The Cribs’in 6 Kasım’daki adrenalin yüklü Tokyo konserinin ardından, Louder Than War ekibinden Katie Clare ve The Cribs’in hem solisti hem basçısı olan Gary Jarman, grubun yıldönümü albümü, müzikal zevkleri, ve sakalları hakkında konuşmak üzere buluştu…
Sene başında The Cribs’in seçmece albümü Payola yayınlandı. 10 yıllık geçmişi boyunca yaşanan tüm ateşli anlar, seni alıp götüren gitarlar ve marş gibi melodilerle birlikte The Cribs bizleri, mükemmel, gerçek ve spontane müzik ile bir güzel doyurdu. Bunu yaparken de ne modaya uydu, ne de duruşundan taviz verdi…
Şarkılarınız genelde otobiyografik ve Payola’nın çıkışı da grubun 10. yıl kutlamasıyla aynı tarihe denk geldi. Bu kaydı birşeylerin başlangıcı ya da sonu olarak görüyor musun?
Açıkçası birkaç ay önce, Payola’dan önce sormuş olsan sadece işi yokuşa süren takıntılı tipler olduğumuzu söylerdim. Bu albüm şarkıları tek bir yere toplamak için süper bir yoldu. 2002-2012 arasını da ekledik çünkü albümün, grubun sonu olduğunu düşünmenizi istemedik. Biraz da bizi önümüzdeki dönemde özgür kılacak bir hamle olduğunu düşünüyorum. Sonsuza kadar Hey Scenesters çaldığımı düşünemiyorum. Benim için tamamen belirli bir zamanın ürünüydü o, o zamanlar hissettiklerimdi.
Sinirliydim ve o zamanlar etraftaki ortama isyan ediyordum. Şimdi bunu biraz gereksiz buluyorum. Ne düşünüyorum biliyor musun? Bu yıl grup içinde o kadar çok değişiklik oldu ki, ve gelecek yıl olacak değişiklikleri de şimdiden görebiliyorum. Bu bağlamda Payola’yı yeni başlangıçların önünü açan bir son olarak görüyorum.
Bir şarkı hem kendi zamanında hem de o zamanın ötesinde anlamlı ve uzun ömürlü olabiliyor. Payola için şarkıları seçerken uzun ömürlü olanlara mı öncelik verdiniz?
Aynen öyle. 80-90 şarkının arasından seçim yapmanın tek yolu hepsini önümüze koyup, bize o an hangisinin daha yakın geldiğine ve hangisinin zamanında başarılı olmuş olduğuna karar vermekti. Bazı şarkılar vardı ki, artık çalmak istemesek bile es geçemezdik çünkü bu 10 yılda neler olduğunu çok güzel anlatıyordu.
Çok sayıda eski şarkı olduğuna göre, şarkı listesi oluşturmak sıkıntılı bir iş olsa gerek?
İngiltere bunu daha önceden test etti aslında. Bak mesela bazı şarkıları artık kendimle ilişkilendiremiyorum çünkü insanlar bu şarkılara dâhil edilmeleri gerektiğini hissettiriyor ve bu beni rahatsız ediyor. “Single” çalmanın her zaman iyi bir nedeni vardır. Bizim tam 15 tane “single”ımız var, yani sadece birkaç şarkılık yerimiz kalıyor. 2 şarkıyla da etkileyici olmayı başaramazsın. Güneydoğu Asya’da çalarken istediğin şarkıyı ortaya atabilirsin, çok eski bir parça olsa bile taptaze tınlayabilir. Ancak İngiltere’de bu listeleri oluşturmak daha zor çünkü az dinlenen şarkıları duymak isteyen sıkı hayranlar var.
En son Trail of Dead geldiğinde eski albümlerinden birini seçti ve karışık bir şarkı listesi yerine tamamen o albümü çaldı.
Biz de yıldönümü albümü için öyle yapmayı düşündük ama insanların tümüyle bir albümü dinlemek isteyeceklerini sanmıyorum. Şimdiye kadar 5 albüm yaptık ve hiçbiri diğerinden daha üstün değil. Tur boyunca tek bir albümü çalsak, hayranlarımız da bunu tekrar tekrar istese tabiî ki çok iyi olurdu ama maalesef biz öyle bir grup değiliz. Mesela Teenage Fanclub’ı düşün… Küçükken en sevdiğim gruptu. 19 yaşında onları izlemeye gittim. Bandwagonesque ve Grand Prix albümlerinden mükemmel şarkılar çaldılar ama bu onların tanınma turu gibi bir şeydi. Bir de şu var, ben bir grubu izlerken orada neyi görmek istiyorsam bizde de onu görmek istiyorum.
Yani herkesi mutlu etmek mümkün değil.
Aynen öyle. İlk başladığımızda 30 dakikadan fazla çalmıyorduk çünkü insanların bizi daha çok beğenmesini istiyorduk. En iyi yapabildiğimiz şeyi yapıyorduk, bu da gittikçe zorlaşıyor. Şarkı listesi için kavgalar falan da etmiyoruz, yine de buna gerçekten önem veriyoruz. Her konserimizi son konsermiş gibi yapmaya çalışıyoruz. Bence çok ateşli bir grup olsaydık samimî durmazdı ama biz başından beri böyleyiz. Biraz pervasız görünüyoruz ve sırıtmıyoruz.
“İnsanların ‘Şu pervasız adamları bırakın, hepsi birbirinin aynı’ demesini istemiyorum.”
Şu sıralar birçok müzik türünde bu böyle; alternatif, rock hattâ popta bile.
Ben bunu sarkaç dalgalarına benzetiyorum. 2000’lerin başında The Cribs çıktığında piyasada böyle bir oluşum vardı. 2000’lerin ortasında radyoya da sıçradı ama bugünlerin sonsuza kadar sürmeyeceği belliydi. O yüzden bize konulan etiketlerin her zaman dışında olmaya çalıştık. Kendimizi belli bir çağa, duruma sabitlemek istemiyoruz. 2000’lerin ortasında yakaladığımız başarıya da bu yüzden bel bağlamadık.
Biraz grunge yaptık, sonra Britpop. 90’ların sonu geldiğinde rock ve punk rock ile iyice karıştırdık. Sonra 2000’lerin ortasında işler iyi anlamda değişmeye başladı.
Bence o yüzden radyo şu an elektroniğe ve folka abanıyor. Fleetwood Mac’e olan ilgi azaldığında ve başka bir Joni Mitchell arayışı bittiğinde yeni bir kültürün geleceğini biliyordum. İngiltere küçük bir yer, sadece tek bir ana akım kanal var ve o kanaldaysan görülmeme şansın yok. Amerika büyük olduğu için işler orada farklı. Bir gecede radyoda birkaç bin insan seni dinliyor. Mesela Radio 1’de şarkılarının çalınması insana daha fazla baskı hissettiriyor. İkinci ve üçüncü albümlerimizden birkaç şarkı çalıyorlardı, şimdiyse o sayı 12-13 şarkıya çıktı. Ama dördüncü ve beşinci albümlerimiz zamanı Top 10 listelerinde olmamıza rağmen pek şarkılarımızı çalmıyorlardı. Radio 1’in bizi çalmaması bizi bitirmiyor, ama yine de bu durumun üzerinde yarattığı baskı daha farklı.
https://www.youtube.com/embed/24biqioepO0
Bunu söylemeyi hiç sevmiyorum ama radyoda güzel müziklerin çalınmaması sanırım yeni ve güzel müzikler olmadığı için. Sene sonu en iyi albüm listelerine geldiğimizde önerebileceğim albüm sayısı bir düzineyi geçemiyor…
Aynen öyle, yarıştığın kişiler de gerilemeye başlamış gibi. Kimseye sataşmak için söylemiyorum ama bugünlerde sakallıysan, organik ve dijitalsen başka bir şeye ihtiyacın yok; bir anlamda güzel ama öte yandan genç kültürün tamamen bundan ibaret olması isteniyor. Piyasada adın çıkarsa, zaten pek hoş karşılanmıyor. İnsanların “Şu pervasız adamları bırakın, hepsi birbirinin aynı” demesini istemiyorum.
“Kabul görmemekten korkmayanların elini attığı ne varsa başarılı oluyor.”
Peki sence bu durum yeni neslin öğrenmesi ve yeteneklere sahip çıkılması yerine birkaç aylık şöhretin tercih edilmesini de tetikliyor mu?
Ana akımın olayı da zaten bu, her zaman böyleydi. Karşı kültürün bile kırmaya korktuğu zincirlerden biri de şu ki: 17-18 yaşında bir gence rengârenk ve canlı olmak yerine etrafa zararsız ve makûl davranması telkin ediliyor. Yorumcular ve bu işin mimarları da oldukça tutucu ve ana akım medya, kendi gençliklerini hatırlatacak şeyler aramakla meşgul olduğu için çocuklar bildiğin yalakalık yapmak zorunda kalıyor.
Belki de özellikle ekonominin stabil olmadığı bugünlerde hayat çok kolay olmaya başladı ve insanlar da sosyal medyada fazlasıyla takılarak bir tür tembellik sendromuna yakalandı.
Kayıtsızlık işte. Ben ve kardeşlerim böyle düşünüyoruz, ne kadar doğru bilmiyorum. Gençlik yıllarımızda yemek paralarımızı biriktirip Ramones albümü almaya ya da sırf daha ucuz diye eski püskü bir davul setini almak için saatlerce otobüs yolculuğu yapmaya razı gelirdik. Bunu nostalji olsun diye söylemiyorum sadece yaptığım şeyler beni mutlu ediyordu. Bu “mücadele” özelliği günümüz kültürünün sözlüğünden çıkarıldı ve ortaya çıkan durum kayıtsızlık. Eskiden saçlarım uzun ve yırtık kot giyiyorum diye dayak yerdim, tabiî ki o saçma günlerin geride kaldığına da üzülmüyorum, yine de o günlerin inançlarıma ve radikal tavrıma inanılmaz katkısı oldu. Şimdi herkesin sanal bir kişiliği var, kendilerini en ideal şekle sokuyorlar ve kabul görememekten delice korkuyorlar. Karşı kültür açısından bakarsan, bugün iyi iş çıkaranlar geçmişte zorluk çekmiş insanlar; kabul görmemekten korkmayanların elini attığı ne varsa başarılı oluyor.
“İşler hep böyle yürüseydi bugün bir Daniel Johnston ya da bir Jeffrey Lewis olur muydu?”
Sosyal medyayla her an hazır olunuyor ve genelde olumsuzluklardan besleniliyor…
Sosyal medya bir anlamda çevrenin senin hakkında ne düşündüğünü bilmek demek, çevren dediğim de global bir çevre. Yani senin bir yönelimin radikal ve geniş bir ortamda yayılacak, böylelikle sana karşı duranların sayısı azalacak demek. Guardian’ın bir sayısının kültür bölümünü hazırlamak gibi bir fırsatımız olmuştu, o sayıda en sevdiğimiz sanatçı ve şairleri sergilemeye karar verdik. Ne yaptık biliyor musun, editörlerden yazıları yoruma kapalı yayınlamalarını istedik. O sanatçıların insanlar tarafından didiklenip, olumsuz çıkarımlar yapılmasını istemiyordum. Yorum yapma isteği genelde negatif bir motivasyondan doğuyor ve daha güçlü söylemlere sahip oluyor. Yorumların kapalı olması aslında üzücü, çok duygusal görünmek istememiştik ama o adamların bizim imajımız yüzünden zedelenmesini göze alamazdık.
Negatif bir iletişim, sanatçıların kendini halka ve medyaya nasıl sunacaklarını kesinlikle etkiliyor. Biriyle konuşurken samimî olup olmadığını ya da konuşmaya hazırlanıp hazırlanmadığını anlayabiliyorsun.
Bence bu artık normal, herkes bir çeşit hazırlık yapıyor. Sex Pistols’dan tut Nirvana’ya kadar en sevdiğim gruplar oldukça çılgın işler yaptı. Düşünsene Nirvana gibi küçük bir kasabadan çıkan biraz tuhaf insanların dünyaca ünlü olması, bunu yıllarca bekleyenlerden çok daha farklı ve çılgınca değil mi! 80’lerdeki gibi tiplerin ünlü olma hevesiyle gruplar kurması ne kadar samimî? Gerçekten değerli insanlar o duruma geleceklerini milyonlarca yıl düşünmez zaten.
Muhtemelen şu anki durumun sebebi de o günlere kadar uzanıyor. Artık herkes kendini çok iyi pazarlıyor. Ben grubu kurduğumda böyle bir şeyden haberim yoktu. “Sosyal medyayı da kullanacaksın ki kendini pazarlayabilesin” dediler. Ben de sosyal medyaya adım attım, âdeta aforoz edildim. Bir egoistten farkım yoktu. Tamam, bunu yapan herkes egoist değil belki, ama artık insanlar demo yerine web sitesi yapıyor, bir video çekiyor ve meramını anlatıyor. İşler hep böyle yürüseydi bugün bir Daniel Johnston ya da bir Jeffrey Lewis olur muydu? Bugünlerin gerçekliğinde ideallerini başarabileceklerine sen inanıyor musun?
Muhtemelen başarılı olamazlardı. Onlar gibi arşivimizde bulunan birçok sanatçı da var olmazdı…
Kesinlikle. Önem verdiğim hiçbir sanatçı kendine güveni bu amaçlar için kullanmamış. Hattâ tam aksine genelde ağızlarına sıçılmış olanlar onlar. Şimdilerde röportajlarda ne kadar kötü günler geçirdiklerini anlatıyorlar ya, söyledikleri gerçek olsa detayları böyle rahatça paylaşmak istemezlerdi, net. Ben bağımlılığı ya da manik depresifliği hakkında konuşmak isteyen biriyle hiç tanışmadım. Uç bir örneği olmasa bile, sen konuşmaktan kaçındığın herhangi bir konunun seninle ilişkilendirilmesini istemezsin değil mi?
Modern çağlarda tuhaf biri olmak bence oldukça zor, çünkü nereye baksan onlardan görüyorsun. Bugünlerde söylediklerinin ve yaptıklarının arkasında dimdik durman gerekiyor, çünkü halk arasında her şey kolayca ölümsüzleşebiliyor.
Halk arasında ölümsüzleşmek demişken, NME ödül törenindeki süper sakalından eser kalmamış.
Aynen, o zamanlar İsa gibi bir sakalım vardı. Ross gruptaki en iyi sakallı adam, o her zaman sakallıdır. Ryan da sakal bırakmasıyla meşhurdur, ben de yıllarca sakal kullandım. Brazen Bull, Ross’u traş olmaya ikna edince, ben de sakalları keseyim dedim. Ryan’ınki çok kötü olunca o tekrar bıraktı. Hattâ bize bu sakal olayını insanların kafasını karıştırmak için yaptığımızı söylüyorlar…
(Çeviren: Hande Beyazıt)
Katie Clare’in gerçekleştirdiği bu röportajın orijinali Louder Than War sitesinde yer almaktadır.