Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yirmi yıldır terk edilmiş bir bina. Etrafından geçtiğiniz, gözünüzün takıldığı, birkaç saniye sonra unuttuğunuz niceleri gibi. Ama burası artık içinden taşan çöpler yerine duvarlarının resimlerle kaplandığı, 100- 150 kişinin girip çıktığı ve herkesin bir şeyler kattığı işgal edilmiş bir bina, ev. Onun hikâyesini ve bu hareketin temel pratiklerini hem ev hem de atölyesinin manzarasının buraya baktığı sanatçı Talat Doğanoğlu ile konuştuk.


Yeldeğirmeni’nde bir işgal evi oluşturma fikri kim tarafından ortaya atıldı ve nasıl gelişti bize anlatır mısınız?
Gezi sonrasında Yoğurtçu Parkı’nda yapılan forumlarda mahalleliyle dayanışma sağlamak amacıyla Yeldeğirmeni Dayanışması kuruldu. Dayanışmanın oluşum süreci tam olarak tanık olduğum bir durum değil fakat daha sonra takip etmeye başladım. Bu fikri de foruma ben dört, beş arkadaşla birlikte sundum çünkü yazın sonlarına gelmiştik ve artık parklarda toplanmak mümkün olmayacaktı. Forum buna oldukça sıcak baktı çünkü böyle bir şeye gerçekten ihtiyaç vardı. Alternatif yaşamlar peşinde koşan bir yaşam biçimimiz var ve neoliberal sistemin her yerimizi işgal ettiği bir ortamda bu fikir heyecan yarattı.

Mekân olarak bu binanın seçilmesinin özel bir nedeni var mı?
Atölyem yedi yıldır bu binanın karşısında bulunuyor. 18 yıldır boş olan sahiplerinin terk ettiği bir bina burası. Yedi yıldır orada olduğum için de bina ile ilişki içindeyim fakat aynı zamanda bu bina ne sorusunu soran sıradan, sokaktan geçen birisinden farklı değilim. Bu bina tam da bizim söylemimize uyuyordu çünkü mülk sahiplerine sesleniyoruz: “Hayatlarımıza kendi mülklerinizi çöp olarak bırakamazsınız; şayet bırakırsanız biz girer, temizler, onu insanlara ya da canlılara uygun hâle getiririz.”


Binanın işgal edilmesi sürecini biraz anlatabilir misiniz, mahalleli nasıl karşıladı?
Öncelikle binanın geçmişini araştırdık ve mülkün beş kişiye birden satıldığını ve müteahhidin de ortada olmamasından dolayı  süren bir dava olduğunu öğrendik. Bina bu konuda bizim için oldukça efektifti, inşaat hâlinde bırakılmıştı. Buraya dikkati çekmek için ilk kez ben dışına bir saksılık yaptım. Herkes çiçek bırakabilirsin, çiçek alabilsin ve su verebilirsiniz diye. Bina ilk kez böyle dikkatleri çekti. Sonra bu saksılığın altını boyadım ve mahallenin farklı yerlerinden de camlardan sepetlerle saksılar sarkıtıldı. Aynı şekilde forumdan arkadaşlarla beraber ilk önce kapısını taktık, içerisindeki inşaattan kalma kiri, pası ve çöpleri el birliğiyle temizledik. Hiç kimsenin girmeye cesaret edemediği bir alanı 100-150 kişinin girip çıktığı bir alana dönüştürdük. Mahalleli de, ki ben de bir mahalleliyim zaten, iyi karşıladı. Çöpler atılırken çocuklar iyi şeyler yapıyorsunuz diyenler oldu veya ekmek, su getirenler oldu. Aynı şekilde Bayram da şikâyet üzerine geldiklerini söyleyen polislere de  “bu çocuklar burayı temizlemeye çalışıyorlar” diyenler oldu. Siz zaten iyi bir şey yapıyorsanız, bir şeyi güzelleştiriyorsanız hiçbir canlının siz bunu neden yapıyorsunuz diye soracağını sanmıyorum. Eğer soruyorsa da bunun altında başka bir kaygı yatıyordur.

Binaya Don Kişot ismini verme fikri nasıl ortaya çıktı?
Rasimpaşa Mahallesi’nde oturuyoruz  ama mahalleli, hattâ neredeyse bütün İstanbul buraya Yeldeğirmeni Mahallesi diyor. O nedenle yerle de bağlantılı olması bakımından Yeldeğirmeni dediğimizde akla ne geliyor diye düşündük, sosyal medyadan da evi yayınladığımızda Don Kişot fotoğraflarıyla karşılaşınca ismi bulmuş olduk. Ama forumda bu şu şekilde ifade edildi; ben buraya Don Kişot diyeceğim belki ama forumda herkes istediğini diyebilir. Bir başkası Hacivat-Karagöz evi, Nesimi’nin evi, Bedrettin’in evi ya da işgal evi de diyebilir. Burada önemli olan Don Kişot bir kişi ya da kuruluş değildir, herkesin bir söylemi vardır.

Dünyada pek çok squad/işgal örneği var ve bunların hepsinin farklı yaklaşımları söz konusu. Siz Don Kişot’un squad yaklaşımını nasıl tanımlıyorsunuz?
Burası zemin olarak kendi ihtiyaçlarına göre şekillenecek ve aslında temelde sosyal merkez olan ama henüz kimsenin kalmadığı bir yer. Kalmanın şu an için hedeflenmediği ama ihtiyaç dâhilinde olduğunda onun da tartışılacağı bir ortam söz konusu. Daha çok buna benzer squad örneklerini İspanya’da görüyoruz. Bilgi sunan, deneyim sunan, âdeta bir kent laboratuvarı gibi ve içindeki deneyimler de zaman içinde gelişiyor. Örneğin para kullanılmasın dedik para kadar değil paylaşabildiğin kadar zenginsin fikriyle hareket etmek istedik. Bir kahve zincirinde oturup alacağınız bir kahve yerine bir paket kahve getirin ve 20-30 kişi beraber içebilsin, bunun zenginliği yaşansın gibi. Şu an bu anlayışın alt zemin çalışmalarının olduğu ilişkilerinin sağlandığı, mahalleliyle sahiplenme duygusunu büyüten bir alan yapma çabası söz konusu. Sadece iki üç kişinin nöbetçi gibi dikildiği bir bina olsun istemiyoruz. İktidarı değiştirmek ya da iktidar olmak gibi bir kaygımız da yok.

Peki işgal etmenin sınırı ne?
Söylemi eksik söylememek lâzım, mülk sahiplerine de şunu söylüyoruz: “Ya mülkleri gelir hizmete uygun hâle getirirsiniz, ya da o çöpü biz düzgün hâle getiririz” gibi bir söylemimiz var. Yoksa hizmet veren herhangi bir yere ya da içinde yaşanan bir eve herhangi bir yaklaşımımızın olması da doğru değil.

Yakın bir zamanda Amsterdam’dan hocalar ve öğrenciler gelip burada atölye yaptılar. Bu tam olarak nasıl gerçekleşti ve ev medya da ve sosyal medya da duyurulduktan sonra yaşananlar nedir?
Türkiye’de Gezi’yle başlayan, herkesin algısının açık olması durumuyla ilgili bir durum aslında b”u. Eski bir söz vardır fısıltıyla konuşulan ormanda haber tez duyulur diye bu da öyle bir durum. Artık şuna da inanmamız lâzım ki bütün dünya olarak birşeyler söylüyoruz, sadece kişi olarak değil. Onun için dünyada bizim gibi eşzamanlı düşünen, hareket eden, heyecanlanan, insanlar var ve o insanların emeklerine dokunmak da tabiî ki bizim temel isteğimiz ancak onunla beraber büyüyebileceğimizi düşünüyoruz. Amsterdam’daki kişiler elbette bu konuda ilgisi olan kişiler hocalardan biri olan Emile alternatif yaşam, mimari ve sanatın sunum biçimleriyle ilgilenen biri. Öğrencileriyle beraber Bienal’e ziyarete geldiğinde buraya da geldiler ve bir etkinlik yapmak istediler. Zaten burası kimseden izin aldığımız bir alan değil, herkese açık. Öğrenciler altılı yedili gruplara bir günlük bir atölye hazırladılar, tebeşirle bir rakı masası, balık çizip kendi söylemlerini ortaya koydular. Aynı şekilde 12 Kasım’da Kadıköy Sahne’de BaBa ZuLa destek amaçlı bir konser verdi ve yirmi yıllık emeklerini bizimle paylaştı ki bu da ilişkiler kurmanın güzelliğini gösteriyor.

Son olarak bundan sonra Don Kişot’tla ilgili fikirler ne? Burada daha sonra neler göreceğiz?
Burada artık evin nasıl daha iyi hâle getirebiliriz bunu yaparken de kimyasallar kullanmadan farklı metotlarla neler gerçekleştirebiliriz onunla ilgileniyoruz. Alt salonu çok amaçlı olarak bir konser salonu, toplantı salonu, yemekhane ya da düğün alanı gibi kullanmak istiyoruz. Örneğin yakın bir zamanda iki kişi düğünlerini burada yapmak istediklerini söylediler. İkinci kata ise mutfak, kütüphane ve bir çocuk odası yapmak istiyoruz. Her cumartesi arkadaşlarımız “Kafa Açan Cumartesiler” adı altında toplanıyor ve nasıl bir dönüşüm gerçekleştirebilecekleriyle ilgili konuşuyorlar. Evin yapımında izlenebilecek alternatif yöntemler içinde Herkes İçin Mimarlık, Küresel Eylem Grubu, Permakültür’den arkadaşlar da katılıyor ve bu deneyime destek veriyorlar.

  1. Beş yıl önce on yıl önce

    1 Aralık 1913100 yıl önce bugün Belkıs Şevket tek motorlu üstü açık uçağa binen ilk kadın oldu ve İstanbul üzerinde uçarken aşağı attığı kartlarla Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan Derneği (Kadın Haklarını Savunma Derneği) adına bildiri dağıttı. 2 Aralık 194370 yıl önce bugün, Varlık Vergisi’ni ödemedikleri için 1943 başından itibaren Aşkale ve Sivrihisar’daki çalışma kamplarına gönderilen ve yüzde 87’si gayri Müslim olan mükelleflerin serbest bırakılmasına karar verildi. 3 Aralık 197340 yıl önce bugün Pioneer 10 aracı Jüpiter’in ilk yakın çekim fotoğraflarını gönderdi.;(http://planetimages.blogspot.com) 6 Aralık 20085 yıl önce bugün 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos’un iki polis tarafından öldürülmesiyle 2008 Yunan isyanı başladı. (libcom.org)

  2. Big Brotherın bizi izlediği doğruysa: Simon Menner

    Top Secret isimli kitabında Stasi arşivinden akıl almaz karelerle Doğu Almanya hükümetinin gözetleme operasyonuna bir iç bakış sergileyen sanatçı Simon Menner ile sohbet ettik. Alman fotoğrafçı Simon Menner, gözetleme konusunda oldukça meraklı. Küratörlük görevini üstlendiği son kitabı Top Secret: Images from the Stasi Archives, Doğu Almanya hükümetinin şaşırtıcı büyüklükteki gözetleme operasyonunu konu ediniyor. Arşivdeki milyonlarca belgenin arasından seçilmiş fotoğraflardan oluşan kitapta insanların nasıl takip edileceğinden dövüş tekniklerine, sahte bıyık takma önerilerinden daire aramalarına kadar her şey mevcut. Fakat görüntülerin yakın tarihten gelmesine rağmen, Top Secret bir anda hem tanıdık, hem de oldukça yabancı bir dünyayı yansıtıyor; bugüne de şüphesiz ilginç bir ışık tutuyor. Gözetim ve

  3. Ethem Onur Bilgiç ve Tatlı Kabuslar

    Bant Mag. illüstratörlerinden Ethem Onur Bilgiç, 3 Aralık salı günü Tatlı Kâbuslar adlı ilk kişisel sergisini Milk Gallery’de açtı. Sergiden önce bir başka çizer Sedat Girgin, hem sergi hem de Ethem’in estetik algısı üzerine merak ettiklerini sordu. Sedat Girgin: 3 Aralık’ta ilk kişisel sergini Milk Gallery’de açıyorsun. Nedir bu serginin adı? Ethem Onur Bilgiç: Serginin adı Tatlı Kâbuslar. Sedat Girgin: İşlerin küçük bir kısmını önceden gören şanslı insanlardan biri olarak yazıyorum, işlerin bir seri olduğunu söylemiştin. Nedir bu seri? Neyi anlatıyorsun? Anlatırım demiştin. Kısmet burayaymış. Ethem Onur Bilgiç: Ufaktan bahsettiğim gibi, rüyalarımda gördüğüm ve ufak ufak not aldığım biraz saçma biraz garip biraz da ürkütücü öyküler

  4. Homofobinin yasalaştığı topraklarda büyüyen çocuklar: Children 404

    Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeseli uluslararası platformda destekçilerini arıyor. 2013 yazı Gezi Parkı olayları neticesinde Türkiye tarihinde gördüğü en coşkulu ve kalabalık LGBT onur yürüyüşünü yaşarken komşu Rusya’dan gelen ve ulusal homofobiyi meşrulaştıran anti-gey propaganda yasası kalbimize kara gölgeler düşürmüştü. Aradan aylar geçti ve her nasıl Türkiye’de Gezi Parkı direnişinin meyvelerini görüyorsak, Rusya’da da bu anti-gey propaganda yasasına karşı başlatılan direniş de meyvelerini vermeye başladı.  Rusya’da susmayı reddeden genç LGBT bireylerin hikâyesini anlatan Children 404 belgeselinin ekibi var olan yasal baskı nedeniyle anonim kalmak durumunda, ancak belgesel için yardım toplamaya çalışan Kanadalı proje ortağı

  5. Manzaralar: Koray Kantarcıoğlu

    Fezada süzülen dağlar, patlayan kozmos, atomlar, zerreler, pikseller ve sonsuzluk.

  6. "O çöpü biz düzgün hale getiririz": Don Kişot Evi

    Don Kişot işgal evinin hikâyesini ve bu hareketin temel pratiklerini hem ev hem de atölyesinin manzarasının buraya baktığı sanatçı Talat Doğanoğlu ile konuştuk.

  7. Demonation Festivali No:4

    Üretimlerini bağımsız şekillerde ve ticari kaygılardan muaf olarak sürdüren müzikleri bir araya getiren Demonation Festivali, dördüncü senesi itibariyle hem gelenekselleşmiş, hem de Bant Mag. olarak en favori organizasyonlarımızdan biri. 4-5 Ocak tarihlerinde Babylon’da gerçekleşecek festivalde sahne alacak isimleri daha yakından tanımak için onlara birkaç soru yönelttik.

  8. The Cribs’den nasihatler var

    The Cribs’in 6 Kasım’daki adrenalin yüklü Tokyo konserinin ardından, Louder Than War ekibinden Katie Clare ve The Cribs’in hem solisti hem basçısı olan Gary Jarman, grubun yıldönümü albümü, müzikal zevkleri, ve sakalları hakkında konuşmak üzere buluştu...

  9. 10 kaplan gücünde bir müzisyen: Emily Wells

    27 Kasım'da Babylon'da sahne alan Emily Wells, müzikseverlere eşine kolay rastalanmayan o dört dörtlük konser deneyimlerinden birini yaşattı. buralara kadar gelmişken, biz de röportaj yapma fırsatını kaçırmadık.

  10. Red Bull Music Academy Radio Festival rehberi

    Dans etmeden duramayacağınız yepyeni festival hakkında bilmeniz gerekenler

  11. Bir Berlin seyahatinden sahneler ve eski efsaneler

    Kadınlar için uluslararası bir network olarak işleyen female:pressure’ın düzenlediği, ses teknisyeninden organizatörüne, katkıda bulunan herkesin kadın olduğu Perspectives Festival için Berlin’e giden Yeşim Tabak’ın kaleminden izlenimler; buram buram Berlin, inşaat ve “kızlar” kokulu bir yazı…

  12. Dijital veri ve ederi: Streaming ve ötesi

    Müzik ekonomisi incelemelerinde bu ayki konumuz; günümüzün en yaygın müzik dinleme yöntemi “streaming”, yani bir şarkıyı bilgisayara indiremeden internet üzerinden dinleme.

  13. Müzik insanları “streaming” hakkında ne düşünüyor?

    Müzik ortamından farklı insanlara “streaming” alışkanlığı, pratiği, ekonomisi ve etiği hakkında ne düşündüklerini sorduk. Konu üzerine deneyimlerini bizle paylaşmalarını istedik.

  14. Bambaşka bir albüm deneyimi: Görsel albümler

    Müziğin görselle desteklenmesinin etiği daha yıllarca tartışılacak gibi duruyor. Bugüne kadar bu tartışmaya nokta koyan olmasa da karşımıza çıkmış en tatmin edici örnekleriyle görsel albümleri masaya yatırıyoruz.

  15. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yeni müziğe dair bu ayki mesaimiz, artısıyla eksisiyle, burada.

  16. Müziğe dair kısalar

    İnsanların, inandıkları şeyin tam tersini savunan şarkıları sevebilmesinin inanılmazlığı ve sanatta taklite yönelik kısa yazılar...

  17. Bu Ay Ne İzlesem

    Sinema salonlarında Başka Sinema’nın ön ayak olduğu bağımsız film canlanmasının etkisini sürdürdüğü aralık ayında, vizyonda görmek için gün saydığımız çok sayıda filme kavuşacağız.

  18. Türden Türe, Daldan Dala Konan Üç Yönetmen

    Her çektiği filmle, başka bir türe, epey farklı dünyalara yolculuk eden yönetmenlerden François Ozon ve Spike Lee’yi bu ay vizyonda ağırlıyoruz. Onlara, geçtiğimiz Filmekimi’nde The Look of Love’la karşımıza çıkan Michael Winterbottom da eklenince, daldan dala konan bu yönetmenlerin ne işler karıştığını didiklememek olmazdı…

  19. Hiç Kimsenin Favori Oyuncusu: Keanu Reeves

    Resmen Hollywood’un mundar ettiği bir simayı, hiç kimsenin her gece yatağa onu düşünerek girmediğine neredeyse emin gibi olduğumuz Keanu Reeves’in kulaklarını, bu ay bizde de gösterime giren yeni filmi 47 Ronin’e rağmen kimse çınlatmıyordur kesin, bari en azından biz çınlatalım dedik.

  20. Beyazperdenin Yalnız Karakterleri

    Geçtiğimiz ay gösterime giren All is Lost’ta azgın dalgalara karşı tek başına ayakta durmaya çalışan ve tüm bir filmi yalnız başına sırtlayan Robert Redford’u izleyince, beyazperdenin yapayalnız karakterleri etrafında şöyle bir gezinelim dedik.

  21. Çıfıt

    Görüyoruz-beğeniyoruz, dinliyoruz-ilgileniyoruz, yiyoruz-bayılıyoruz, okuyoruz-şaşırıyoruz, sonra da sizinle paylaşıyoruz.

  22. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] sorumlu yazı işleri müdürü J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın koordinatörü