyleyesim geliyor ki ilk kez sahneye çıktığım zaman bunlar olmuştu. Dinlemeye gelenlere bir “merhaba” bile derken dağ deviriyormuşum gibi zorlanıyorum. Galiba bunların hepsi sahnedeyken olaya çok daha iyi odaklanmamı sağladığı için birazcık da olsa kendini katlanılabilir kılıyor.
Müzik sizin için “tam zamanlı bir iş” mi? Müzik dışında nelerle uğraşıyorsunuz?
Farazi: Belli bir dönem müziği tam zamanlı bir iş olarak görmeye çalıştım ama çok uzun sürmedi. Şu an için müziği “hobi” olarak tanımlamayı yeğliyorum. Açıkçası müziği maddî kaygılardan uzak tutmak serbestlik açısından avantaj sağlıyor. İyi-kötü kendimi idare edecek kadar gelir sağlayabileceğim bir işim var. Müzikten geleni de müziğe harcıyorum.
Kayra: Bu zamana kadar tam zamanlı bir iş olmadı müzik benim için. Tam zamanlı bir iş olmaması da gayet işime geliyor. Söz yazıp bunları kaydetmek ve sonrasında da bir şekilde paylaşmak bile boyumu aşan bir iş gibi geldiği için tam zamanlı olması durumunda nasıl hissedebileceğimi düşünemiyorum. Tam zamanlı bir iş olmuş olsaydı mutlaka bizim dışımızda gelişmesi muhtemel planlar, hedefler ya da gereksiz yere uğraşılması gereken tonla şey olabilirdi. Şimdiyse gayet istediğimiz şekilde davranabiliyoruz. Elbette kendi çapımızda beklentilerimiz var ama bu beklentiler hiçbir şekilde istediğimiz şekilde ya da burnumuzun dikine müzik yapma keyfimizin önüne geçemiyor. Hiçbir şey olmayacak olsa dahi gayet kıyak zamanlar geçirdiğimizi bilmek bile yeter de artar.
Müziğinizi hiç dinlememiş birine kendi müziğinizi hangi kelimelerle tanımlardınız?
Kayra: Çekingen, içine kapanık, kendi uydurduğu gerçekten kopamayan, korkak, nerede susup nerede konuşması gerektiğini bilmeyen ve bu yüzden de sabit bir kesime hitap etmeyen bir müziği var sanırım Farazi V Kayra’nın.

Soundcollage
Özcan Ertek’in uzun soluklu projesi Soundcollage, yarattığı atmosferik yapıları yer yer ritmik öğelerle harmanlayarak dinleyicilerin içinde kaybolabileceği, belli bir forma sadık kalmayan şarkılar hazırlıyor. Geçtiğimiz yıl Red Bull Music Academy’i kazanan Ertek, Soundcollage adı altında iki EP yayınladı.
soundcollagetr.bandcamp.com
Neden müzik yapıyorsun? Seni müzik yapmaya yönelten motivasyonlar neler?
En büyük motivasyon yaratım sürecinde. Bir ses olayını duyup yakalamayı başardığımda daha önce algılamadığım yeni bir fikri ve duyguyu net bir şekilde duyumsadığımı söyleyebilirim. Bu etrafımdaki uzayın, bulunduğum alanın farkında olmamı sağlıyor.
Kayıtları hangi ortamda, nasıl gerçekleştiriyorsun? Bir kaydın içine sinmesi nelerle alâkalı?
Kayıtlarımı hiçbir dikkat dağıtıcı olaya maruz kalmadığım, uyumak ve diğer günlük işlerimi halletmek üzere de kullandığım odamda yapıyorum. Kendimi ifade etmemde ihtiyaç duyduğum esnekliği ve özgürlüğü sağlaması yaratım sürecimi olumlu anlamda etkiliyor. Sanırım bu yüzden evrendeki en barışçıl ve doğal ortam orası. İçinde bilgisayar, sequencer, davul makinesi, synthseizer ve sampler gibi araçlar da mevcut olduğundan, aklımda olan ya da olmayan bir sürü dokuyu ve yapıyı ortaya çıkarmakta zorlanmıyorum. Yöntemlerse devamlı değişip evriliyor. Sesleri buluyor, yaratıyor ve değiştiriyorum. Hızlandırma yavaşlatma, frekansıyla oynama, kesme, biçme, üst üste bindirme, bozma vs. günümüzde elektronik müzikle ilgilenen herkesin kullandığın yöntemleri kullanıyorum. Daha açıklayıcı olmak için melodi ve armonik yapılar yerine daha çok genel bir ambiyans ve bir ses olayının hareketiyle ilgilendiğimi söyleyebilirim. Alışılmadık kombinasyonları, salınan, sağa sola uzanan, uzun, karışık dokuları, üst üste binen katmanları, yavaşça hareket eden ritimden bağımsız yapıları seviyorum. Sevdiğim şeylerin bir kısmı olduğunda içime sinmesi zor olmuyor.
Red Bull Music Academy’i kazandın ve New York’a gittin. Bunun müziğin ve senin üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Kafamda kurguladığım “prodüksiyon” algısı karmaşık, katı bir süreç olmaktan çok daha basit bir şeye dönüştü. Bir başkasıyla çalışmak da aynı şekilde. Nasıl bir şey olduğunu ilk kez orada deneyimledim diyebilirim. Oraya gidip diğer müzisyen ve prodüktörlerle birlikte ekipmanları keşfetmeye ve akabinde birşeyler üretmeye başladığımızda hepimizin yüzü gülüyordu, enerji tek kelimeyle muhteşemdi. Daha fazla anlatıp hayatımın en güzel anlarını çoktan yaşadığım fikrine kapılmak istemiyorum.
Şimdiden şekillenmeye başlayan gelecek projeleri neler? Yakında yeni kayıtlar ya da konserler var mı?
Şimdi RBMA Various Assets toplama albümü için Throwing Snow ile yaptığım bir parçanın düzenlemesi üzerine düşünüyorum. Onun dışında yeni kayıtlarımda uygulamak istediğim deneme fırsatı bulamadığım bir sürü şey var. Mikrofon yerleşimi, akustik ve amfi seçimi gibi analog parametrelerin daha çok rol oynayacağı birşeyler kaydetmek istiyorum ilk olarak. Çok kararlı değilim, albüm ise hâlâ çok iddialı geliyor. Özellikle soundcollage projesi için akustik kayıtlarla biraz daha haşır neşir olacağım çünkü yeni bir sounda ve basit düşünmeye en fazla ihtiyacım olduğu dönemdeyim. soundcollage olarak iki senedir bir şey yayınlamadım. Temel parametrelerim mikrofon yerleşimi, eq, tempo, groove, hissiyat, dinamikler vb. daha somut şeyler olsun mümkünse. Bunu seçebiliyorum, değil mi?

Balina
Kendi isimlerini taşıyan ilk albümlerini kendileri kaydeden ve yine kendileri yayınlayan İzmirli ikili Balina, iki kişiden beklemeyeceğiniz kadar gürültü çıkarabiliyor. Gitar-davul ikilisi, Alican Öyke ve Burçin Esin’den oluşuyor. Sludge ve progresif rock estetiğini benimseyen Balina’nın şarkılarında Türkiye’den birtakım esinlenmeler yakalamak da mümkün.
balina.bandcamp.com
Müziğinizin canlı ve kayıtlı hâlleri arasında nasıl farklılıklar var?
Çoğu müzisyenin verdiği cevap benzer olacaktır diye tahmin ediyorum. Canlı pek tabiî daha sürprizlere açık, daha samimî, daha özgür. Kayıt kafanızdaki ütopya gibi bir şey. Var edebildiğiniz kadarını sunmaya çalıştığınız, “nasıl duyulması gerektiği hakkında yığınla fikriniz/aldanışınız” olan bir husus. Kayıt üvey evlat gibi. Canlı ise pek yoruma açık değil. Her şey o an ne kadar gerçekse müzikte o kadar açık ve ortada oluyor.
Türkiye’deki bağımsız sahneden favorileriniz kimler?
Bir sürü. Ne kadarı bağımlı ya da bağımsız bilmiyorum. İki tarafa da ayağı basanlar var. Kara Orkestra, Bubituzak, Chopstick, Meczup, Barıştık Mı, 123 sayabileceklerimden. Geçenlerde KES diye bir grup vardı Peyote’de, epey güzeldi. Daha pek çok kişi ya da grup var.
Bağımsız sahnedeki müzisyenler arasındaki iletişimi nasıl görüyorsunuz?
Bence çok da müzik odaklı bir iletişim yok. Daha çok sosyal izlenimler ve ortak gidilen yerler/ortak tüketilen kültürler ekseninde tanışıklıklar var. “Merhaba ikimizin de çok acayip kafaları var müzik konusunda, hadi gel yan yana tanışık olalım” gibi bir şey yok sanki. Ama beraber müzik yaptığımız adamlar da var tabii. Gizli gizli.
Yaptığınız kayıtları bir plak şirketi aracılığıyla değil de internet üzerinden yayınlamanın ne gibi getirileri/götürüleri var sizce?
Klişe durumlar var. Plak şirketinden çıkınca, nedenini bilmediğim bir meşruluk oluşuyor. Bir unvan kazanmışsın gibi. İnternet hız ve kolay ulaşım açısından pek hoş tabiî de ciddiyeti ve kaliteyi de sömürüyor.

Utkan la Deniz
Utkan Çınar ve Deniz Koloğlu’nun projesi olarak hayat bulan utkan la deniz, zaman içinde daha kalabalık bir orkestra hâlini aldı. Akustik ve dingin müziklerinde akılda kalıcı vokal melodilerine yer veren utkan la deniz, önümüzdeki haftalarda bir EP yayınlamaya hazırlanıyor. Gruptan Deniz Koloğlu sorularımızı yanıtladı.
utkanladeniz.bandcamp.com
Yaşadığın yerin müziğinde nasıl etkileri oldu/oluyor?
Utkan da ben de Kadıköy’de yaşıyoruz ve bunun müziğimize akışkanlık ve süreklilik kazandırdığını söyleyebilirim. Aramızda da konuştuğumuz üzere, kendimizi bu yakada İstanbul’un kakafonik ortamına kıyasla daha güvende ve huzurlu hissediyoruz.
Müzik senin için “tam zamanlı bir iş” mi? Müzik dışında nelerle uğraşıyorsun?
Mesleğim radyoculuk. Müzik yaparak karnımı doyuracak kadar para kazanacağımı hiç sanmıyorum, ki bu koşullarda bunu istemem.
Konser vermek, insanların önüne çıkmak konusunda kendini nasıl hissediyorsun?
Tuhaf hissediyorum; “benim burada ne işim var?” cümlesiyle karnımdan tüm vücuduma yayılan haz dolu bir heyecan kümesiyle birlikte…
Şimdiden şekillenmeye başlayan gelecek projeleri neler? Yakında yeni kayıtlar ya da konserler var mı?
Bizim projeler yakın geleceğe dair oluyor daha çok. Mesela bu ara Stüdyo Bee’de 4-5 şarkılık bir EP kaydına odaklandık. Biraz yol aldıktan sonra konserler için arayışa gireriz herhalde. En yakında Demonation görünüyor.

Nodul
Tektosag ailesinden Nodul, Demonation’ın en fazla dans edilecek performanslarından biriyle karşımızda olacak. Sonik seslerden oluşan beat ve melodilerle Nodul, kendine özgü bir enstrümantal hip hop estetiğine sahip.
soundcloud.com/nodul
Neden müzik yapıyorsun? Seni müzik yapmaya yönelten motivasyonların neler?
Müzik yapmak eski bir arkadaşla vakit geçirmek gibi benim için. Kendi içinde ritüelleri olan bir ilişki, ayrı kaldığın zaman özlüyorsun. Doğal gelişen bir süreç.
Müzik senin için “tam zamanlı bir iş” mi? Müzik dışında nelerle uğraşıyorsun?
Uluslararası bir medya kuruluşunda stratejik planlama direktörüyüm. Müzikle, işimden arta kalan zaman diliminde ilgileniyorum. Böyle olması belki de daha iyi. Eski arkadaşımı ne kadar özlediysem, sohbetlerimiz bir o kadar keyifli oluyor.
Yaşadığın yerin müziğinde nasıl etkileri oldu/oluyor?
Yaşadığım yerden ziyade arkadaşlarımın etkisi büyük oldu. Mahalle arkadaşlarımla birlikte müzik yapmaya başladım ve üniversitede arkadaşlarımla devam ettim. Okul bittikten sonra İstanbul’a dönüp çalışmaya başladım ve o dönemde Tektosag’daki arkadaşlarla soundclash gecelerini düzenledik. Son birkaç senedir işime daha çok odaklansam da müzikle olan bağlantım her zaman güçlü kaldı.
Şimdiden şekillenmeye başlayan gelecek projeleri neler? Yakında yeni kayıtlar var mı?
Bu ay içerisinde Tektosag’da yeni bir projem yayınlanacak. Enstrümantal hip hoptan hoşlananlar göz atabilir.

Ah! Kosmos
Başak Günak’ın elektronik seslerden farklı katmanlar yarattığı projesi Ah! Kosmos, canlı performanslarında eşine az rastlanır bir deneyim yaşatıyor. Ah! Kosmos’un ilk EP’si Flesh, bağımsız müzik etiketi Müzik Hayvanı tarafından yayınlandı.
ahkosmos.bandcamp.com
Müziğini hiç dinlememiş birine kendi müziğini hangi kelimelerle tanımlardın?
Kendimi bir tür içinde tanımlamaktan kaçınıyorum. Ticarî yanı bir kenara koyduğumuzda, türlerle konuşmak müziğin hissettirdiklerini düşünmekten sakınmak gibi geliyor. Müziği, herkesin kendi deneyimine göre tanımlamasını daha keyifli buluyorum. Ya da türleri bozarak tanımlamayı; “happy metal” gibi mesela. Bunun yanısıra her parçanın bambaşka bir hissi olabiliyor, o yüzden tüm parçalar için homojen bir tanımlama yapmayı tercih etmiyorum. Sanırım benim için önemli olan, müziğin olabildiğince farklı hislere açık olması.
Yaşadığın yerin müziğinde nasıl etkileri oldu/oluyor?
Son günlerde yürürken İstanbul’un kaosunu çok hissediyorum ve bu esnada üzerinde çalıştığım parça başka bir yerde yaşasaydım nasıl olurdu diye düşünüyorum. O yüzden keyifli bir soru oldu. Yaptığım parçalara dair farklı bir algı açabilmek için şehrin içinde yürürken onları dinliyorum. Geri döndüğümde, parçayı derinleştirmeye ya da tersine, nefes aldırmaya yönelik yeni denemeler yapıyorum. Ayrıca, İstanbul’un dinamik ve farklı rant odakları için cazibe şehri olması, şehrin sosyo-politik ve kültürel olarak sömürülmesine yönelik politikalara ve bunlara karşı çıkan direnişlere bu kadar yakinen tanık olmanın da müziği ve birçok şeyi etkilediğini düşünüyorum.
Müzik senin için “tam zamanlı bir iş” mi? Müzik dışında nelerle uğraşıyorsun?
Kritik bir zamansallığın ardından hayatımdaki en önemli referans noktasının müzik olmasına karar verdim. O günden beri de müzik, hayatımın merkezinde. Kendi projelerim dışında tiyatro, dans, film gibi farklı disiplinler için de müzik yapıyorum. Son birkaç aydır audio-visual enstalasyon fikirleri üzerine yoğunlaşmış durumdayım.
Türkiye’deki bağımsız sahneden favorilerin kimler?
Barıştık Mı, Biblo, Stiver.

12 Metreküp Sound System
Demonation Festivali’nde bu sene dub’dan sorumlu olan 12 Metreküp Sound System, bol sallantılı setiyle sahnede olacak. Utku Önal ve Serkan Köseoğlu’ndan oluşan 12 Metreküp Sound System ile basları vücudunuzun her yerinde hissedebilirsiniz!
Yaptığınız müziği hiç dinlememiş birine kendi müziğinizi hangi kelimelerle tanımlardınız?
Biraz zor bir soruymuş… Genelde 4/4’lük ritimde, orta-yüksek tempolu, derin sub-baslar ve keskin orta frekanslardan oluşan bir soundumuz var kabaca. Genel dub sounduna göre epey daha sert, biraz da deneysel/fütüristik bir yolda olduğumuz söylenebilir.
Müzik sizin için “tam zamanlı bir iş” mi? Müzik dışında nelerle uğraşıyorsunuz?
Kendimizi müzisyen olarak tanımlamıyoruz ve profesyonel olarak bu işten geçinmiyoruz. Ama müzik yine de hayatımızdaki en önemsediğimiz unsurlardan biri. Animasyon yönetmenimiz, post prodüksiyon alanında ses mühendisimiz, jeoloji mühendisimiz ve çevre aktivisti gemicimiz var.
Türkiye’de bir dub sahnesinin varlığından söz edilebilir mi sizce? Sizin bu sahneyle ilgili fikirleriniz neler?
Maalesef Dub sahnesinin varlığından pek söz edemiyoruz. Reggae dinleyicisi daha çok var, ama kafayı dub’a takmış olan az kişi var gibi gözüküyor. Örneğin Wailers 1000 kişiye konser verebiliyor ama Jah Shaka gelse kaç kişi gider kimse bilemiyor, Channel One soundsystem bile iki kere gelip mağdur oldu Türkiye’de. Bu kadar büyük bir şehirde bu nasıl olabiliyor bilemiyor, anlayamıyoruz.
Bağımsız sahnedeki müzisyenler arasındaki iletişimi nasıl görüyorsunuz?
İletişim bizce mevcut ve genellikle pozitif. Kolektif işler de yapılıyor. İnsanlar birbirini buluyor bir şekilde.

The Medical Phalanx of Space
İstanbul’da yaşayan üç yabancı müzisyenden oluşan The Medical Phalanx of Space, daha önce The Nines ve The Stories gibi gruplarda yer almış gitarist/vokalist Alex Mazonowicz ve davulcu Xavi Gonzales’e , efsanevî grup Stereolab’in senelerdir İstanbul’da ikamet etmekte olan basçısı Simon Johns’un katılmasıyla şekillendi. Rockabilly ve garaj tınılarını popa duyarlı bir tavırla sunan The Medical Phalanx Of Space’i Demonation’da kaçırmayın.
soundcloud.com/medicalphalanxofspace
Neden müzik yapıyorsun? Seni müzik yapmaya yönelten motivasyonların neler?
Xavi: Açıkçası bu benim için çocukluğumdan beri çok doğal bir şeydi, gerek yeni bir grubu keşfederkenki heyecan gerekse konserlere gitmek olsun, müzik hayatımın çok önemli bir parçası. Müzik yapmak ise ona karşı olan sevgi ve ilgimin hayatımda ifade edilişinin sadece bir bölümü.
Alex: Bu bir haykırış. Bu şekilde başka türlü söyleyemeyeceğim ve ifade edemeyeceğim şeyleri yapma fırsatı buluyorum. Eğer insanlar gerçekte ne hakkında şarkı söylediğimi bilselerdi başım büyük derde girerdi. Aynı zamanda müzik âletlerini büyüleyici buluyorum; faydalı herhangi bir şey yaratmayan şeyler için çok büyük bir çaba sarf ediliyor.
Simon: Bu benim her zaman yaptığım bir şeydi. Beni motive eden şey ego.
Yaşadığın yerin müziğinde nasıl etkileri oldu/oluyor?
Xavi: Şehirler canlı oluşumlar, kendi ruhları, kendi duyguları var ve aynı zamanda kendilerini farklı biçimlerde ifade ediyorlar, bazı müzik hareketleri bile belirli bir zaman dilimindeki bazı şehirlerle oldukça ilintili. Fakat ben müziğimizin yaşadığımız şehrin yansıması olduğunu düşünmüyorum, bence bir grup olarak biz, kendi ülkelerinden göç eden insanların müzik aracılığıyla nasıl bir araya geldiğinin güzel bir sosyolojik örneği olabiliriz. Müzik zaman zaman sosyal ve manevî bir katalizör, hasım bir çevrede hayatta kalmanızı sağlayan kişisel bir ifade görevi görüyor. Kulağa basmakalıp gelebilir fakat İstanbul’un her zaman göç alan bir şehir olduğu doğru ve ben de kendimi o tarihin bir parçasıymışım gibi hissediyorum.
Simon: Çoğunlukla etkilemiyor. Konserlere gidip gelmek muhtemelen kırsal kesime oranla şehirde daha kolay.
Alex: Ben Liverpool’dan geliyorum, o yüzden herhangi bir şehirdeki birindense benim bir numaralı bir hit parçaya sahip olmam daha olası. Yaşadığım şehir içinse; burası bana daha gürültülü bir müzik yaptırdı çünkü her ne kadar çekici ve parlak olsa da İstanbul dinleyicileri tüm sahne boyunca konuşuyorlar. Burada akustik bir grupta yer alamazdım.
Konser vermek, insanların önüne çıkmak konusunda kendini nasıl hissediyorsun?
Alex: Başta son derece geriliyorum, fakat oraya çıkar çıkmaz kalabalığın önünde durmaktan keyif almaya başlıyorum. Bana beşten fazla insan bakıyor olduğu an farklı bir insana dönüşüyorum (açıkçası bu çocukken reddedilmiş olmamdan kaynaklanan ciddî bir kişilik sorunu). Ayrıca, bir grupta çalan bir adamın makyaj yapması biraz daha kabul edilebilir hâle geldi. Göz kalemi sürmek sahne kişiliğime ait bir şeymiş gibi davranıyorum fakat dürüst olmak gerekirse yanıma kâr kalacağını bilsem işe giderken bile sürerdim.
Xavi: Şahsen çok iyi hissediyorum, başka insanlara çalmak sihirli.
Simon: Rahatsız, huzursuz.
Müziğinin canlı ve kayıtlı hâlleri arasında nasıl farklılıklar var?
Simon: Kayıtlar daha kontrollü. Benim için stüdyo, keşif ve deneme için harika bir yer. Canlı performans şans ve karmaşa üzerine kurulu, bu yüzden de rahatsız edici.
Xavi: Aradaki temel fark kayıt yaparken bariton gitarcımız olmasıydı, şimdi ise basçımız olması, dolayısıyla ses de farklı. Ayrıca kaydedilmiş şarkılar canlı gösterilerimizdeki ham enerjiyi aktarmıyor.
Alex: Kayıt yaparken göz kalemi sürmüyorum.

Pitohui
İlk EP’si Boros’u Kasım 2013’te yayınlayan Pitohui, Barkın Engin, Cem Kayıran, Yankı Bıçakçı ve Umut Çetin’den oluşuyor. Kimi zaman tekrarlarla oluşmuş şarkı yapılarını tercih eden Pitohui’nin canlı performanslarında doğaçlamalar da önemli yer tutuyor.
pitohui.bandcamp.com
Yaptığınız kayıtları bir plak şirketi aracılığıyla değil de internet üzerinden yayınlamanın ne gibi getirileri/götürüleri var sizce?
Temel avantajlarından biri elbette pratiklik. Kayıtları prodüksiyon biter bitmez yayınlayabilmek ve birçok ara kurumu devre dışı bırakabilmek söz konusu oluyor. Fakat bir diğer taraftan, teoride internet yayınıyla daha fazla insan ulaşma şansınız var gibi gözükse de, pratikte sesinizi duyurmak çok da kolay değil. Müzik basınının ilgisi hâlen ağırlıklı olarak plak şirketi tarafından yayınlanmış kayıtlarda diyebiliriz. Dolayısıyla sosyal medya becerileri geliştirmek zorundasınız. Zaman alan bir süreç diyebiliriz. Elbette fiziksel kopyanın kalıcılık iması da düşünülmesi gerek konulardan biri.
Türkiye’deki bağımsız sahneden favorileriniz kimler?
kim ki o, roadside.picnic, Daire 2: General Gramofon, Fakap.
Bağımsız sahnedeki müzisyenler arasındaki iletişimi nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’deki bağımsız sahne çok büyük olmadığı için (en azından benim ulaşabildiğim kadarı) bir şekilde bu çembere dâhil olan her müzisyen birbirinden haberdar; birçoğu da tanışıyor ve arkadaşlar. Ancak bu sosyal ağın, müzik tabanlı iletişimdeki yansımasının pek derin ve yoğun olmadığını düşünüyorum. Müzisyenler ortak bir müzikal dil ve değer bütünlüğü konusunda sıkıntı çekiyorlar bence, biraz yalnızlar. Bağımsız sahne geliştikçe bu iletişim alanı genişleyecek ve müzisyenler daha kapsamlı bir hikâyenin ve daha büyük bir topluluğun parçası hâline gelecekler diye düşünüyorum.
Kayıtları hangi ortamda, nasıl gerçekleştiriyorsunuz? Bir kaydın içinize sinmesi nelerle alâkalı?
Kayıtlarımızı tercihen sağlıklı iletişim kurabildiğimiz ve böylece müzikal beklentilerimizi paylaşabilecek kişilerle yapıyoruz. Kayıt öncesinde teknisyenlerle grubun ortak algıda buluşması, kayıt sürecinde iletişimi güçlendirerek tatmin edici sonuçlar alınmasında büyük bir etken oluşturuyor. Peyoteyp stüdyosu bu bağlamda bizim için önemli bir yer. Uzun süredir çeşitli mecralarda bir arada olduğumuz insanlarla kayıt sürecini yürütüyor olmak, önemli bir avantaj. Teknik açıdan bakarsak bol dinamikli ve yüksek enerjide olan bu müziği canlı olarak kaydetmeyi tercih ediyoruz. Böylece kayıt esnasında aramızdaki duygu paylaşımından doğan nüansları birebir yansıtabiliyoruz.