Resmen Hollywood’un mundar ettiği bir simayı, hiç kimsenin her gece yatağa onu düşünerek girmediğine neredeyse emin gibi olduğumuz Keanu Reeves’in kulaklarını, bu ay bizde de gösterime giren yeni filmi 47 Ronin’e rağmen kimse çınlatmıyordur kesin, bari en azından biz çınlatalım dedik.


Hey gidi koca Keanu!

Evet, en azından bu heybetli giriş narasını kendisine armağan etmek istiyorum. Buraya gelmiş, bu oyuncunun muhtemelen hayatı boyunca duymadığı ve çok yüksek ihtimalle de duyamayacağı birkaç cümle kurmak istiyorum şu an. Ona, asla borçlu olmadığımız bir vefa borcunun yükü altında eziliyorum. Keanu Reeves’i kaybettiğimizde kimsenin arkasından “Bir koca çınar daha yıkıldı…” gibi bir cümle kurarak, aşırı içli bir biçimde yanındakinin üzerine acıyla yığılmayacağının bilincinde olmak çok canımı acıtıyor.

“Sen de resmen kimsenin umurunda olmayan Hollywood ünlüleri hakkında aylardır üzülüp duruyorsun ama derdin de dert değil ki biz de ortak olalım” dediğinizi duyar gibiyim. Bu düşünceye sahip olduğunu bildiğim en azından o bir veyahut üç okurun her birine buradan teşekkür ediyorum. Evet biliyorum, belki derdim dert değil ama kimse Keanu Reeves gibi tipler hakkında tasalanmayacaksa da bu gidişe bir dur demenin vakti gelmiş olduğunu düşünüyorum.

2.99 PERİŞANLIĞI

Kalp kırıklığının ne fena şey olduğunu benden dinleyecek değilsiniz. Ancak Keanu Reeves’in milyon dolarların ilaç olamayacağını düşündüğüm bir kalp kırıklığına sahip olduğunu sanıyorum. Ya hadi daha fazla uzatmayayım, net bir biçimde soruyorum: What is the Matrix? sorusuna cevap aramaktan öteye gidememiş bir kariyer olabilir mi yahu?

Resmen pazarda satılan renkli civcivlerin kutularındaki deliklerden dışarı bakması gibi, The Matrix sonrası Hollywood’dan dışarı kafasını uzatmaya, birkaç projeyle daha dikiş tutturmaya çalışan bir oyuncunun bu sahipsiz çırpınışına tanık olmak yalnızca beni yaralıyor olamaz. Çektiği son filmin (Henry’s Crime) DVD sepetlerinde 2.99 TL’ye dahi alıcı bulamamış olduğunu gördükçe kahrolan sadece ben olamam.

Bu insanın egosuna bir zeval geldiyse, bunun müsebbibi hepimiziz. Altın çağını yaşadığı günlerde, dergi kapaklarını süslerken ona bakıp “Uzakdoğulu değil ama ne güzel gözleri var” ya da “Resmen Serdar Ortaç’ın yakışıklısı!” gibi cümlelerle ruhunu okşuyor, belki de gizli gizli duvarlarımıza posterlerini asmaya sıcak bakıyorduk, yalan mı! The Devil’s Advocate’ta koskoca Al Pacino’ya kafa tutarken, onunla gururlanıyor, oynadığı karakter üzerinden aşırı gaza gelerek “Sık lan kafana, sık!” diye perdelere bağırıyorduk.

Ben bunların hiçbirini unutmadım ve ne oldu da bu etnik görünümlü sevimli dosta sırt çevirdik, açıkçası anlayabilmiş de değilim. Sorun Charlize Theron’la biri gerilim, diğeri romantik dram iki film çevirmiş olması mı? Yoksa Sandra Bullock’la biri gerilim, diğeri romantik dram iki film çevirmiş olması mı? Sorun Sandra Bullock’la bir değil, iki film çevirmiş olması mı? Eğer sorun buysa, neden Sandra Bullock kendini Speed 2’de rezil ederken, onun bu projeye evet dememiş olduğunu görmezden geliyoruz? Sandra Bullock’un bir şekilde kazandığı o Oscar’ı bizi bu kadar mı sarhoş etti?

Bakın size sadece dört kelime etmek istiyorum: My, Own, Private, Idaho. Başka da bir şey demiyorum.

İSYAN

Hayır ya, neden susuyormuşum ki. Şimdi beni dinleyeceksiniz. Şimdi ben konuşacağım, ben! Durup dururken kendini Keanu Reeves gibi değerleri anmaya ve yaşatmaya, âdeta atfetmiş olan ben konuşacağım şimdi. Ama inanın daha ne söyleyip, sizi nasıl ikna edeceğimi ve dahası neye ikna edeceğimi ben de şaşırmış bir hâldeyim. Resmen koca bir yazıyı, büyük bir coşku içinde bir şeyleri savunarak geçirdim ama neyi savunduğumu birkaç cümle önce kaybettim, çok açık söylüyorum.

Sonuç itibariyle Keanu Reeves’in ne açlıktan nefesi kokuyor, ne de bir kenarda yaşlanıp göbeklendiğinden o çok değerli performanslarına bizi hasret bırakıyor. Aksi gibi, garip garip işler peşinde… Şu 2013’te çektiği filmlere bir bakın! Yok Man of Tai Chi, yok 47 Ronin! Allah aşkına, 50 yaşına gelmişsin, artık onla bunla kılıç kalkan oynamak, samuraylık peşinde koşmak senin neyine! Toprağı mı çağırıyor, ben anlamadım ki…

Neyse yine de bu tipte değerleri küstürmemekte, unutup bir kenara atmamakta fayda görüyorum. Tüm hiddetim –hatırladığım kadarıyla– bunadır.

  1. Beş yıl önce on yıl önce

    1 Aralık 1913100 yıl önce bugün Belkıs Şevket tek motorlu üstü açık uçağa binen ilk kadın oldu ve İstanbul üzerinde uçarken aşağı attığı kartlarla Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Derneği (Kadın Haklarını Savunma Derneği) adına bildiri dağıttı. 2 Aralık 194370 yıl önce bugün, Varlık Vergisi’ni ödemedikleri için 1943 başından itibaren Aşkale ve Sivrihisar’daki çalışma kamplarına gönderilen ve yüzde 87’si gayri Müslim olan mükelleflerin serbest bırakılmasına karar verildi. 3 Aralık 197340 yıl önce bugün Pioneer 10 aracı Jüpiter’in ilk yakın çekim fotoğraflarını gönderdi.;(http://planetimages.blogspot.com) 6 Aralık 20085 yıl önce bugün 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos’un iki polis tarafından öldürülmesiyle 2008 Yunan isyanı başladı. (libcom.org)

  2. Big Brotherın bizi izlediği doğruysa: Simon Menner

    Top Secret isimli kitabında Stasi arşivinden akıl almaz karelerle Doğu Almanya hükümetinin gözetleme operasyonuna bir iç bakış sergileyen sanatçı Simon Menner ile sohbet ettik. Alman fotoğrafçı Simon Menner, gözetleme konusunda oldukça meraklı. Küratörlük görevini üstlendiği son kitabı Top Secret: Images from the Stasi Archives, Doğu Almanya hükümetinin şaşırtıcı büyüklükteki gözetleme operasyonunu konu ediniyor. Arşivdeki milyonlarca belgenin arasından seçilmiş fotoğraflardan oluşan kitapta insanların nasıl takip edileceğinden dövüş tekniklerine, sahte bıyık takma önerilerinden daire aramalarına kadar her şey mevcut. Fakat görüntülerin yakın tarihten gelmesine rağmen, Top Secret bir anda hem tanıdık, hem de oldukça yabancı bir dünyayı yansıtıyor; bugüne de şüphesiz ilginç bir ışık tutuyor. Gözetim ve

  3. Ethem Onur Bilgiç ve Tatlı Kabuslar

    Bant Mag. illüstratörlerinden Ethem Onur Bilgiç, 3 Aralık salı günü Tatlı Kâbuslar adlı ilk kişisel sergisini Milk Gallery’de açtı. Sergiden önce bir başka çizer Sedat Girgin, hem sergi hem de Ethem’in estetik algısı üzerine merak ettiklerini sordu. Sedat Girgin: 3 Aralık’ta ilk kişisel sergini Milk Gallery’de açıyorsun. Nedir bu serginin adı? Ethem Onur Bilgiç: Serginin adı Tatlı Kâbuslar. Sedat Girgin: İşlerin küçük bir kısmını önceden gören şanslı insanlardan biri olarak yazıyorum, işlerin bir seri olduğunu söylemiştin. Nedir bu seri? Neyi anlatıyorsun? Anlatırım demiştin. Kısmet burayaymış. Ethem Onur Bilgiç: Ufaktan bahsettiğim gibi, rüyalarımda gördüğüm ve ufak ufak not aldığım biraz saçma biraz garip biraz da ürkütücü öyküler

  4. Homofobinin yasalaştığı topraklarda büyüyen çocuklar: Children 404

    Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeseli uluslararası platformda destekçilerini arıyor. 2013 yazı Gezi Parkı olayları neticesinde Türkiye tarihinde gördüğü en coşkulu ve kalabalık LGBT onur yürüyüşünü yaşarken komşu Rusya’dan gelen ve ulusal homofobiyi meşrulaştıran anti-gey propaganda yasası kalbimize kara gölgeler düşürmüştü. Aradan aylar geçti ve her nasıl Türkiye’de Gezi Parkı direnişinin meyvelerini görüyorsak, Rusya’da da bu anti-gey propaganda yasasına karşı başlatılan direniş de meyvelerini vermeye başladı.  Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeselinin ekibi var olan yasal baskı nedeniyle anonim kalmak durumunda, ancak belgesel için yardım toplamaya çalışan Kanadalı proje ortağı

  5. Manzaralar: Koray Kantarcıoğlu

    Fezada süzülen dağlar, patlayan kozmos, atomlar, zerreler, pikseller ve sonsuzluk.

  6. "O çöpü biz düzgün hale getiririz": Don Kişot Evi

    Don Kişot işgal evinin hikâyesini ve bu hareketin temel pratiklerini hem ev hem de atölyesinin manzarasının buraya baktığı sanatçı Talat Doğanoğlu ile konuştuk.

  7. Demonation Festivali No:4

    Üretimlerini bağımsız şekillerde ve ticari kaygılardan muaf olarak sürdüren müzikleri bir araya getiren Demonation Festivali, dördüncü senesi itibariyle hem gelenekselleşmiş, hem de Bant Mag. olarak en favori organizasyonlarımızdan biri. 4-5 Ocak tarihlerinde Babylon’da gerçekleşecek festivalde sahne alacak isimleri daha yakından tanımak için onlara birkaç soru yönelttik.

  8. The Cribs’den nasihatler var

    The Cribs’in 6 Kasım’daki adrenalin yüklü Tokyo konserinin ardından, Louder Than War ekibinden Katie Clare ve The Cribs’in hem solisti hem basçısı olan Gary Jarman, grubun yıldönümü albümü, müzikal zevkleri, ve sakalları hakkında konuşmak üzere buluştu...

  9. 10 kaplan gücünde bir müzisyen: Emily Wells

    27 Kasım'da Babylon'da sahne alan Emily Wells, müzikseverlere eşine kolay rastalanmayan o dört dörtlük konser deneyimlerinden birini yaşattı. buralara kadar gelmişken, biz de röportaj yapma fırsatını kaçırmadık.

  10. Red Bull Music Academy Radio Festival rehberi

    Dans etmeden duramayacağınız yepyeni festival hakkında bilmeniz gerekenler

  11. Bir Berlin seyahatinden sahneler ve eski efsaneler

    Kadınlar için uluslararası bir network olarak işleyen female:pressure’ın düzenlediği, ses teknisyeninden organizatörüne, katkıda bulunan herkesin kadın olduğu Perspectives Festival için Berlin’e giden Yeşim Tabak’ın kaleminden izlenimler; buram buram Berlin, inşaat ve “kızlar” kokulu bir yazı…

  12. Dijital veri ve ederi: Streaming ve ötesi

    Müzik ekonomisi incelemelerinde bu ayki konumuz; günümüzün en yaygın müzik dinleme yöntemi “streaming”, yani bir şarkıyı bilgisayara indiremeden internet üzerinden dinleme.

  13. Müzik insanları “streaming” hakkında ne düşünüyor?

    Müzik ortamından farklı insanlara “streaming” alışkanlığı, pratiği, ekonomisi ve etiği hakkında ne düşündüklerini sorduk. Konu üzerine deneyimlerini bizle paylaşmalarını istedik.

  14. Bambaşka bir albüm deneyimi: Görsel albümler

    Müziğin görselle desteklenmesinin etiği daha yıllarca tartışılacak gibi duruyor. Bugüne kadar bu tartışmaya nokta koyan olmasa da karşımıza çıkmış en tatmin edici örnekleriyle görsel albümleri masaya yatırıyoruz.

  15. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada.

  16. Müziğe dair kısalar

    İnsanların, inandıkları şeyin tam tersini savunan şarkıları sevebilmesinin inanılmazlığı ve sanatta taklite yönelik kısa yazılar...

  17. Bu Ay Ne İzlesem

    Sinema salonlarında Başka Sinema’nın ön ayak olduğu bağımsız film canlanmasının etkisini sürdürdüğü aralık ayında, vizyonda görmek için gün saydığımız çok sayıda filme kavuşacağız.

  18. Türden Türe, Daldan Dala Konan Üç Yönetmen

    Her çektiği filmle, başka bir türe, epey farklı dünyalara yolculuk eden yönetmenlerden François Ozon ve Spike Lee’yi bu ay vizyonda ağırlıyoruz. Onlara, geçtiğimiz Filmekimi’nde The Look of Love’la karşımıza çıkan Michael Winterbottom da eklenince, daldan dala konan bu yönetmenlerin ne işler karıştığını didiklememek olmazdı…

  19. Hiç Kimsenin Favori Oyuncusu: Keanu Reeves

    Resmen Hollywood’un mundar ettiği bir simayı, hiç kimsenin her gece yatağa onu düşünerek girmediğine neredeyse emin gibi olduğumuz Keanu Reeves’in kulaklarını, bu ay bizde de gösterime giren yeni filmi 47 Ronin’e rağmen kimse çınlatmıyordur kesin, bari en azından biz çınlatalım dedik.

  20. Beyazperdenin Yalnız Karakterleri

    Geçtiğimiz ay gösterime giren All is Lost’ta azgın dalgalara karşı tek başına ayakta durmaya çalışan ve tüm bir filmi yalnız başına sırtlayan Robert Redford’u izleyince, beyazperdenin yapayalnız karakterleri etrafında şöyle bir gezinelim dedik.

  21. Çıfıt

    Görüyoruz-beğeniyoruz, dinliyoruz-ilgileniyoruz, yiyoruz-bayılıyoruz, okuyoruz-şaşırıyoruz, sonra da sizinle paylaşıyoruz.

  22. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] sorumlu yazı işleri müdürü J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın koordinatörü